AKP iktidar olduğunda piyasaların kaygısı, Kemal Derviş döneminde başlayan ekonomik reformların devam edip etmeyeceği, küreselleşmeye aykırı bir ekonomi yönetimi anlayışının hakim olup olmayacağı noktasında birleşiyordu. Abdullah Gül’ün Başbakanlığı döneminde birara AKP Lideri Erdoğan’ın srarıyla, “IMF’e rest çekip reformları durdurma” gündeme geldi. Piyasalar bunun üzerine karıştı ama sonradan büyük özel sektör temsilcileri ile yapılan toplantıdan sonra, Derviş’in yolundan gidilmeye karar verildi.
Hatırlıyorum da; “yeniden krize gireriz” korkumu bizzat ilettiğim Başbakan Gül ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, bizzat arayıp gelmemi istedikleri toplantıda, bir pazar günü, “IMF’le anlaşmaya devam edileceğini, reformların süreceğini” açıkladılar. Pazartesi günü piyasalarda her şey yeniden yoluna girdi...
Ekonomi yönetimindeki anlayışın değişme ihtimali, özellikle Erdoğan’a yakın çevrenin bunu konuşması, beni 12 yıl önceki bu tartışmalara geri götürdü.
O dönem çok kritik bir süreçti ve Türkiye ekonomisinin dönüm noktalarından biriydi. Ali Babacan, Gül’ün desteği ile ekonomi yönetiminin başına geçti ve Derviş döneminde çizilen yoldan sapmadan gitti. Bence son dönemdeki moda deyimle AKP içindeki “yeni yetmeler” bu dönemi hatırlamıyorlar.
Babacan ve ekibinin küresel ekonomide olması gereken yönetim anlayışıyla işleri götürmesi sonucu ekonomide başarı sağlandı, istikrar korundu ve bu sayede AKP ve Erdoğan seçim üstüne seçimler kazandı...
İşte bu nedenle son dönemdeki tartışmaları piyasa oyuncuları gibi beni de korkutuyor. Nasıl bu kadar pervasız biçimde “ekonomide milli görüş” gibi kapalı bir ekonomi anlayışının çığırtkanlığı yapılıyor, Merkez Bankası bağımsızlığı başta olmak üzere küresel ekonominin gereği kurumlara karşı çıkılıyor, yerel ve sekter çözümler öneriliyor, şaşkınlıkla izliyorum.
Zaten bu küresel ekonomiye ters, sekter bir uluslararası ilişkiler götürülürken, bu politikanın mimarı Başbakan olacakken, üzerine bir de ekonomi yönetiminde anlayış değişikliği eklendiğinde olacaklardan, açıkcası korkuyorum.
Bu tarih yaklaşırken, piyasalarda özellikle yeni ekonomi yönetiminde kimlerin yer alacağına ilişkin merak da büyüyor.
Ankara kulisleri çok yoğun ve yeni Bakanlar Kurulu açıklanana kadar belli ki çalkalanmaya devam edecek. Siyasi kulislerde daha çok Başbakanın ve bakanların kimler olacağı merak edilirken, piyasalarda ise daha çok merak edilen konu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın yerinde kalıp kalmayacağı.
Babacan’ın görevine devam edip etmeyeceği henüz netlik kazanmış değil.
Erdoğan’ın piyasaların tepkisini dikkate alarak Babacan’ın görevine devam etmesini isteyebileceği konuşuluyor. Buna karşılık Babacan’ın zaten genel seçimlerde aday olmayıp, işine odaklanacağını söylediğine dikkat çekip, şimdiden yeni kabinede yer almak istemediği belirtiliyor. Hatta “kapsamlı bir yolsuzlukla mücadele yasası çıkarılmadan bakanlığı kabul etmem” dediği bile söyleniyor. Babacan bakanlığa devam etmek istiyor mu tam olarak bilinmiyor ama istemese bile seçime kadar görevde kalabileceği de konuşulanlar arasında.
Bu arada Babacan’ın tüm tepkilere rağmen artık görevi bırakmasını isteyen AKP’liler de bir hayli fazla. Özellikle Erdoğan’ın yakın çevresinde, “Babacan bakan olduğunda adı bilinmiyordu, şimdi yeni bir bakan da işi götürebilir” diyerek, “faiz düşmanı yeni bir bakan” atanmasını isteyenler var. Bu arada Davutoğlu ya da bir başka Başbakanın “Babacan’ın yüksek kredibilitesi” nedeniyle, Babacan’ı dışarda bırakmak isteyebileceği de konuşulanlar arasında.
