SİVİL toplum kuruluşlarının oluşturduğu Anayasa Platformu, ilk sınavından alnının akıyla çıktı. Geçen hafta sonunda 250 kişinin katılımıyla başlatılan ortak akıl süreci ilk meyvesini verdi. Dün açıklanan ortak ilkeler metni ne kadar olumlu bir sürece girildiğinin göstergesiydi.
Umarız AKP de inadından vazgeçip, başlayan bu sürecin tamamlanmasını, tüm tarafların ortak aklıyla üretilmiş bir anayasayı beklemeyi tercih eder.
Dün açıklanan ilkeler metni AKP’nin seveceği ve kızacağı maddeleri içerdiği gibi, başka Anayasa hazırlayanların da aynı tepkilerine uğrayabilir. Yani doğru yoldalar...
Anayasa Platformu ilkeler metni bence artık özgürlükçü bir anayasa yapma gereğini açıkca ortaya koyarken, ortak uzlaşma metni niteliği gereği, Anayasa’da çatışma alanlarının da mümkün olduğunca izole edilmesi çabasını, yani zorunlu bir orta yolu gösteriyor.
Daha düşük dozda da olsa, dar bölge seçim sisteminin tartışılması gereğini ortaya koyması, Cumhurbaşkanlığının yetkileri azaltılırken, yargının bağımsızlığının güçlendirilmesi ve bununla birlikte çift meclisli bir yasama organı önermesi, bizce çatışmaları giderebilecek, devlette dengeyi yeniden kurabilecek önemli maddeler.
Bence en önemli yeniliklerden biri de, ekonomik maddelerin anayasa girmesinin istenmesi. Artık küresel ekonomiden mümkün olduğunca büyük pay alıp, bunu refah ve özgürlük olarak halkına iletmek isteyen ülke yöneticilerinin, anayasa gibi temel metinlere ekonomik maddelerin konulmasına razı olmaları gerekiyor.
Bu kapsamda BDDK, EPDK gibi bağımsız kurumların anayasa güvencesine kavuşturulup, özerkliklerinin temel metne girmesi çok önemli. Bununla birlikte bence bu kurumlara üye seçiminin de objektif ve mesleki kriterlere bağlanması, seçimin her türlü politik kaygıdan uzaklaştırılması gerekiyor. "Ekonomik Sosyal Konsey"in anayasal bir kurum haline getirilmesi, kamu kaynağı kullanılan bütçelerin hesap sorulabilirlik esasına dayandırılarak, şeffaf ve denetime açık olması gibi ilkelerin bu metne girmiş olması, çok olumlu adımlar.
REHAVET OLDUĞU KESİN
Önceki gün TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, büyümedeki yavaşlama konusunda çok önemli ve yerinde bir saptamada bulundu. 2002’den bu yana ortalama yüzde 7 hızla büyüme kaydedildiğini, bu performansın 2001 krizi sonrasında başlatılan makro ekonomik reformlar sayesinde gerçekleştirildiğini belirten Hisarcıklıoğlu, şunları söylemiş:
"Büyüme hızındaki çarpıcı yavaşlama, ne uluslararası gelişmelerle ne de olağan dışı olumsuz iklimin etkisiyle, ne de tarımda yaşanan küçülmeyle izah edilebilir. Zira bunların dışındaki sanayi, yatırım, mal ve hizmet ihracatı gibi temel alanların hepsindeki büyüme oranlarında ciddi gerilemeler görülmektedir. Bizce bunun temel nedeni, reform sürecinin devamında anlaşılması güç bir şekilde içine girdiğimiz rehavet ve atalettir."
Buna karşılık, daha geçen hafta "yerinde çıkışlar yaptığı"nı söylediğimiz Devlet Bakanı Mehmet Şimşek ise herhalde politikacı olmaya karar vermiş olacak ki, rehavet olmadığını, bir arz şoku ile karşı karşıya olduğumuz için büyümede yavaşlama olduğunu söylemiş.
Bizce Bakan Şimşek, dönüp bürokratlarına da sormalı. Bürokratların ne kadar hedefsiz, motivasyonsuz kaldığını, ekonominin biraz daha gündeme getirilmemesi halinde sonuçların ne kadar kötü olacağını düşündüklerini, mali disiplindeki gevşemenin giderilemediğini, küresel kriz halinde başımıza gelebileceklerini ve korkularını bürokratlarına sormalı.
Hisarcıklıoğlu’na aynen katılıyorum; büyümedeki yavaşlama hedefsizlikten, rehavetten, ekonominin gündeme gelmemesinden, yüzde 46.5 oyun yarattığı ataletten kaynaklanıyor.
Bu rehavet, istikrarın kaybolmasına neden olabilecek kadar güçlü ve tehlikeli bir rehavet.