14 Ekim 2008
KÜRESEL krizin yayılıp derinleşmesiyle Türkiye’de de toplumun çeşitli kesimlerinden sesler yükselmeye başladı. Özetlersek, herkes yaklaşan fırtınadan kendine bir zarar gelmemesini istiyor. Hükümetten bir şeyler bekliyor. Konjonktür de uygun. Gelişmiş ülkelerin hükümetleri neredeyse her gün yeni bir önlem paketi açıyor. Merkez bankaları faizleri indiriyor. Devlet, bankaların kötü yatırımlarını satın alıyor. Bankalara nakit veriliyor. Bazı bankalara devlet ortak oluyor. Belki, önümüzdeki dönemde, benzer yardımlar gelişmiş ülkelerdeki bazı büyük şirketler için de söz konusu olabilecek. Çünkü, kriz finans sektöründen reel sektöre sıçradı.
SORUN DÖVİZ İSE
Türkiye ekonomisinde henüz fazla bir şey görmedik. Batı’daki fırtına bize de gelir beklentisiyle, ekonomik birimlerin tutucu olmaları söz konusu olabilir. Kendi sorunları ile boğuşan bazı uluslararası yatırımcıların Türkiye’deki finansal yatırımlarının bir bölümünden çıkmaları da olağandır. Bugünlerde bizim gibi gelişmekte olan ülkelere yatırım yapmaya niyetlenen bazı yatırımcıların kararlarını ertelemeleri bizleri şaşırtmamalı. İhraç ürünlerimize yönelik talep düşüşleri de yaşanmaya başlamış olabilir.
Hükümetten talep edilenler ise yaşanmaya başlanmış olabilecek sorunlarla fazla alakalı değil. Bazıları banka kredilerinin olası daralmasına yönelik olarak hükümetin önlem almasını bekliyor. KOBİ’lere krediler kesilmesin isteniyor. Hükümet ne yapacak ki?
Bazıları iç talebin canlandırılmasını istiyor. Örneğin, Merkez Bankası’nın faizleri düşürmesi bekleniyor. Kendilerine göre haklılar da! Koskoca merkez bankaları (Amerikan ve Avrupa) enflasyon yaratabilir diye düşünmeden faizleri indirdiklerine göre bizim ki ne duruyor? Bazıları hükümetin ucuz kredi vermesini talep ediyor. Bazıları da önümüzdeki dönemde işsizliğin olası artışı karşısında bir şeyler yapılmasını istiyor.
Hiç kimse, sorun, eğer olacaksa, nereden kaynaklanabileceği konusunda fazla kafa yormuyor. Sorun, eğer olacaksa, Türkiye ekonomisinin yakın geçmişteki üretim düzeyini sürdürebileceği dış mali kaynaklara ulaşamamasından kaynaklanacak. Yani, sorunumuz bugünkü fiyatlardan arzuladığımız kadar döviz bulamamak olacak. Yaklaşık bugünkü fiyatlardan yakın geçmişteki üretim düzeyini devam ettirecek döviz bulabildiğimiz takdirde, Batı’da yaşanan sorunların hiçbirinin bizde de olma olasılığı çok düşük. Bizde güven krizi yok.
ÇÖZÜM PARA BASMAK DEĞİL
O halde, hükümetten beklenen tüm önlemler, bugünkü fiyat düzeylerinde olası bir döviz kıtlığının yaratabileceği sorunları para basarak çözmeye çalışmak anlamına geliyor. Hükümetin bu konuda yapabileceği hiçbir şey yok. Döviz sorunu Türk Lirası basarak çözülemez. Çözülmeye çalışıldığında, olası bir ekonomik kriz daha da derinleşir.
Gerçek çözüm olası döviz kıtlığını önleyebilecek önlemlerdir. İlk akla gelen çözüm IMF ile anlaşıp belli bir dış krediye ulaşabilmenin yolunun açılmasıdır. Bu konuda geç kaldık, ama hala bir şeyler yapılabilir. Devam edeceğim.
Not: Cuma günkü "Dolar-Euro paritesine ne oluyor" başlıklı yazımda "Daha bir ay öncesine kadar 1 Euro neredeyse 0.62 dolara kadar gerilemişti. Şimdi, 1 Euro 0.74 dolara sıçradı..." cümlelerinde "dolar" ve "Euro" kelimeleri yer değiştirmeleri gerekiyor. Yanlışlık için özür dilerim.
