Dün gelen eylül ayı sanayi üretim rakamı da, bayram tatili gerekçesine rağmen, Türkiye’nin büyümeye geçmek yerine gerilemenin devam ettiğini gösterdi.
Hükümetin kriz sürecinde algılama hatası yaptığı, gerekli önlemleri almakta geciktiği ortada. Yaptığı tek şey, “IMF ile anlaşma yapacağız” beklentisini, 1.5 yıl sürdürmek oldu. Bu beklenti de bence artık aleyhe işlemeye başladı.
Şimdi artık “krizden çıkışı yönetme”yi konuşmak gerekiyor. Şimdiye kadarki performans, çıkışın iyi yönetileceği konusunda bir umut vermiyor, bu açık.
Geçen hafta sonunda İngiltere’de yapılan G-20 Maliye Bakanları ve merkez bankası başkanları nın toplantısının ardından IMF tarafından hazırlanan ‘Global Ekonomik Görünüm ve Çıkış Politikaları’ adlı bir rapor yayınlandı ve bence bu rapor işimizin çok daha zorlaştığını ortaya koyuyor.
Dolayısıyla yaşanan hareket piyasaları pek korkutmadı. Bu düzeltme hareketinin bir yandan ünlü ekonomistlerin “yeni dip”lerden sözedip, “W” beklentisini körükledikleri öte yandan ise uluslar arası piyasalardan son dönemlerin neredeyse en iyi haberlerinin geldiği bir sürece denk gelmesi ise ilginçti. Hatırlarsanız; hareketin yaşandığı son iki haftada, hem Rouibini’nin yeni karamsar demeçleri, hem de ABD’den ilk kez büyümeye geçildiği, Avrupa’nın toparlanmaya başladığına ilişkin veriler birlikte geldi.
Bence bu tür hareketler yani düzeltmeler önümüzdeki dönemde de sık sık yaşanacak. Temel neden ise krizden çıkış ve düzelmenin yavaş ve uzun bir süreye yayılacak olması...
Bu sağlıklı bir süreç mi derseniz, mevcut koşullarda sağlıklı olduğu söylenebilir.
Çünkü birkaç ay öncesine bakarsanız; piyasaların çok hızlı yol aldığını açıkca görebilirsiniz. Hisse senedi piyasaları hisselere konu şirketlerin durumu kötü olmasına rağmen çok yükseldi, petrol fiyatları sanki dünya krizden çıkmış da tam gaz büyüyormuş gibi bir hareket izledi. Yani piyasalar aldı başını gitti.
Piyasalar aldı başını gitti ama bunun reel ekonomide karşılığının olmadığı görüldü. Yani piyasalar, reel sektörün çok önünde hareket etti ve bir yerde durması, reel sektöre doğru yakınlaşması gerekiyordu.
Özetle; bir süre sonra piyasaların yeniden normale döneceği bekleniyor.
Piyasa uzmanları içerideki hareketlerin neredeyse tümüyle dışarıdaki hareketlere bağlı olduğunu, dışarıdaki hareketin de “aşırı risk alınması”nın anlaşılmasıyla ortaya çıktığı görüşündeler.
Piyasa uzmanları uluslararası piyasaların geldiği noktanın planlanan noktanın çok üzerinde olduğunun anlaşılması üzerine bu hareketin ortaya çıktığını, bir tür “köpük alma” işlemi ile normal düzeylere çekilmeye çalışıldığı görüşündeler.
RİSKLER ARTMAYA BAŞLADI
Uluslararası piyasaların baştan beri kendini iyimser hissetmek zorunda kaldığı, iyimser planlar yaptığı ama bu planların bile üzerine çıkıldığının anlaşılması üzerine bu düzeltmenin başladığı ifade ediliyor.
Peki, son dönemlerde yoğun olarak tartışılmaya başlayan “yeni bir dip” hareketinin nasıl olacağı sorulduğunda ise, böyle bir hareket eğer olacaksa, bunun daha sonraki dönemlerde yaşanmasının daha muhtemel olduğunu söylüyorlar.
Bundan sonra ne olur derseniz; bir tür geri çekilme yaşandıktan sonra yine iyimser senaryonun devreye girmesinin, yani trendin yine yukarı dönme ihtimalinin yüksek görüldüğünü söylemeliyiz. Nereye kadar olduğunu ise doğal olarak, en azından şimdilik, bilen yok...
Bize gelince; belli ki dışarıdaki hareketlere bağlı olmaya, iç piyasaların buna bağlı dalgalanmasına devam edeceğiz. Ancak son dönemlerde bizim gibi gelişmekte olan ülkelerdeki dalgalanmaların daha sert olduğunu da görmek lazım. Bence ileride bizim, diğer gelişmekte olan ülkelerden de ayrışmamız mümkün. Bu ayrışma, artık düşük bir ihtimal haline gelen IMF anlaşması yapıldığı takdirde olumlu, yapılmadığı takdirde ise daha kötü olabilir.
