Ercan Kumcu

Küresel soruna küresel çözümler gerekir

23 Ekim 2008
AMERİKA, Avrupa devletleri, Japonya ve bazı Asya ülkeleri paket üzerine paket açıyorlar. Paketlerin hepsi kendi mali sistemlerini ayakta tutmaya yönelik. Ama, ülkelerin arasında yeterli bir işbirliğinin olduğunu (beş merkez bankasının aynı anda kısa vadeli faizleri indirmesi ve aynı merkez bankaları arasında swap anlaşmalarının kapsamının genişletilmesi dışında) iddia etmek çok zor.

Bu noktada hata yapılıyor. Bir ülkenin kendi mali sektörünü kurtarması ancak geçici bir süre için olabilir. Çünkü, bir başka büyük ülkedeki dengesizlikler er ya da geç sorunlarını çözdüğünü sanan ülkelere de sıçrayacaktır. Zaten, küresel kriz böyle çıkmadı mı?

ULUSLARARASI PİYASA KÜÇÜLÜYOR

Çok yakın zamana kadar kötü haberler hep gelişmiş ülkelerden geliyordu. Şimdi, gelişmekte olan ülkelerden de kötü haberler gelmeye başladı. Gelişmekte olan ülkelerde de bankalar likidite sıkışıklığına girmeye başladılar. Devlet yardımlarını içeren paketler o ülkelerde de açılmaya başlandı. Oralarda da zararlar rapor ediliyor.

Bizim gibi gelişmekte olan ülkeler Batı’daki bankaların canlarını yakan varlıklara yatırım yapmamış olabilirler. Dolayısıyla, bulaşıcılık kötü yatırımlardan kaynaklanmamış olabilir. Ama, Batı ekonomilerinde yatırım tercihlerinin değişmesi gelişmekte olan ülkeleri vurmaya başladı. Uluslararası yatırımcılar yatırım fonlarından hızla çıkıyorlar. Çıkışın önemli bir nedeni "güven bunalımı" olabilir. Ama, bir başka neden de, yatırımcıların risk tercihlerinin radikal bir biçimde değişmiş olması.

Bazı gelişmekte olan ülkelerin paraları hızla değer yitirdi. Hazine bonoları faizleri arttı. Türkiye de bu ülkelerin içinde. Dış talepteki durgunluğun ötesinde, birçok gelişmekte olan ülkede iç talep daralması söz konusu. Genel korku ve öncü göstergeler uluslararası sermaye akımının radikal bir biçimde düşebileceği yönünde.

Institute of International Finance verilerine göre, gelişmekte olan ülkelere 2007 yılında akan net taze para 900 milyar dolar civarındaydı. Bu miktarın radikal bir biçimde düşmesi ekonomik faaliyetleri yurtdışından kaynak girişine endeksli bizim gibi ülkeleri de, şimdilik cari işlemler fazlası veren diğer gelişmekte olan ülkeleri de zorlayacaktır.

Uluslararası sermaye akımlarının hacmini daraltan tek unsur risk iştahının değişmesi değil. Petrol ve diğer hammadde fiyatlarının düşmesiyle uluslararası piyasalara akan para miktarı da azalıyor. Kısacası, piyasa küçülüyor.

RAHATLIK KISA SÜRER

Bu alanda gelişmekte olan ülkelerin kendilerinin alabileceği bir önlem yok. Döviz piyasasına müdahale ya da faiz artırımları gibi önlemler şimdilik kalıcı çözümler olmaktan uzak. Sorun, döviz likiditesi sorunudur. Önlem, ancak gelişmiş ülkelerin bu durumu görüp küçülen piyasanın küçülmesini yavaşlatabilecek girişimlerde bulunmalarıyla olabilir. Ama, gelişmiş ülkeler henüz kafalarını kaldırıp krizin bu yönüne bakacak zamanı bulamıyorlar.

Korkulan o ki, gelişmiş ülkelerde durum göreli olarak sakinleşirken, gelişmekte olan ülkeler küresel ekonominin en büyük sorunu haline dönüşecekler. Doğal olarak, gelişmekte olan ülkelerin sorunları bu kez gelişmiş ülkeleri bir kez daha vuracak.