Yazının Devamını Oku 13 Ekim 2008
SON günlerde sıkça duyulan "bize bir şey olmaz" ya da "hamdolsun durum iyi" gibi saptamalar bana bir fıkrayı hatırlattı. New York’taki gök delenlerden birinin 90. katından atlayan adam hızla düşerken, 50. katta camları temizleyen adam sorar "işler nasıl gidiyor?" Düşmekte olan adam cevap verir: "şimdilik fena değil."
Tüm ekonomiler gibi, biz de oldukça yüksek bir yerden düşmekteyiz. Biz atlamadık, ama bizi arkamızdan itiyorlar. Şimdilik durum iyi. Ama, henüz kaçıncı kadar düştüğümüz hakkında bir bilgimiz yok. Her şeyden önemlisi, aşağıda bizi bekleyip yere çakılmamızı önleyebilecek çarşafı açmış itfaiyecilerin olup olmadığını da bilmiyoruz.
Belki, aşırı bir panik havası yaratmamak için yetkililerin çıkıp "galiba işer kötü" demeleri beklenmemeli. Ama, bazı gerçekçi yaklaşımlar da sergilenip ekonomik birimlerin mümkün olduğunca kendilerini korumaya alabilmelerine de fırsat tanımalıyız. Aldatıcı olmamalıyız. Çünkü, en kötü durum fırtınaya hazırlıksız yakalanmaktır. O takdirde, tahribat çok daha büyük olur.
SORULAR
"Ne olabilir?" sorusuna yanıt kişiden kişiye değişebilir. Bu soruya yanıt vermezden önce, aşağıdaki soruları kendiniz yanıtlayın. Verdiğiniz yanıtlara göre de, neler olabileceğini kendiniz düşünmeye çalışın.
Hazine Müsteşarlığı istatistiklerine göre, bu yılın haziran ayı itibariyle Türkiye ekonomisinin toplam dış borcu 284 milyar dolar. Bu borcun 191 milyar doları özel sektöre ait. Özel sektörün kısa vadeli (vadesi bir yıldan az) borcu 48 milyar doları buldu.
Amerika ve Avrupa’da bankaların birbirlerine borç vermekten çekindiği, en yüksek kredi değerliliğine sahip dev dünya şirketlerinin kredi limitlerinin düşürüldüğü bir ortamda, bizim özel sektörümüz vadesi gelen kısa ve uzun vadeli dış borçlarını yeniden borçlanma yoluyla çevirebilecek midir? Ne kadarını çevirebilir? Dış borçların bir bölümünü geri ödemek durumunda kalır mıyız? 0=borçlarımızın hiçbirini çeviremeyiz, 10=borçlarımızın hepsini çevirebiliriz, olsun. Siz de 0-10 arasında bir not verin.
Bir ipucu: kısa vadeli borçların bir bölümü ticari kredilerdir. Yani, yabancıların bize mal satmaları karşılığında açtıkları kredilerdir. Dünya çapında bir ekonomik durgunluk söz konusu olsa dahi, bize mal satmak için yurt dışındaki şirketlerin bize ticari kredi vermelerinde bir sorun olacağını düşünmek çok gerçekçi değil.
Bugünkü ekonomik dengeler ("hamdolsun iyiyiz" dedirten durum) Türkiye ekonomisinin yılda 50 milyar dolar civarında taze dış borçlanması durumunda geçerli. Diyelim ki, petrol ve diğer ana mallar fiyatlarındaki düşüşlerin devam etmesiyle taze dış finansman ihtiyacımız bugünkü dengeleri korumak için önümüzdeki dönemde yıllık 40 milyar dolara düştü. Bugünkü ortamda Türkiye ekonomisi yılda 40 milyar dolar taze dış kaynak bulabilir mi? Burada da, 0=beş kuruş alamayız, 10=40 milyar buluruz olsun. Bu alanda da, 0-10 arasında bir rakam seçin.
YANITLARI
Verdiğiniz notlar toplamı 20 ya da 20’ye çok yakınsa, sorun çıkmaz diye düşünüyorsunuz. Bu görüşünüz aşağıda çarşafı açmış itfaiyecilerin bizi beklediği anlamına geliyor, korkmayın. Türkiye ekonomisi yüzde 5’in üzerinde büyür. Enflasyon tek hanelere düşer. Kurlar düşmeye devam eder. Ortalık güllük gülistanlık olur. Yurt dışına mal satmakta zorlanırız, ama iç talep artışı ekonomiyi kolaylıkla sürükler.
Toplam not 20’den uzaklaştıkça, sorun çıkabileceğini düşünüyorsunuz demektir. Not toplamı 20’den ne denli küçükse, sorunların derinliği ve yaygınlığı da artacak demektir. Örneğin, kurlar yükselir. Enflasyon artar. Bankalarımız kredi musluklarını kısar. Ekonomi küçülme sürecine girer. Şirket batışları hızlanır.