Daha önce yapılan anlaşma uyarınca zaten gazı bulunmuş, yani araması yapılmış 3 sahadan gaz üretecektik şimdi ise sil baştan önce arama yapacağımız söyleniyor. Bu şekilde işin uzun sürüp maliyetin daha da artacağı kesin. Uzmanlara göre böyle bir sahada gaz araması yapıp, üretime hazır hale getirmek için gereken maliyet 3 ile 3.5 milyar dolar arasında. Gazı ürettik diyelim; boru hattını yapıp, satışa hazır hale getirmek için gereken yatırım miktarının ise 2.5 milyar ile 4 milyar dolar arasında değişebileceği söyleniyor.
Yani en iyi ihtimalle 6 milyar dolarlık bir yatırım gerekiyor. Diyelim ki 3 yıla yaydık, yılda gereken kaynak miktarı en az 2 milyar dolara ulaşıyor. İran’ın kaynağı yok, peki Türkiye bu kaynağı nereden bulacak? Bu ortamda acaba bu soru kimsenin aklına geliyor mu?
İş kaynakla da bitmiyor. Bizim de gaz üreteceğimiz Pars sahasında 29 blok var ve Çin’inden Hindistan’ına birçok ülke, uluslararası dev petrol şirketleri bu sahalarda zaten arama yapıyor, bu kargaşa içinde bizim hangi alanda arama yapacağımız sıkıntı olmaz mı?
2 yıl önce anlaşma yaptığımızda da gündeme gelmişti, İran anayasasından kaynaklanan gazın üretilip satılmasına ilişkin birçok kısıt var, bu konuda belirsizlikler aşıldı mı?
Bu soruların yarattığı sıkıntıları çözseniz bile bu kez devasa bir uluslararası ilişkiler sorun yumağı var. Anlaşmaya ABD’den tepki gelmedi deniyor ama 2 yıl önce de öyle olmuştu; ABD açıktan tepki vermiyor, alttan alta epeyce tepki gösteriyor. Aynı şekilde Avrupa’nın İran’ı sisteme sokmaya nasıl bakacağı da, biraz ABD’ye bağlı olsa da hâlâ muğlak...
Keşke Türkiye İran’da kendi gazını çıkarıp, arz güvenliğini büyük ölçüde garantiye alsa, keşke Avrupa’ya Nabucco kanalıyla İran gazını da verse tam üyelik için elini kuvvetlendirse. Keşkeleri çoğaltabiliriz ama bunların gerçekleşmesi o kadar kolay değil. Belki 10 yıl sonra, uluslararası ilişkiler başka bir boyut kazanacak ve bunlar gerçek olabilecek ama şimdilik bu konuda kamuoyuna “yarın güllük gülistanlık” havası vermek, yarardan çok zarar verir.
TPAO GÜVEN VERMİYOR
İran’da gaz arama ve çıkarma için anlaşma yapılırken dönemin Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) yönetimi “Biz bu işi yapamayız” demişti. Şimdi yine TPAO’ya görev düşüyor ve aynı hükümet aynı yönetim dönemindeyiz, kuruluş bu işi nasıl yapacak?
Bununla birlikte ekonomik açıdan somut sonuçlar doğuran açıklamalar duyduk.
Örneğin Enerji Bakanı, pazarlıklar sonucu Azerbaycan’a aldığımız gaz karşılığı fark ücreti ödenmesi konusunda mutabakat sağlandığını söyledi. Buna karşılık, bundan sonra Azerbaycan’dan alınacak doğalgaza ne kadar fiyat ödeneceği konusuna ise, belli ki henüz anlaşma olmadığı için, girmediği gözlendi.
Türkiye Azerbaycan’dan 2007 yılından beri gaz alıyor. Anlaşmaya göre ilk yıl için bin metreküp fiyatı 120 dolardı ama diğer yıllar için artması gerekiyordu. Buna karşılık aynı fiyat üzerinden alımlar devam etti daha sonra anlaşılacak fiyat üzerinden fark ödenmesi kararlaştırıldı. Azeriler fiyatın 250 dolara çıkmasını istiyorlar ama Türkiye bunu kabul etmiyordu.
Türkiye’nin 120 dolardan ödeme yaptığı 2008-2009 yılları için de, fiyat 250 dolardan hesap edilip, 1 milyar doların biraz üzerinde bir ek fatura çıkarılmıştı.
Öğrendiğimiz kadarıyla varılan anlaşmaya göre geçen 2 yılda alınan gaz için 250 dolar değil ama 220-230 dolar civarında bir fiyat belirlenmiş. Dolayısıyla Türkiye’nin geçen 2 yılda aldığı doğalgaz için Azerbaycan’a 600-800 milyon dolar civarında bir fark ödemesi gerekecek.
