WASHINGTON WASHINGTON’a gelir gelmez yine Cumhurbaşkanlığı tartışmasının içine düştük.
Çünkü havaalanından doğruca geldiğimiz mekan TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun, IMF ve Dünya Bankası’nda çalışan Türk uzmanlara yemek verdiği lokanta idi. Dolayısıyla sohbetin ağırlıklı bölümünü yine Cumhurbaşkanlığı seçimi oluşturuyordu.
Yalnız bu kez, bununla birlikte Türkiye ekonomisinin Washington’dan görünümü, ekonomik programda nereye gelindiği ve olası bir kriz çıkma ihtimalinin olup olmadığı da konuşuldu. Şu anda aktif olarak Türkiye ile ilgili uzmanlar pek yorum yapmazken, başka ülkelere bakan uzmanlar ise daha rahat biçimde, kendi görüşlerini aktardılar.
Bu konuşmalardan aldığımız genel izlenim kabaca; dünyadaki likidite bolluğu bu şekilde devam ettikçe Türkiye’de de Cumhurbaşkanlığı seçimi ve seçim ekonomisi uygulamaları tedirgin etse dahi, bu nedenle kriz çıkma ihtimalinin pek bulunmadığı idi.
Bunun yanında hemen herkes, uluslararası likiditede bir bozulma olduğu takdirde, geçen yıl Mayıs-Haziran aylarında olduğu gibi, en olumsuz etkilenecek ülkelerin başında yine Türkiye’nin geleceğini de söylüyor.
IMF ve Dünya Bankası’nda görev yapan Türklerin bir bölümünü, uzun yıllardır tanırım. Bunlar gerçekten çok değerli uzmanlardır ve sözleri Türkiye’de çok dinlenmese de Washington’da, ilgili kurumlarında çok dinlenir. Şu anda dünyanın gözbebeği olan Çin ve çevre ülkelerinde kurumları adına çok önemli yetki ve sorumlulukla görev yapanlar bile var.
Peki, bu söylediklerini zaten piyasa yorumcuları, özellikle yurt dışında uluslararası banka ve aracı kurumlarda çalışan dealarlar ve piyasa iktisatçıları da söylüyor diyebilirsiniz.
Bu çok doğaldır. Ancak buradaki fark, IMF ve Dünya Bankası’nda çalışan uzmanlar direkt olarak piyasadaki hareketlerden para kazanmadıkları için, daha sağlıklı ve gerçekçi yorum yaparlar. Türkiye’deki ekonomik gelişmelere günlük pencerenin dışında, daha makro da bakabilirler. Yurtdışındaki piyasa aktörlerini suçlamak için söylemiyorum; çünkü onların görevi, yoğunlaştıkları alan, doğal olarak günlük piyasa hareketleridir.
Özetle dışarıdaki Türk IMF ve Dünya Bankası uzmanlarının söylediği, uluslararası likiditedeki olumlu havanın Türkiye’yi rehavete ittiği, politikacıların her zaman olduğu gibi yine "nasıl olsa işler iyi gidiyor" havasına girdikleri ve bunun faturasının yakın zamanda olmasa da, uluslararası likiditeye bağlı, bir zaman Türkiye’ye ağır biçimde çıkacağı idi.
IMF’SİZ ÇOK ZOR
Özetle uluslararası likiditedeki bu olumlu havanın ilelebet böyle sürmeyeceği ve sonunda döneceği konusunda, işi bilen hemen herkes hemfikir gibi. Yine hemfikir olunan başka bir görüş; bu iş tersine döndüğünde, eğer yapısallar başta olmak üzere geciken tedbirler yapılmamış olursa, o zaman Türkiye’nin bundan, yine çok olumsuz etkileneceği.
Bu arada "Türkiye’nin, IMF’nin tek başarı örneği olduğu ve ne yaparsa yapsın IMF’nin destek vereceği tezi"nin pek geçerli olmayacağını da buradaki konuşmalardan anlıyoruz. Yani "IMF kendi itibarını korumak için, çok fazla sapma olduğu takdirde tavizkar tutumunu sürdüremez" deniyor. Bu arada doğal olarak Türkiye’nin IMF’le bağlantısını, kalan borcunu ödeyip kesmesi halinde ne olacağı da tartışıldı.
Bu noktada da "Türkiye’deki hükümetlerin, IMF olmadan, gerekeni yapacağı konusunda sicillerinin kötü olması" gündeme geliyor. Yani AKP Hükümeti seçime kadar borcunu ödeyip IMF’yle ilişkisini keserse, piyasalar buna, Hükümetin gerekenin yapılacağı konusunda giderek kötüleşen sicili nedeniyle, olumsuz tepki verecektir.
Bunun da ötesinde önümüzdeki yılın başında IMF’yle ilişki bittiğinde yeni bir anlaşmanın da şart olduğu, aksi takdirde AB çapası zaten hemen hemen yok olmuşken, IMF çapasının da olmaması halinde piyasaların buna olumsuz tepki vereceği görüşümüzü de teyit ettik.
Özetle; Washington’da hava, Türkiye ekonomisi açısından şimdilik olumlu, ama her şey uluslararası likiditeye bağlı. Gelecek iktidarın işi, bizce bu açıdan epeyce zor olacak.