Bu bilgiler ışığında, kendi beklentilerinizi kendiniz oluşturun.
Yazının Devamını Oku 12 Ekim 2008
DÜNYADA mevduat sigortası uygulaması yeni bir olgu değil. Kamu otoritesinin bankalardaki tasarruf mevduatlarını belli bir sınır dahilinde sigorta etmesinin birçok açıdan yararları var.
Mevduat sigortası uygulaması özellikle küçük mevduat sahiplerine belli bir güvence sağlıyor. Dolayısıyla, bankacılık sistemine güvenin devamına yönelik olarak sigorta sistemi çok önemli bir işlev görüyor.
Kamu otoritesi mevduatı bedava sigortalamıyor. Bankalardan belli bir oranda sigorta primi tahsil ediyor. Primler birikiyor. Biriken primler, çeşitli nedenlerle geçici olarak zora giren bankaların belli bir program dahilinde yeniden ayakları üzerinde durabilmesi için gerekli olabilecek mali yardımlar için kaynak görevini görüyor.
AVRUPA
Son günlerde küresel düzeyde mevduat sigortası sistemi bozuldu. Gelişmiş ülkelerin finansal sistemlerinde güven krizinin derinleşmesi ve yaygınlaşması ile beraber mevduat sahiplerinin bankacılık sistemine olan güveni çok ciddi bir biçimde eridi. Mevduat çekilişleri söz konusu olmaya başladı. Yatırım fonlarından çıkışlar yaşandı, hala da yaşanıyor. Küçük yatırımcılar çok tedirgin.
1970’li yıllardan bu yana Amerika’da 100 bin dolara kadar olan tasarruf mevduatları sigorta kapsamındaydı. Avrupa’daki genel eğilim de 20 bin Euro’ya kadar olan mevduatların sigorta kapsamında olmasıydı. Piyasalardaki panik havası büyük ölçüde politika yapıcılarını da panikletti. Mevduat sigortasında her ülke kendi çözümünü bulmaya koyuldu.
Geçenlerde Kongre’den geçen Paulson Planı ile birlikte Amerika’da mevduat sigortasının üst sınırını 100 bin dolardan 250 bin dolara yükseltti. Almanya gibi ülkeler "krizle mücadelede önden koşma" adına mevduatlara sınırsız güvence getirdi. İngiltere mevduat sigortası üst sınırını 50 bin pounda çıkarıyor. Bu arada sigorta sınırının 20 bin Euro’da kaldığı Avrupa Birliği ülkeleri de var.
Avrupa ülkeleri kendi aralarında mevduat yarışını başlatabilecek bir girişim içindeler. Örneğin, mevduat sigortası sınırı 20 bin Euro’da kalan İtalya’da mevduat sahipleri mevduatlarının tümünün, devlet güvencesinde olduğu Almanya’daki bankalarda tutmayı tercih edeceklerdir. Bu ülkeler aynı parayı kullanıyorlar. Özellikle aynı parayı kullanan ülkelerde mevduata verilen güvencenin de yeknesak olması zorunludur. Aksi takdirde, mevduat seyahat etmeye başlar. Şimdi, Avrupa’da mevduatın seyahat etmesi teşvik ediliyor.
TÜRKİYE
1994 yılında mevduatlara sınırsız devlet güvencesi getiren Türkiye sonunda mevduat sigortasını 50 bin YTL ile sınırladı. 50 bin rakamı o dönemdeki Avrupa Birliği normları göz önüne alınarak seçilmişti. Şimdi, Avrupa saçmalamaya başladı. Ortada "norm" diye bir şey kalmadı.
Bu haliyle Türkiye de gereksiz bir risk alma durumuna düştü. Tüm bölgede mevduat sigortası üst limitinin en düşük olduğu ülke konumunda olunabilir. Normal dönemlerde bu hiç kimseyi rahatsız da etmeyebilir. Ama, küresel "güven krizi" ortamında, krizin derinleştiği ve yaygınlaştığı bir dönemde, mevduat sigortası sınırının düşük kalması mevduatların seyahat etmesini gereksiz bir biçimde teşvik etmek anlamına da gelebilir. Dolayısıyla, Türkiye tasarruf mevduatı sigortasının üst sınırını 100 bin hatta 250 bin YTL’ye çıkarması gerekir.