Topyekun çözüm arayışına girmek zorundayız. Bölgesel ya da bir ekonomiye yönelik çözümlerin yaratacağı rahatlık kısa süreli olacaktır.
Yazının Devamını Oku

İleriye yönelik riskler (3)

22 Ekim 2008
GELİŞMİŞ ülkelerde önce "kredi krizi" diye başlayan gelişmeler "güven krizi" haline gelince, sistemi açmanın yolu piyasaya likidite vermekti. Amerikan Merkez Bankası (FED) hem kendi ülkesinde hem de diğer gelişmiş ülkelerde bunu yaptı. FED gelişmiş ülke merkez bankalarıyla swap anlaşmaları yaptı. Avrupa, İngiltere, Kanada ve, İsviçre ve Japonya merkez bankalarının kendi paralarını cinsinden mevduat kabul etti. Belli bir kurdan bu merkez bankalarına dolar mevduatı yaptı. Bu şekilde, Amerika dışındaki bankalar dolar ihtiyaçlarını kendi merkez bankalarından satın alma ya da mevduat (borçlanma) yoluyla kolaylıkla elde edebildiler.

DESTEK VE GÖZETİM

Söz konusu merkez bankaları dünya ticaretinde kullanılan "konvertibl" para basan merkez bankaları. Bunlar zengin ülkelerin merkez bankaları. Dünya ticaretinde ve para trafiğinde önemli merkezler.

Gelişmiş ülkelerdeki kredi krizi şimdi hızla gelişmekte olan ülkelere yayılıyor. Çünkü, gelişmekte olan ülkelerin küçümsenmeyecek dış borçları var. Bazıları, Türkiye gibi, ekonomik büyüme için taze dış kaynağa ihtiyaç duyuyorlar. Dış krediler yenilenmediğinde ve belli ölçülerde taze dış kaynak bulunamadığında, bu ülkeler çok zor durumlarda kalabilecekler. İşin acı tarafı, bu ülkelerin zor durumda kalmalarının nedeni bu kez kendileri değil, gelişmiş ülkeler olacak. Gelişmekte olan ülkeler belki de yakın tarihte ilk kez kendilerinin çıkarmadıkları bir kriz ile karşı karşıyalar.

FED belli şartları yerine getirmiş bazı gelişmekte olan ülkelerin merkez bankalarıyla da swap anlaşmaları yapmalı. Bu ülkelerin paraları dünya ticaretinde önemli bir yer tutmuyor. Çoğu geçmişte kendi kendilerine önemli ekonomik krizler çıkarmayı becerebilmiş ülkeler. Dolayısıyla, FED’in sorgusuz sualsiz bu ülke merkez bankalarıyla yapacağı swap anlaşmaları bu ülkelere sorumsuzca kaynak aktarma olabilir. Böyle bir program titizlikle uygulanabilecek bir gözetim ve denetim mekanizmasıyla gündeme gelmelidir.

FED ile swap anlaşması yapacak ülkeler mutlaka IMF ile kısa olmayan ve güçlü bir standby düzenlemesi içinde olmalıdırlar. Belli bir zaman içinde, küresel mali piyasalar düzelme eğilimine girdiğinde, bu ülkelerin swap anlaşmalarını geri çevirecek ekonomik gücünün ve yeterli döviz birikimlerinin oluşacağını sağlayacak bir programın uygulamada olacağı garanti altında olmalıdır. Dolayısıyla, IMF böyle bir programın oluşmasına katkı yapacak ve gözetim-denetim işlevini yerine getirecektir.

KAYIPLARI AZALTMAK

Bu şekilde gelişmekte olan ülkelerde yaşanabilecek çöküşü asgaride tutmaya çalışmak gelişmiş ülke ekonomilerinin de toparlanmasına küçümsenmeyecek katkılar sağlayacaktır. Unutmayalım ki, 1990’lı yılların sonunda gelişmiş ülkelerde yaşanan sorunların bir bölümü de Asya ve Rusya krizlerinin ürünüydü.