Babacan olmadığı takdirde, piyasaların o göreve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in atanacağına ilişkin umudu var. Halbuki kulislerde Şimşek’in Maliye Bakanlığını bile koruyamayacağı söyleniyor. Geçen kabine değişikliğinde Cumhurbaşkanı Gül’ün geri çevirdiği söylenen Nurettin Canikli’nin bu göreve atanacağı, Canikli’nin 3. döneminin sonuna gelirken Erdoğan’ın sözünü böyle yerine getireceği de konuşulanlar arasında. Yine paralel tartışmaları çerçevesinde Şimşek’in bakan olamayacağı AKP kulislerinde konuşuluyor.
Bu kritik süreç yaklaşırken Türkiye ekonomisine ilişkin verilerin bozulduğu, kötü sinyallerin her geçen gün artmaya başladığına şehit oluyoruz. Uluslararası rating kuruluşları Türkiye’ye ilişkin risk algısının artığını çarpıcı bir dille söylemeye başladılar. Bunun ardından Fitch’in Ekim, Moody’s’in ise Aralık ayında Türkiye’nin rating puanını düşüreceğine ilişkin beklentiler artmaya başladı. Piyasaları etkilemeye başlayan bu tedirginliğin asıl etkisini önümüzdeki dönem çok daha sert biçimde yaşayabiliriz. Ekonomi yönetimindeki bazı bakanların rating kuruluşlarının uyarıları üzerine ‘onları tanımıyoruz’ gibi klasik politikacı söylemine sarıldıkları görülüyor. Bu da ekonomide geçmiş kırılma dönemleri öncesi politikacıların verdiği demeçleri anımsatmaya başladı. Bu puanları yok saymak, hep başımıza iş açmıştı.
Geçen hafta sonunda açıklanan Merkez Bankası beklenti anketinde enflasyon, dolar kuru ve cari açık konusunda kötüleşmeler beklentileri zaten gösteriyor. Sadece geçen hafta açıklanan veriler bile kötü işaretlerin arttığının bir kanıtı. İşsizlik rakamları mevsimsel etkilerden arındırıldığında bariz kötüleşmeyi gösteriyor. Bununla birlikte yine geçen hafta cari açık rakamlarında yeniden bozulma başladığı da ortaya çıktı. Yılın ilk yarısındaki cari açıktaki olumlu seyrin tersine döndüğü, açığın yeniden artacağı artık kesin.
Yine geçen hafta ‘vergi tahsilatına ilişkin bozulmanın başladığı” haberleri gazetelerde yer aldı. Aynı vergi tahsilatı gibi SGK prim tahsilatında da son aylarda ciddi gerileme yaşanıyor. Bunun en büyük nedeni TBMM’de görüşülmesine ara verilen torba yasada yer alan vergi ve SGK aflarına ilişkin düzenlemeler. Bu maddelerin yasalaşmasının en erken Eylül ayı sonunu bulacağını göz önüne alırsak, birkaç ay daha tahsilatların düşük seyredeceği açık. Dolayasıyla bütçede bozulmanın ikinci yarıda hız kazanması, bunun mali disiplin adına ciddi tehlike işaretleri sayılıp, algıyı bozma tehlikesi var.
MALİ DİSİPLİN BOZULUR MU?
Vergi ve SGK prim tahsilatlarındaki düşüşün önemli bir nedeni de büyümenin ve üretimin yavaşlaması. Daralmaya bağlı ÖTV ve KDV tahsilatları zaten azalıyordu. Son gelen veriler büyümedeki daralmanın belirginleştiğini gösteriyor. İç talebe bağlı gerilemenin yanında, artık ihracatın da gerileme beklentisi, bu yıla ilişkin iç talep ile dış talebin dengeleneceği ve dış talebe bağlı büyüme umutlarını da suya düşürmüş görünüyor. Bölgemizdeki savaş hali, buna bağlı ihracat pazarlarının tıkanmasına ek olarak Avrupa’dan gelen son verilerin ekonomide daralma göstermesi, kıpırdanmaya başlayan Avrupa’ya ihracatın olumsuz etkileneceğinin kanıtı gibi.
Defalarca yazdık; Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın görevini bırakması piyasalarda ciddi olumsuz etki yaratabilir.
Bu kapsamda 27 Ağustos’ta toplanacak AKP Kurultayında kimin Genel Başkan, yani yeni Başbakan olarak atanacağı büyük önem taşıyor. 27 Ağustos tarihinin bir başka önemi daha var; Merkez Bankası’nın yeni faiz kararının alınacağı Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı da aynı gün gerçekleşecek.