Şu anda böyle bir önlemin gerekli olduğundan değil, olayların böyle bir kararı gerekli kılacak şekilde gelişmesini önlemek için mevduat sigortasının üst limitini bir ölçüde Avrupa ile rekabet edebilecek düzeye getirilmesi düşünülmelidir. Zaten mevduat sigortası önemli bir parametre olduğunda, panik havası içinde yeniden sınırsız devlet güvencesine dönmek kaçınılmaz olacaktır.
Yazının Devamını Oku 10 Ekim 2008
KRİZ Amerika’da çıktı. Amerikan ekonomisi debeleniyor. Buna karşılık, bu süreçte Amerikan doları Euro karşısında hızla değer kazanmaya başladı. Ne oluyor?
Dolar dünyada eskiye göre çok daha fazla aranır para oldu. Çünkü, geçmişte dolar borçlanıp dolar üzerinden menkul kıymetlere yatırım yapmış finansal kurumlar zorda. Ellerindeki dolar cinsinden menkul kıymetleri satamıyorlar. Ya fiyatlar çok düştü ya da bu menkul kıymetlerin alıcısı yok. Buna karşılık, güven krizi yayılıp derinleştikçe, bu menkul kıymetlere yatırım yapabilmek için geçmişte borçlandıkları dolarları geri ödemek durumunda kalıyorlar . Borçları büyük ölçüde döndürebilme olanağı kalmadı. Likidite krizi denen olgu da zaten bu.
DOLAR KITLIĞI
Finansal kurumlar satabildikleri varlıkları satarak dolar elde edip dolar borçlarını ödemeye çalışıyorlar . Aksi takdirde, iflas edecekler. Amerika’daki kurumlar varlıklarını sattıklarında dolar elde ediyorlar. Ama, Avrupa’daki kurumlar çoğunlukla varlık satışlarından Euro elde edip dolara dönerek borçlarını ödeme durumunda kalıyorlar. Kısacası, Euro satışı hızlanırken, dolar alımları da hızlandı . Amerikan doları Euro’ya karşı değer kazanmaya başladı.
Daha bir ay öncesine kadar 1 Euro neredeyse 0.62 dolara kadar gerilemişti. Şimdi, 1 Euro 0.74 dolara sıçradı. Euro’nun dolar karşısındaki değer yitirmesi yaklaşık yüzde 20’ye dayandı . Bütün bunlar Amerikan ve Avrupa merkez bankalarının piyasaya neredeyse bir trilyon dolara yakın dolar pompalamalarına rağmen oldu.
Amerikan Merkez Bankası (FED ) Avrupa’daki belli başlı merkez bankalarıyla geçmişte de var olan swap anlaşmalarının kapsamını genişletti. FED Avrupa’daki merkez bankalarına dolar mevduatı yapıyor. Dolar mevduatı alan merkez bankaları da kendi bastıkları para cinsinden FED’e mevduat yapıyor. Belli bir kurdan merkez bankaları arasında karşılıklı mevduat yapılıyor .
FED’den dolar mevduatı alan merkez bankaları kendi ülkelerindeki bankalara ya dolar sayıyor ya da dolar cinsinden borç veriyor. Bu şekilde, Amerika dışındaki finansal sistemlerdeki dolar kıtlığı önlenmeye çalışılıyor. Bir anlamda, dolar likiditesi yaratmak için de yapılsa, doların daha da değerlenmemesi için müdahale yapılıyor da denebilir . Buna rağmen doların değeri arttı.
PARA BASMAK ÇÖZÜM MÜ?
FED’in bilançosu son dönemde neredeyse ikiye katlandı . Likidite krizinin aşılması için dolar basılıyor olsa da, bir dönemde enflasyonun başını kaldırması yönünde tohumların da atıldığı gözden uzak tutulmamalı. Bütün bu çabalara rağmen, merkez bankalarının piyasalara pompaladığı dolarlar "güven krizi" nedeniyle gerçekten dolara ihtiyacı olanlara ulaşamıyor . Sonuçta, piyasaları dolara boğmak dolarda likidite sorununu çözemiyor. Finansal kurumlar dökülüyor.
FED kaydi parayı nakit hale getirmeye çalışıyor. Ama, güven krizi aşılamadığından, başaramıyor. Zaten güven krizi olmasa, kaydi parayı nakit hale getirmek de gerekmeyecek. Bu açıdan bakıldığında, Amerika ve Avrupa’da yapılan faiz indirimleri sorunların çözümüne değil, ileride yaşanacak sorunların daha da ağırlaşmasına katkı yapacak gibi görünüyor .
