Paylaş
Elbetteki bir belediye başkanın hiç girmemesi gereken bu tartışma zemini de önemli ama, Gökçek’in vatandaşları içine çektiği platformda istediği gibi at koşturduğunu ve ekmeğine yağ sürdüğünü unutmamak gerek. Onun hiç tartışmaya açmak istemediği ve üstünü kapatmak istediği konuya gelirsek.
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’e karşı beş yıldır verdiğim mücadelenin ödülleri yavaş yavaş gelmeye başladı. Önce Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi derken yargıdan sevindirici karar geldi, ardından da Çankaya Belediyesi’den beklenen atak. Artık Ankaralılar adına sürdürdüğüm yorucu ve gergin mücadelenin sonuna geldim. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, bu mücadeleyi sürdürürken ne siyasetin dipsiz kuyusuna girdim, ne de kişisel beklenti içine... Hedefim de Ak Parti de yoktu, CHP de, MHP de... Kısaca tüm siyasi partileri kapsam dışında bıraktım. Sadece Melih Gökçek’in yasal sınırlar içinde kalmasını ve her kuşun etinin yenemeyeceğini görmesini hedefledim.
1 Nisan 2012 tarihli yazımda da belirttiğim gibi Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararını onamış ve Melih Gökçek’in yaptığı hakaretlerden dolayı birikmiş faizleriyle beraber şahsıma tam tamına 9 bih 616 lira para ödemesine karar vermişti. Tabii parayı alır almaz gerekeni yaptım ve Çağdaş Yaşamı Destekleme, LÖSEV gibi sosyal kuruluşlara bağışta bulundum. Bir de sıkıntılarını yakından bildiğim ihtiyaç sahiplerine destek oldum. Peki ben bu parayı nasıl kazanmıştım? Daha doğrusu neyin mücadelesini vermiştim?
SOKAĞI İHYA ETTİ DEDİM KIYAMET KOPTU
Gökçek’le kavgamız, “Ankara’yı bilmem ama bizim sokağı ihya etti” başlığıyla kaleme aldığım yazı üzerine başlamıştı. Melih Gökçek bu yazıya çok öfkelenmiş ve hemen telefona sarılıp, benimle içeriği hakaret dolu bir konuşma yapmıştı. Telefonun ötesindeki sesi kulak zarını yırtacak kadar yüksek ve sinirliydi. Kimi zaman terbiye sınırlarını aşan sözlerle bezeli konuşmasında yazdığım konuya kendince açıklık getirmeye çalışmıştı.
Melih Bey, büyük oğlu Ahmet Gökçek ile ailesinin oturması için Oran semtinde, belki de Ankara’nın en değerli arsası sayılabilecek Panora Alışveriş Merkezi ile Park Oran Konutları’nın bitişiğindeki Funda Sitesi’nde villa satın almıştı. Önce tapu kaydına göre 743 bin liraya satın aldığı bu villayı hangi birikimiyle aldığını sormuştum. Zira konuyu köşeme taşımamdan yaklaşık bir ay önce çıktığı iki televizyon programında gazetecilerle tartışırken, “Bizim ailece öyle fazla bir paramız yok” demiş, kendisi, eşi ve çocuklarının toplam birikiminin 160 bin lira civarında olduğunu açıklamıştı.
Aradan bir ay geçtikten sonra bu villayı nasıl aldığını sormuştum ki kavga kıyamet koptu. Yanı sıra bu villanın bahçesinde gördüğüm yasadışı bir uygulamayı da yazılarıma taşımıştım. Etrafı duvar ve ağaçlarla örülen bahçenin villaya ait kısmı azınlıkta kalırken, bir bölümü halkın kullanımına açılması gereken parka, bir diğer bölümü de yine kamuya ait trafo alanına aitti. Yani Gökçek, halka açık olması gereken park ile trafo alanını kendi villasının bahçesine eklemişti. Üstelik Mevzii İmar Planı’na göre villanın etrafına çit, duvar gibi sabit ayraçlar yapmak yasakken.
TESLİM BAYRAĞINI ÇEKMESİ UZUN SÜRMEDİ
Melih Gökçek öncelikle televizyon programında “Ben villayı satın aldığımda durum böyleydi” demişti. Ben de, “Siz aldıktan sonra böyle bir duruma şahit olduysanız, halen niye görevinizi yapmıyorsunuz? Vatandaşın ve kamunun malına sahip çıkmak sizin göreviniz değil mi? Yoksa bu durum villanızdan dolayı işinize mi geliyor?” diye soru yöneltmiştim.
Melih Bey’in, villanın illegal şekilde el konulan bahçesi için verdiği, daha sonraki yanıtlar da ekran başındakileri güldürür içerikteydi. Sonuçta “Burayı satın alırken ve sen yazana kadar bu durumdan haberim yoktu. Çankaya Belediyesi gelsin parklarını alsın” diyerek teslim bayrağını çekmişti.