Geçen ayki PPK toplantısında faiz indirimi devam etmiş, ardından yaptığı açıklamada Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, piyasadaki fiyatlandırmanın 0.50 baz puanlık indirime göre yapıldığını belirtmiş, dolayısıyla indirimin Ağustos ayında da devam edeceği sinyalini vermişti.
Ancak o zamandan bu yana çok şey değişti; küresel risk algısı daha da artarken, Cumhurbaşkanlığı seçimi tamamlanmasına rağmen içeride siyasi riskin büyüyeceği beklentisi arttı, bu arada jeo-stratejik riskler büyümeye devam etti. Bu gelişmeler sonucu faiz ve kurlarda ciddi artışlar kaydedildi, Merkez Bankası piyasadaki faiz oranlarını, parayı sıkılaştırarak yükseltmek zorunda kaldı.
Özetle; Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın yeni faiz indirimi sinyali vermesinin ardından piyasada çok şey değişmiş bulunuyor. Piyasa oyuncuları ise tüm bu kötüleşmeye rağmen, “PPK toplantısında yeni faiz indirim kararı artık çıkmaz” diyemiyorlar. Sebebi çok açık; Merkez Bankası yönetiminin o gün Kurultay yapacak olan Başbakanı, ertesi gün Cumhurbaşkanı olarak yeni Kabineyi atayacak Tayyip Erdoğan’ı kızdırmak istemeyeceği düşünülüyor.
Elbette, Merkez Bankası’nın bu kötüleşen iklime, rating şirketlerinin uyarılarına rağmen artık faiz indiremeyeceğini düşünen piyasa oyuncuları da var. Ancak konuştuğumuz bankacıların en az yarısının, her türlü koşula rağmen yine faiz indirimi yapılacağını tahmin ettiğini gördük.
Bir bankacı, “Merkez faiz indirimi yapmama cesaretini gösteremeyecektir. 0.50 puan indirim yaparsa faiz indiriminin devam edeceği, 0.25’lik indirim yaparsa artık faiz indiriminin sonuna gelindiğini anlayabiliriz” şeklinde konuştu.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin tamamlanmasının piyasaları rahatlattığı ama sonuç ne olursa olsun bundan sonra alınacak kararların ekonomide hayati öneme sahip olacağı anlaşılıyor. Seçimden hemen önce bankacılardan yoğun biçimde sorular almış, piyasanın seçim yorumlarını öğrenme fırsatımız olmuştu. Seçim öncesi özellikle Babacan’a dönük tartışmalar üzerine tedirgin olan bankacılar, “gerçekten yeni Kabinede Babacan olmaz mı, Erdoğan böyle bir hata yapar mı?” diye soruyorlardı. Başbakan Erdoğan’ın yüzde 55’in üzerinde oy alması halinde bu ihtimalin güçlenmesinden kaygı duyduklarını da açıkça söylüyorlardı.
Dün konuştuğumuz bankacılar piyasalar için en iyi sonucun çıktığını söylediler. Bir bankacı, şakayla karışık, “ikinci tura kalsaydı belirsizlik sürerdi, yüzde 57 oy bizi radikal değişiklik olur diye korkutacaktı, en iyi sonuç yüzde 50.5 olurdu ama 51.5 oy da bizi memnun etti” dedi. Özetle; piyasalar sonuçtan memnun. Ancak piyasa oyuncularının dikkat çektiği bir başka husus dünkü kur ve faiz hareketleri oldu. Kurun 2.18’e kadar çıktığını ama inince de 2.15’de kaldığını, faizde önemli düşüş olmadığını hatırlatan başka bir bankacı, “Demek ki herkes bundan sonra kırılganlığın artacağını düşünüyor, iyimser bir bakışla pozisyon alan görülmüyor” yorumunu yaptı. Bankacı önümüzdeki dönemde kırılganlığın yüksek seyredeceğini, piyasaların artık iyimser havadan çıktığını ve kısa sürede yeni bir iyimserliğin zor olduğunu da söyledi.
Bu gelişmeleri AKP yönetimi ve Tayyip Erdoğan’ın görmesi gerektiğini kaydeden aynı bankacı, böylesine bir ortamda ekonomi yönetiminde önemli bir değişiklik olacağını sanmadıklarını kaydetti. Babacan’ın görevi bırakmasının piyasalar için önemli olacağını ama onun yerine kimin geleceğinin çok daha önemli olacağını kaydeden bir piyasa oyuncusu ise “Örneğin Babacan yerine Mehmet Şimşek gelirse çok fazla bir şey değişmeyebilir ancak Babacan gidip piyasaya tepkiyle yaklaşan biri gelirse tepki çok sert olabilir” yorumunu yaptı. Özetle; bankacılar böylesine kritik bir süreçte ekonomi yönetimi anlayışının değiştirilmesini beklemiyor.