Güven krizinin bu noktalara geldiği ortamlarda bireysel tutumlar sistemi daha da kilitleyici bir işlev görüyor. Dolayısıyla, kilidi çözmenin yolu finans kurumlarını bireysel "kendini koruma " güdüsünden uzaklaştırmayla oluyor. Devletin işin içine girmesi hem kurumların itibarını artırırken, hem de bireysel tutumların sistemin çalışmasına yönelik olarak oluşturmayı sağlıyor . Kısacası, para basmak her zaman çözüm olmuyor.
Yazının Devamını Oku 9 Ekim 2008
KRİZ , olağanüstü ve beklenmeyen gelişmelerin genel adıdır. Finansal piyasalarda kriz, piyasada oluşan fiyatların beklenmedik boyutlarda değişmesi ve fiyatlara yönelik beklentilerin dağılması (dejenere olması) olarak tanımlanabilir. Güven krizi ise, ekonomik birimlerin birbirlerine güvenmemesi sonucunda sistemin kilitlenmesi anlamına gelir. Güven krizinin doğal sonucu piyasada kaydi para olarak dolaşan varlıkların nakdi hale gelmesi zorunluluğudur.
AŞAMALAR
Finansal piyasalardaki krizler zaman içinde nitelik değiştirebilirler . Örneğin, Amerika’da konut kredilerinde çıkan kriz önce gayrimenkul piyasası ile sınırlıydı. Ardından, konut kredilerine baz edilmiş menkul kıymetler piyasası krize girdi. Yani, bu çeşit menkul kıymetlerin fiyatları düştü, alıcısı kalmadı. Daha sonra kriz özel sektör şirketlerinin ihraç ettiği finansman bonolarına sıçradı. Bütün bunlara krizin birinci aşaması diyelim. Bu aşamada Amerikan Merkez Bankası panik halinde faizleri indirdi. İşe yaramadı.
Ardından, bütün bu menkul kıymetleri portföylerinde tutan finans firmalarının sağlığından şüphe edilmeye başlandı. Bu kurumlar hem ellerindeki menkul kıymetlerin değerleri düştüğü için zarar etmeye başladılar hem de varlıklarını satabilme olanağı kalmadığından, borçlarını ödeyecek para bulamamaya (likidite sıkışıklığı) başladılar. Yani, sermaye yetersizliği başlamış oldu. Böylece krizin ikinci aşaması başlamış oldu.
Bu aşamada, yatırım bankaları hedef haline geldi. Yatırım fonlarından çekişler başladı. Kriz, "güven krizi" halini aldı. Varlıkları büyük ölçüde donuk hale gelmiş mevduat bankalarının geleceği sorgulanmaya başladı. Mevduat çekilişleri yaşandı. Bu krizin üçüncü aşamasının başlangıcı oldu. Şimdilik bu aşamadayız. Bu aşamanın en büyük özelliği ikinci aşamada başlayıp şimdi derinleşen "kredi piyasasının çökmesi" oldu. Merkez bankalarının bilançolarındaki şişmeye bakarsak, kaydi para da nakdi olma yolunda ilerliyor.
Krizleri durdurmak kamu otoritesinin olayların önünden koşmasıyla mümkün olabiliyor. Şimdilik, Amerika da, Avrupa da, olayların gerisinde kalıyorlar. Dün gerekli olan önlemlerin bugün alınması önlemleri anlamsız kılıyor.
İki hafta önce Amerikan İdaresi piyasası çökmüş menkul kıymetleri finans kurumlarının elinde ihale yoluyla belli bir fiyattan devlet tarafından satın alınması önerisi Kongre’de siyasi oyuncak haline getirildi. Krizin birinci aşamasında alınması gereken bir önlem ikinci aşamada gündeme geldi. Üçüncü aşamada, üç sayfalık yasa metni Kongre’den 440 sayfa olarak çıktı. Belki, uygulaması, daha ne olduğunu ve ne zaman başlayacağını şimdiden tam bilemediğimiz dördüncü aşamada başlayacak. Yaraya merhem olmaktan çok uzaklaşacak. Finansal kurumların yönetimlerinde söz sahibi olmadıkça, Avrupa’nın da uygulamayı düşündüğü önlemler boşa çıkabilir.
DURUMUN CİDDİYETİ
Avrupa "elimizden gelen her şeyi yapmaya kararlıyız" deyip duruyor. Yaptığı fazla bir şey yok. Dökülen finans kurumlarını topluyor. Bir araya gelip ortak karar dahi alamıyorlar. Birisi mevduat sigortasının kapsamını biraz genişletirken, diğerleri mevduata tam devlet güvencesi vererek mevduata tam güvence vermeyen ülkelerdeki mevduatları kendilerine çekme çabasına giriyorlar. Yani, açıkça birbirleriyle rekabet ediyorlar. Bu ülkelerin bazıları aynı parayı kullanıyorlar.