Bu konuşma üzerine aradan tam beş yıla yakın bir süre geçmesine rağmen, vatandaş Ankara’nın en gözde yerindeki bu parka kavuşamamıştı. Üstelik villanın bahçesini çevreleyen çit şeklindeki ağaçlar daha da büyümüş ve bırakın içeri girmeyi, görmeyi bile engellemişti. Üstelik kavgamızın ilk yıllarında Çankaya Belediyesi sorumluluğundaki parka sahip çıkamamıştı.
Gazete sütunu, ardından telefon görüşmesiyle başlayan tartışma, 2007 yılında Tempo Dergisi’nde yayınlanan köşe yazımla doruk noktasına ulaşmıştı. Birçok gazetedeki köşe yazarı bu yazım üzerine Gökçek’e yüklenip, konuya açıklama getirmesini istemişti. O sıralar Star TV ekranlarında Objektif programını sunan Kadir Çelik ise iki hafta üst üste canlı yayında bizi karşı karşıya getirmişti. İşte mahkeme kapılarına kadar taşınan tartışmamızda bu şekilde başlamıştı. Ben 100 bin liralık hakaret davası açmıştım, o da ‘kamuoyuna gerçek dışı bilgi verdiğim ve kişilik haklarını zedelediğim için’ 50 bin liralık manevi tazminat davası...
DON KİŞOTLUK SIRASI ÇANKAYA BELEDİYESİ’NDEYDİ VE
Yaklaşık beş yıldır süren davamız ise bir kaç ay önce karara bağlanmıştı. Sonuçta da Gökçek’e tükürdüğünü yalatacak manevi tazminat davasını kazanmıştım. Bunun müjdesini sizlerle paylaştıktan sonra da Gökçek Villası ile ilgili bir daha yazı yazmayacağımı beyan etmiştim. Zira halka ait park alanına kendi görev ve yetkisi dâhilindeyken sahip çıkmayan Çankaya Belediyesi dururken benim Don Kişotluk yapmamın bir manası olmadığını dile getirmiştim. Ben bir gazeteci olarak haberi bulup, çıkarmış, kamuoyunun bilgisine sunmuştum. Üstelik yazdıklarım doğru olduğu halde Gökçek gibi bir politikacıyla haklılık mücadelesi vermiştim. Artık villanın el koyduğu park alanını halka iade etme işi Çankaya Belediyesi’nin sorumluluğundaydı.
Sonuçta Çankaya Belediyesi’de beklenen hamleyi yaptı ve Gökçek villasının el koyduğu park alanını mahkeme kararıyla geri aldı. Geçenlerde de bu alanın tanzimini yapıp, vatandaşın kullanımına aştı. Tüm Ankaralılar gibi gidince gördüm ki, güzel bir park olmuş. Üstelik parkın kapladığı alanın büyüklüğünü gördükçe mücadelemin ne kadar haklı temellere oturduğunu bir kez daha anladım. Yazmasam, dile getirmesem ve Çankaya Belediyesi’ni harekete geçirmesem bu alan villa tarafından çoktan yutulup, yok edilmiş olacaktı.
Buradan Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık ve ekibine teşekkür ediyorum. Yalnız bu parkın açılış törenini halka duyururken ki üslubunu biraz yetersiz buldum. Duyuru şöyle:
ARSAYI İŞGAL EDENİ AÇIKÇA SÖYLEMELİYDİLER
“Çankaya Belediyesi, kamuya ait olduğu halde villa bahçesine katılmış bir arsa üzerindeki işgali kaldırarak parka dönüştürdü. Yeşil alan çalışmalarına hız veren Çankaya Belediyesi, bir yandan yenilerini yapıp, eski parkları onarırken diğer taraftan da kamunun ortak malı olan alanlarını korumaya, buraları halkın ortak kullanımına açmaya devam ediyor.
Turan Güneş Bulvarı’nda bir villanın bahçesinin genişletilerek, kamuya açık bir park alanını duvar örmek suretiyle villa bahçesine katılmasına son verildi. Söz konusu park alanı, bulvardan girişler açılarak erişilebilir hale getirildi, peyzaj düzenlemesi yapılıp oyun grupları ve spor aletleriyle halkın aktif kullanımına açıldı.
Gazeteci Erdal İpekeşen’in de gündeme getirdiği bu alandaki park düzenlemesi yapılarak, parka İpek Parkı ismi verilmesi kararlaştırıldı. Turan Güneş Bulvarı üzerinde rahat bir nefes alma noktası haline getirilen İpek Parkı’nın 8 Haziran 2012 Cuma günü hizmete açılması planlanıyor.”
Bence bu villanın açık açık Melih Gökçek’e ait olduğu yazılmalıydı. İkincisi ise “Gazeteci Erdal İpekeşen’in de gündeme getirdiği” şeklinde başlayan cümleye itirazım var. Açıkçası villayı ve işgal ettiği alanı ben gündeme getirdim, çok sonra Çankaya Belediyesi harekete geçti. Yani siyasi beklentilerle rol kapma girişimi ve ucuz kahramanlık biraz hafif kaçmış.
Gelelim parka benim soyadımın ilk dört harfinin verilmesine. Yani “İpek” parkı denmesine... Ne benim böyle bir talebim oldu, ne de beklentim. Gökçek yasal sınırlarına çekilip, Ankaralılar malına kavuştu ya, bu bana yeter.
Paylaş