EKİM BAŞI YENİ PUAN
Piyasalar dün Fitch’den gelen açıklamayı kırılganlığın artmasına en iyi örnek olarak gösteriyor. Fitch, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasına rağmen Türkiye’de siyasi riskin hâlâ yüksek olduğunu belirterek, “Politik riskler, potansiyel sermaye girişlerinin cesaretini kırarak ve politika öngörülebilirliğini azaltarak Türkiye’nin kredi notunda baskı yaratmaya devam edecek” dedi.Moodys’in artık Aralık’a kadar yeni not açıklayamayacağını aksi takdirde “seçimler nedeniyle açıklamadı” suçlamasına hedef olacağını kaydeden bir banka analisti, Fitch’in ise Ekim ayı başında yeni notu açıklayacağını söyledi. Fitch’ın “siyasi kırılganlık Hükümetin etkinliği ve politika öngörülebilirliğini azaltırsa kredi notunda negatif bir adım atılmasına yol açabilir” ve “Erdoğan’ın baskısının Merkez Bankası’nın kredibilitesini zayıflattığını” söylediğini hatırlatan analist, bunun piyasada, “Ekim başında not indirimi ihtimalinin yüksek olduğu” biçiminde algılandığını söyledi.
Özetle; piyasalar kırılganlığın arttığı, ekonomik dengelerin bozulma riskinin büyüdüğü konusunda hemfikir. Böylesine bir iklimde ekonomi yönetiminin ve politika değişikliğinin tehlikeli bir adım olacağı kesin. Ne olacak, göreceğiz...
Türkiye’de mevcut ekonomik istikrarın sürüp sürmeyeceği, ekonomik dengelerde bozulma yaşanıp yaşanmayacağı, AKP’nin tartışmasız lideri Tayyip Erdoğan’ın tercihlerine bağlı olacak.
CUMHURBAŞKANLIĞI seçimlerinin tamamlanmasının ardından gözler önümüzdeki siyasi sürece çevriliyor. Piyasalar Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçilmesini zaten satın almışlardı. O nedenle bugün olumlu etkilense de, piyasaların kısa sürede normal seviyelerine inmesini bekliyoruz. Ancak ekonomik aktörlerin bu sonuç ile rahatlamadığını, aksine artık çok daha dikkatli olmak ihtiyacı hissettiklerini de söylememiz gerekiyor. Çünkü hem kısa süre içinde, başta yeni Genel Başkan ve Başbakanın seçimi olmak üzere, AKP içinde olacaklar, orta dönemde ise genel seçimlere kadar olacaklar piyasaları çok yakından ilgilendiriyor. Türkiye ekonomisi stratejik ve küresel risklerin yanında içerideki siyasi gelişmelerden ciddi biçimde etkilenecek.
YENİ EKONOMİ BAKANLARI
Özetle diyebiliriz ki; mevcut ekonomik istikrarın sürüp sürmeyeceği, ekonomik dengelerde bozulma yaşanıp yaşanmayacağı, AKP’nin tartışmasız lideri Tayyip Erdoğan’ın tercihlerine bağlı olacak. Ekonomiyi etkileyebilecek çok sayıda siyasi karar olacak. Bunların başında tabi ki AKP Genel Başkanlığı için seçilecek kişi, daha doğrusu Erdoğan’ın kimi tercih edeceği geliyor. Hemen ardından ise yeni kurulacak kabinede, özellikle ekonomiyi ilgilendirecek bakanların kimler olacağı… Genel başkanlık için Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile eski Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın adları öne çıkıyor. İş aleminin Yıldırım’ın Başbakan olmasın daha fazla isteyeceği kesin. Bir süredir Türkiye’nin Batı’dan uzaklaştığına ilişkin yaygın bir kanı var. Tercihi Davutoğlu olursa bu endişelerin artması beklenebilir. Yani Erdoğan’ın yapacağı tercih uygulayacağı yeni dış politikanın da ipuçlarını verecek ki; bu yeni politika bence de ekonominin geleceğinde artık hayati öneme sahip olacak.
GÜL İÇİN KRİTİK SÜREÇ
Son yıllarda ise durum tersine dönmüş, rating kuruluşları için politikacılar kötü sözler etmemişti. İşte son günlerde yeniden rating kuruluşlarının suçlanmaya başladığını görüyoruz. Çünkü ekonomide yapılan yanlışlar devam ederse yeniden ‘rating indirimi dönemi’ tehlikesi var.
