2000’li yılların başarı hikayesinin arkasındaki etkenlerden bazıları üretimde verimlilik artışı ve verimlik artışlarına göre reel ücretlerdeki makul artışlardı. 2008 yılına geldiğimizde, bu etkenlerin zayıflamakta olduğunu görüyoruz.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde verimlilik artışları gereğinin önemi daha çok dışsal etkenlere de bağlı olabilen sermaye akımlarının döviz kurlarına olan etkilerinden kaynaklanıyor. Değerlenen yerli para ile rekabetçi kalabilmenin tek kaynağı üretimde verimlilik artışları oluyor. Türkiye son yıllara kadar bu dengeyi iyi götürmüştü.
ZORLUKLAR
Reel ücretlerin 2001 Krizi ile beraber hatırı sayılır bir biçimde düşmesi de, 2001 yılı sonrasında üretimde maliyetlerin belli bir düzeyde tutulabilmesinin önemli etkenlerinden biriydi. 2002-2004 döneminde gerçekleşen enflasyon anketlerle ölçülen enflasyon beklentilerinden düşük olduğu halde, reel ücretler çok artmadı. Bu anlamda, aslında beklentiler gerçekleşmelerle büyük ölçüde uyumlu gitti denebilir.
Yabancı sermaye girişinin yoğun olduğu bir dönemde Türk Lirası ciddi boyutlarda değer kazanmış olsa bile, reel ücret artışları büyük ölçüde üretimde işgücü verimlilik artışlarının gerisinde kalınca, paranın reel değerlenmesi büyük ölçüde telafi edildi.
Gelinen noktada, paramızın reel değerlenmesini telafi edecek unsurların zayıflamış olması söz konusu. Dolayısıyla, bundan sonraki strateji üretimde verimliliği daha hızlı artıracak önlemlerin alınması olmalıdır.
Ekonomi çözülmesi zor, bazen de olanaksız, çelişkiler yumağıdır. Üretimde verimliliğin artırılması demek kısa dönemde işsizlikle mücadelenin daha da zorlaşması anlamına gelir. İşsizlikle mücadelenin öncelikli olduğu bir ortamda ise kısa dönemde verimlilik artışlarından vazgeçmek zorunlu olabilir. Siyasi açıdan, çözümlere yönelik birinci zorluk bu noktada.
İkinci zorluk, son dönemdeki enflasyon gerçekleşmelerinin enflasyon beklentilerini iyice bozmuş olması. Merkez Bankası’nın enflasyon beklentilerini yönlendirme gücü giderek zayıfladı. Enflasyon hedefi itibar yitirdi. Dolayısıyla, parasal otoritenin reel ücret gelişmelerini yönlendirebilme kabiliyeti azaldı. İşgücü piyasasına esneklik kazandırmak bu açıdan da çok önemli hale geliyor. Bu zorluğu yalnızca biz değil, Almanya, Fransa gibi gelişmiş ülkeler de yaşıyorlar. Bu konuya yarın geri döneceğim.
YOLUN SONU
Verimlilik artışı ve reel ücret konularında yeterli gelişmeleri sağlayamamak uluslararası sermaye akımlarının hem bollaşması hem de daralması durumlarında Türkiye ekonomisini zora sokacak gibi görünüyor. Bir başka açıdan, uluslararası sermaye akımlarına güvenerek yapısal reformları savsaklamanın olanağı artık kalmadı. Çünkü, yabancı sermaye girişleri yoluyla paramızın reel değerlenmesi durumunda da, üretim artışları sağlamak artık zorlaşacak. Yabancı sermaye akımları kesildiğinde, paramızın reel değer kaybetmesi sorunlara çare değil, sorunların kaynağı olacak.
Kısacası, iktisadi açıdan Türkiye bir yol ayrımına geldi. Yüksek büyüme ve düşük enflasyonun ilacı, verimlilik artışı hızlanmadan ve reel ücret artışları makul düzeylerde tutulmadan, dışsal etkenler olmaktan çıkıp içsel yapı değişmeleri oldu. Bu konularda son birkaç yılı harcadık. Artık, yolun sonuna geldik.