Fiyat pazarlıklarının hala sürdüğünü bildiğimiz bir ortamda Enerji Bakanının fark için anlaşmaya vardık demesi Ankara’da ilginç bir gelişme olarak değerlendirildi. Bu açıklama, Türkiye’nin pazarlıklarda 160-170 dolardan alım yapmak isteğinin Azerbaycan tarafından kabul edilmediğini, büyük ölçüde Azerbaycan’ın istediğini aldığını gösteriyor.
Bundan sonra alınacak Azerbaycan gazına ödenecek fiyatın da bu anlaşma baz alınarak 220-230 dolar civarında olması bekleniyor.
TÜKETİCİYE YANSIYACAK
“Faiz indiriminde temkinli olmak gerek, aksi takdirde trendde dönüş öne çekilir” dediğimizde, “yine bankaların yanında yer aldığımız” şeklinde suçlamalarla karşı karşıya kaldık.
Aynen IMF ile anlaşma yapmak gerektiğini, bu anlaşmanın getireceği kaynak ve güvene ihtiyaç duyduğumuzu, aksi takdirde piyasalardaki olumlu gidişatın süremeyeceğini, çok düşük büyüme oranlarıyla yetinmek zorunda kalacağımızı söylediğimizde, “IMF yanlısı” damgasını yediğimiz gibi...
Geçtiğimiz hafta sonunda, Hazine kağıtlarının faiz oranlarında trend değişikliğinin başladığına şahit olduk. Sebep açık; Hazine, geliri azalmasına rağmen yüksek miktarda harcamaya devam ediyor, dışarıdan kaynak azaldığı için finansman ihtiyacının büyük bölümünü içeriden borçlanmak zorunda kalıyor, dolayısıyla borçlanmanın maliyeti artıyor yani faizler yükseliyor...
FAİZLERİN YUKARI DOĞRU SEYRİ
Şimdi geldiğimiz noktada, daha önce IMF anlaşmasına gerek olmadığını düşünenlerin bile, artık “IMF anlaşması olmazsa faizlerin yukarı doğru seyrinin devam edeceğini” söylemeye başladıklarına şahit oluyoruz. Bundan sonra bu yöndeki yorumların daha da artması kaçınılmaz. İşaleminden gelen IMF ile anlaşma taleplerinin de, bu nedenle biraz daha artacağını tahmin ediyorum. Hatta, kurlar ve faizler konusunda Merkez Bankası yönetimine akıl veren ihracatçı birlikleri bile, faizlerdeki tavırlarını değiştirebilirler.
Geçen hafta yapılan, Hazine kağıdında önemli alıcı bankalardan oluşan, piyasa yapıcıları toplantısından sonra faizlerin yukarı doğru harekete geçmesi, ya piyasa oyuncularından bazılarının işlerini iyi yapmadıklarını yani verilere bakmadıklarını, ya da artık “iyiyi satın almanın sonuna gelinmeye başladığını” gösteriyor. Çünkü o toplantıda Hazine ve Merkez Bankası yöneticilerinin söyledikleri, yükselişe neden olduğu söylenen, yeniden borçlanma oranının yüzde 100-105 arasında olacağı zaten biliniyordu. Eğer gerçekten birileri bunu yeni öğrenip de harekete geçtilerse, bence işlerini pek iyi yapmadılar demektir.
Merkez Bankası’ndan yapılan fonlamanın faiziyle Hazine kağıtları faizleri arasındaki farkın azaldığı, dolayısıyla Merkez’den para alıp Hazine kağıdına yatırmanın artık cazip olmaktan çıktığını biliyorduk ve defalarca yazdık. Orta Vadeli Program (OVP) ve 2010 bütçesiyle birlikte yeni yılda borçlanma oranının yüksek olacağı da zaten apaçık ortadaydı. Yani piyasa yapıcıları toplantısında yeni öğrenilen bir şey yoktu ki...
Ancak şimdi, faiz düşüşünde sona gelindiğini, Hazine faizlerinin cazip olmaktan çıktığını, Hazine’nin 2010 yılında ödediğinden fazla borçlanacağının anlaşıldığı, bu nedenle faizlerin yükselişe geçtiği söylemeye başlandı.
Merkez Bankası artık yarım puanlık indirimlerin sonuna gelindiğinin, birkaç ay daha çeyrek puanlık indirimlerle yetinilip daha sonra durulacağının mesajını, son Para Politikası Kurulu notlarıyla açık biçimde verdi. Aradaki yüzde 1-1.5’lik farkla, 20 aydan uzun süreli Hazine kağıdı almanın artık, sizce cazibesi kalmış olabilir mi? Kalmadığı çok önceden belliydi ve işini iyi yapan bankacılar zaten son birkaç aydır bunu görüp pozisyonlarını değiştirmeye başladılar. O nedenle son toplantıdan sonra harekete geçenler varsa, bence onların sorunu.
HARCAYACAKSANIZ PARA BULUN