Artık, kriz içindeki tüm ülkeler, hatta krizin bulaşması olası tüm ülkeler mevduatların tümüne, hatta finans kurumlarının yükümlülüklerine devlet güvencesi vermek durumunda kalacak. Aksi takdirde, mevduatlar ülkeden ülkeye dolaşmaya başlayacak ya da yastık altına giden birikimler hızlanacak. Bunu krizin dördüncü ve son aşaması olarak düşünmek lazım. Çünkü, o aşamada ödemeler aksamaya (ödemeler krizi) başlayacak. Finansal sistemin kilitlenmesi durumunda, tüm sistemi devletleştirmekten başka çözüm kalmayacak. Dünkü toplu faiz indirimleri yaraya merhem olur mu? Bu konuya yarın gireceğim.
Olan biteni seyrederken, insan, siyasetçilerin gidişatın ciddiyetinin farkına varıp varmadıklarını merak etmeden yapamıyor.
Yazının Devamını Oku 8 Ekim 2008
GEÇEN hafta sonu Avrupa Birliği liderleri küresel krize yönelik olarak ortak hareket etme yaklaşımını benimsemedi. Duruma göre tavır alırız yaklaşımı benimsendi. Aynı parayı kullanan ülkelerin dahi küresel bir olguya ortak bir tavır almamaları şaşırtıcıydı. "Başka ülkedeki bir finansal kurumu neden ben kurtarayım" ya da "belki bana bir şey olmaz" gibi yaklaşımlar siyasetçilerin olayların ciddiyetini kavrayamadığını gösteriyor.
Aslında, küresel sorunlardan en çok etkilenecek bölgelerin başında Avrupa geliyor. Birçok Avrupa ülkesinde ekonomik yapı çok katı. Devletin desteklediği sosyal programlar çok kapsamlı. Ekonominin büyüme dönemlerinde dahi, bütçe açıklarını makul düzeylerde tutmak birçok Avrupa ülkesi için çok zor.
Böyle bir yapıda, Avrupa’nın küresel düzeydeki çalkantılarla ortak hareket etmeden mücadele edebilmesi çok zor görünüyor. Ortak hareket edemeyince, kriz farklı alanlarda, farklı ekonomileri, farklı biçimlerde vurmaya başladı.
KATILIKLAR
Düne kadar Amerika’da sorunun finansal kurumların sorunu olduğu düşünülüyordu. Bugün, sorunun giderek reel sektöre sıçradığı görülüyor. Risk yelpazesinin en altındakiler kredi bulamıyorlar. Aldıkları kredilerin geri ödenmesi isteniyor. Ortadakilerin kredi limitleri düşürülüyor. Risk yelpazesinin en üstündekilerin kredi limitleri artık artırılmıyor. Amerika’da ciddi bir kredi küçülmesi yaşanıyor.
Amerika’dakine benzer bir gelişme çok çabuk Avrupa’da da görülecek, görülmeye başladı bile. Avrupa şimdi zora düşen finansal kurumların sorunları ile boğuşuyor. Sistemin en büyük bankaları parçalanıyor. Parçalar el değiştiriyor. Bütün bu hengamede güven krizinin ekonomik birimlere daha da yayılmaması için Almanya’da mevduata tam devlet güvencesi getiriliyor.
Eğer başlamadıysa, Avrupa’da da bir kredi çöküşü yaşanması çok büyük bir olasılık. Buna rağmen bir işbirliğine yanaşılmıyor. İngiltere mevduat garantisi limitini artırmaya çalışırken, Almanya tüm mevduatlara güvence veriyor. İngiltere’yi ters köşeye yatırıyor.
Son on yıldır Avrupa ekonomilerinin daha esnek hale getirilmesi için bir dizi yapısal reformların yapılmasının zorunluluğundan söz ediliyordu. Amerikan ekonomisindeki verimlilik artışlarıyla mücadele etmek için verimliliği öne çıkaran bir dizi önlemin uygulamaya konmasının aciliyeti vurgulanıyordu. Avrupa Birliği’nin liderler toplantılarından biri (Lizbon) neredeyse tümüyle bu konuya ayrılmıştı.
KİM KURTARACAK?
Katı ekonomileriyle Avrupa ülkeleri küresel büyümenin en yüksek olduğu dönemlerde düşük büyümeye mahkum olmuştu. Küresel durgunluk dönemlerinde ise Avrupa’da durgunluğun daha da derin ve uzun olması söz konusuydu. Avrupa 1991-92 ve 2001-2002 dönemlerinde Amerikan ekonomisine göre daha fazla sarsıldı. 2002-2006 büyüme döneminde Amerikan ekonomisine göre, Avrupa çok daha yavaş büyüdü. Şimdi ne olacak?