Cuma günü yapılacak Moody’s açıklamasında rating indirimi olacak mı bilmiyorum ama şurası açık; şimdi olmasa bile bir dahaki rating döneminde puanın indirilmesi ihtimal dahilinde.
Nedeni açık; küresel ekonomideki değişim dönemine hazırlık yapması gereken Hükümet ve ekonomi yönetimi, bunun yerine açılmayı ve temkinli tutumu terketmeyi tercih etti. Bölgesel riskleri ve küresel ekonomideki değişimi yanlış okuyan, daha doğrusu ‘bize bir şey olmaz’ deyip gevşemeyi tercih eden yönetim, böyle yaparak puan indirimlerini yine gündeme taşıdı. Kendileri indirirken, başka ülkeler bu dönemde neden faiz artırdılar, hiç düşünmedi.
Nasıl ekonomide doğrular yapıldığı için puan artırımları yapıldıysa, şimdi de yanlışlar nedeniyle puan indirimi gündemde. Rating kuruluşları belirledikleri kriterlere göre değerlendirme yapıyor, buna göre yeni kararlarını belirliyorlar.
Aslında rating kuruluşlarının, diğer uluslararası kurumlar gibi, 2008 krizinden sonra değerlendirmelerinde esnek davrandıklarını, bazı riskleri puanlandırmak için beklemeyi tercih ettiklerini söyleyebiliriz. Ama bu esneklik sadece Türkiye için uygulanmadı, tüm ülkeler için geçerliydi.
Şimdi ise küresel finans ortamındaki değişikliğe hızla yaklaşıyoruz. Yeni şartlara uyum sağlayamayan ekonomiler, rating puanlarıyla uyarılmaya başladı. Çünkü şimdiden uyarılmazsa, değişim dönemi bizim gibi gelişmekte olan ülke ekonomilerine fatura, çok daha ağır çıkacak.
Bırakın nokta hedefi, enflasyon hedeflemesi çerçevesinde belirlenen koridorda üst sınır olan yüzde 8.5 oranının yakalanması bile artık mucizelere kaldı.
Yıl sonu enflasyon oranı için piyasaların beklentisi, dün açıklanan rakamdan sonra yüzde 9.5’in altına pek inemiyor. Önümüzdeki aylarda küresel ekonomideki gelişmeler ve bölgesel risklerin gerçekleşmesi halinde ise yıl sonunda enflasyonun yeniden çift haneye çıkması sürpriz olmaz. Sıcak para girişinde azalma halinde bunun kurlara ve enflasyona etkisi, petrol fiyatlarının daha yükselmesi halinde yine bunun fiyatlara etkisi kaçınılmaz olacak.
Dün açıklanan Temmuz ayı enflasyon rakamları beklentilerin üzerinde gerçekleşti. Tüketici fiyat endeksi TÜFE Temmuz’da yüzde 0.45 oranında artarken, yıllık enflasyon ise yüzde 9.32’ye yükseldi. Böylece 4 ay üst üste yüzde 9’un üstünde çıkan yıllık enflasyonun yılsonuna kadar bu oranın altına inmesi epeyce zor görünüyor.
Çünkü geçen yıl TÜFE Ağustos ayında yüzde 0.10 oranında gerilemiş, daha sonra sırasıyla yüzde 0.77, yüzde 1.80, yüzde 0.01, yüzde 0.76 oranlarında aylık artışlar kaydetmişti. Yani baz etkisinin kolaylık sağlamayacağı açık.
Enflasyondaki bu yükselişte gıda fiyatlarının etkisi büyük oldu. Haziran’da tarihi ortalamalarından ayrışarak aylık yüzde 0,36 artan gıda fiyatları Temmuz’da da yüzde 0,30 yükseldi. Böylece gıdada yıllık enflasyon yüzde 12,6’ya yükseldi. Temmuz ayında en yüksek katkı ise alkollü içecekler-tütün fiyatları ile ulaştırmaya yapılan zamlardan geldi.
Üretici fiyatlarında ise 3 aylık olumlu seyir sona erdi ve Temmuz’da yeniden yüzde 0.73’lük artış görüldü. ÜFE’de yıllık artış ise yine de 9.7’den 9.5’e düştü. Çekirdek enflasyon ise görece ılımlı, aylık yüzde 0.29 artış gösterdi ama yıllık artış hala yüzde 9.75 ile manşet TÜFE oranının üzerinde kaldı.