Ekonomisindeki esneklikle Amerika son on beş yılın Japonya’sı olmaz, ama Avrupa son on beş yıldır Japonya’nın yaşadıklarını yaşayabilir: çok düşük büyüme, hatta küçülme. Olası gelişmelerin sorumluluğunu artık Avrupa Merkez Bankası’na atmak da gerçekçi olmayacak. Genişleyici para politikası da Avrupa ekonomilerini kurtaramayacak. Bütün bunlardan bizler de etkileneceğiz. Devamı var.
Yazının Devamını Oku 7 Ekim 2008
EYLÜL ayında tüketici fiyatları bir önceki aya göre yüzde 0.45 arttı. Üretici fiyatları aynı dönemde yüzde 0.9 düştü. Bu rakamlar bu endekslerdeki son yıllarda eylül aylarında gözlenen en olumlu gelişmelere işaret ediyor. Bir önceki yılın eylül ayına göre, yıllık tüketici fiyatları enflasyonu yüzde 11.1’e geriledi. Üretici fiyatları enflasyonu da yüzde 12.5 oldu. Enflasyon hala çift hanelerde. Büyük bir olasılıkla, tüketici fiyatları enflasyonu yıl sonunda da bu düzeylerde olacak. Dolayısıyla, enflasyonla mücadelede mutlak bir başarıdan söz edemeyiz. Ama, son aylarda enflasyonda geçmişe göre bir yumuşama olduğunu söyleyebiliriz.
OLUMLU ETKİLER
Enflasyondaki yumuşamanın ardında birkaç önemli etken var. Birincisi, yılın ilk yarısında Merkez Bankası’nın kısa vadeli faizleri artırmasının enflasyon üzerinde olumlu etkilerini görüyoruz. Aynı dönemde uluslararası piyasaların karışmasıyla Hazine faizlerinin de düşmemesi, hatta daha da artması faizlerden fiyatlara giden yolu güçlendirdi. İç talep büyümesi bir ölçüde dizginlendi.
İç talep büyümesinde belli bir yavaşlama gözleniyor. Milli gelir verileri bu yönde işaretler verdi. İthalat verileri de iç talepte son aylarda bir yavaşlamanın söz konusu olabileceğini gösteriyor.
Eylül ayında sepet bazında ortalama döviz kurları yüzde 2.5 arttı. Ama, nisan ayından eylül ayına kadar ortalama döviz kurları nominal olarak yüzde 9.7 düştü. Nisan-ağustos döneminde döviz kurlarındaki düşüş yüzde 12’ye varmıştı. Dolayısıyla, döviz kurlarından fiyatlara belli bir zaman farkıyla olumlu bir etki söz konusu oldu. Üretici fiyatlarında bu olumlu etki daha güçlü göründü. Daha az da olsa, tüketici fiyatları da düşen döviz kurlarından olumlu etkilendi.
Petrol fiyatlarının düşme eğiliminde olması ve gıda fiyatlarındaki artışlarda yumuşama da ölçülen ortalama enflasyona olumlu katkılar yaptılar.
RİSKLER
Şimdi önemli olan enflasyonda ileriye dönük eğilimlerin ne yönde gelişeceği. Son aylarda gözlenen enflasyon üzerindeki bazı olumlu etkenlerin önümüzdeki dönemde de devam etmesi beklenebilir. Örneğin, iç talepte yavaşlama devam edecek gibi görünüyor. Elektrik fiyatlarının artırılması dışında, petrol fiyatlarının kısa dönemde artması söz konusu olmayabilir. Gıda fiyatlarında da göreli bir istikrar söz konusu olabilir.
Enflasyon üzerinde ileriye dönük en önemli risk döviz kurlarındaki olası olumsuz gelişmeler olacak gibi görünüyor. Uluslararası piyasaların karışması, gelişmiş ülkelerde kredi piyasasının durma noktasına gelmiş olması ve durgunluğun uluslararası piyasalara da yansıma eğiliminde olması döviz kurları üzerinde belli bir baskı yapabilir. Eylül ayında döviz kurları ortalama yüzde 2.5 artarken, artışın önümüzdeki dönemde de artmaya devam etmesi küçük bir olasılık değil.
Kredi sıkışması önümüzdeki dönemde Türkiye’de yaşanabilir. Bir arz sorunu (arz yönlü şok) ile karşı karşıya kalabiliriz. O takdirde, enflasyonda son aylarda yaşanan göreli yumuşama büyük ölçüde tersine dönebilecektir. Bu arada, Merkez Bankası’nın alacağı tutum, özellikle "haber değeri" açısından beklentileri şekillendirecek bir başka unsur olacaktır.
Not: Dünkü yazımda Dünya Bankası iktisatçılarından Aslı Demirgüç-Kunt’un adı yanlışlıkla Ayşegül olarak yazıldı. Kendisinden ve sizlerden özür dilerim.
Yazının Devamını Oku 6 Ekim 2008
Emin’in aramızdan ayrılışının neredeyse birinci yılı doluyor. Değerli bir meslektaşımızı ve her konuda tartışmaktan zevk aldığımız bir arkadaşımızı kaybettik. Onun hatırasını yaşatmak istedik. Ayda birkaç kez bir araya gelip bir akşam yemeğinde onun önermesi üzerine ısmarlanan şarabın eşliğinde Emin ile ekonomi tartıştığımız günler geride kaldı. Ekonomi tartışmadığımız günlerde Emin’in memnuniyetsizliği ve bizlerin ciddiyet uzaklaştığı yönündeki şikayetleri de artık yok.
Emin’i en iyi anmanın yolu olarak bir konferans düzenlemeyi düşündük. Düzenleyeceğimiz, öyle bir konferans olmalıydı ki, ekonomi tartışılsın, tartışılanlar Emin’in de tartışmak istediği konular olsun. Bunu başaracağımızı sanıyorum.
Bu cuma günü, 10 Ekim 2008 tarihinde, Tekfen Tower’ın konferans salonunda bir konferans düzenliyoruz. Konferans saat 13:30’da başlayacak.
TARTIŞMALAR
Hasan Ersel "Bankaların Bilgilendirme İşlevi Işığında Banka İktisatçısı" başlıklı bir sunum yapacak. Bülent Gültekin konuyu tartışacak. Emin de bir banka iktisatçısıydı. Kendinden sonra gelen birçok meslektaşına örnek oldu. Buradaki tartışmaların Emin’in meslektaşlarına ışık tutacağını umuyoruz.
Bizim gibi ülkelerde finansal sistem göreli olarak çok küçük. Küçüklüğün bir nedeni finansal sisteme güvensizlik olabilir. Bir o denli önemli neden de ekonomik birimlerin finans sistemine ulaşamaması. Dünya Bankası’ndan Ayşegül Demirgüç-Kunt bu konuyu "Finansal Hizmetlere Erişim: Ölçüm, Etki ve Politikalar" başlıklı sunumu ile işleyecek. Deniz Gökçe de sunumu hem tartışacak hem de kendi katkılarını yapacak.
Enflasyon hedeflemesi göreli olarak çok yeni bir konu. Ama, hem bizde hem de diğer gelişmekte olan ekonomilerde en önemli ekonomik konulardan biri haline geldi. Merkez Bankası’ndan Ali Hakan Kara ve Musa Orak enflasyon hedeflemesi üzerine dünya ve Türkiye deneyimlerini içeren ilginç ve öğretici bir sunum yapacak. Sunumu ben tartışacağım.
Türkiye son dönemde krizler ülkesi oldu. Yaşanan krizlerin kaynağını ve sonuçlarını tartışmak yenilerini yaşamamak için önemli. Türkiye’nin krizlerini çok yakından takip eden Erdal Sağlam bir sunum yapacak. Krizlerin çıktığı dönemlerde krizlerle mücadele etme konumunda görev yapan Hakan Özyıldız sunumu tartışacak.
Hepimizin bu tartışmalardan çok şey öğreneceğini düşünüyorum. Ekonomiyle ilgilenen herkesin de aynı şeyi düşüneceğini umuyorum. İlgilenen herkes konferansa davetlidir.
BİR KİTAP
Konferanstaki sunumları, sunumların tartışmalarını, katılımcılardan gelebilecek soruları ve sorulara verilen cevapları da içerecek bir biçimde bir kitap hazırlığı içindeyiz. Zaman darlığı nedeniyle konferansta yer veremediğimiz, ama kitapta yer alacak başka konular da olacak. Emin’in yazdığı raporları yakından takip eden Abdurrahman Yıldırım Emin’in düşüncelerini özetleyen bir makale yazdı. Bu makale aslında kitaba ve kitapta tartışılan konulara Emin’in bakış açısını getirecek.
Kitabın ekonomi ile ilgilenen herkese ve ekonomi öğrencilerine faydalı bir kaynak olacağını umuyoruz. Emin’i anmanın en iyi yolunun bu olduğunu düşündük. Sanıyorum, çok da iyi yaptık.
Yazının Devamını Oku