Gelişmiş ülkeler kendi sorunlarını çözmeye çalışırken, gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelerden bulaşan sorunlara kayıtsız kalınması küresel ekonomik çöküşü hızlandırmaktan da öte, krizin çok daha uzun sürmesine de neden olabilecektir. Dolayısıyla, gelişmekte olan ülkelerin sorunlarına sıcak bakmak gelişmiş ülkelerin de çıkarınadır. Bu alanda gelişmekte olan ülkeler beraber hareket etmelidirler.

Böyle bir girişim için elbette uluslararası düzeyde siyasi destek şart. Bu desteğin aranacağı platform G-20 ülkeleri oluşumudur. Zaman kaybetmeden bu yönde adımlar atılması tüm dünya için kayıpları azaltabilecektir.
Yazının Devamını Oku

İleriye yönelik riskler (2)

21 Ekim 2008
KÜRESEL mali sermayenin düzenleyicisi ve aracısı durumundaki gelişmiş ülkelerin finans sistemlerinin sakatlanmasının Türkiye ekonomisi üzerinde olumsuz olası etkileri açık bir biçimde tartışılmalıdır. Olumsuz etkileneceğimiz kesindir. Amacımız olumsuzlukları asgariye indirmek olmalıdır. Şu sıralarda, küresel mali sermaye tüm piyasalardan çıkıyor. Yatırımcılar paralarını çeşitli yatırım araçlarından çektikçe, bir kısırdöngü başlıyor ve piyasalardan çıkışlar hızlanıyor. Bir süre sonra çıkışlar yavaşlayıp dursa dahi, sistemin yeniden büyümesi zaman alacak. Bunun anlamı yurtdışından yeni kredi bulmak zor olacak. Vadesi gelen kredileri yeni kredi alarak ödemek her zaman mümkün olmayacak. Dolayısıyla, borçlanmanın maliyeti artacak. Maliyeti bir yana bırakalım, borçlanma kanalları tıkanabilecek.

TÜRKİYE GİBİ ÜLKELER

Ekonomik büyümesi dış kaynaklara endeksli Türkiye gibi ülkeler daha fazla zorlanabilecek. Bankalarımız eskisi gibi teminat mektupları verip yurtiçindeki müşterilerine 3-5 yıl vadeli dış kredi temin edemeyebilecek. Bırakın müşterilerine dış kredi bulmayı, bankalarımız kendilerinin doğrudan aldıkları dış kredilerin bir bölümünü geri ödemek zorunda kalabilecekler. Kısacası, bizde de, özellikle dövizde, likidite önemli hale gelebilecek.

Bu şartlarda, kendisi borç almakta zorlanan bir bankacılık sisteminin müşterilerine borç verebilmesi düşünülemez. Başlarda, bu bankaların bu tutumunun banka müşterilerinin itibarı ile bir alakası olmasa da, sonunda, şirketlerimizin mali durumu da doğal olarak bozulma eğilimine girebilecektir. İç talep daralması da bu gelişmelere eklendiğinde, reel sektörün hırpalanması kaçınılmaz olabilecektir. Bu süreç başladığında, kısır döngü olayları daha da hızlandırabilecektir. Bütün bunlar mali ve mal piyasalarında fiyatları elbette değiştirecektir. Bu değişim zaten başlamış görünüyor.

KÜRESEL ÇÖZÜMLER

Böyle durumlarda ilk akla gelen çözüm daima Merkez Bankası’ndaki döviz rezervlerinin kullanılması olur. Döviz rezervleri kaçınılmaz olarak bir ölçüde kullanılacaktır. Ama, bu yaklaşım çözümün önemli parçası olamaz.

Çözüm Türkiye gibi ülkelerin kendilerine, düşüşün etkisini yumuşatabilecek "yastıklar" yaratabilmesinden geçiyor. Örneğin, IMF’den sağlanabilecek kapsamlı bir mali destek "yastık" görevi görebilir. Bu kanaldan gelecek paralar Merkez Bankası yoluyla bankacılık sistemine aktarılabilir. Bu konuda zaten geç kalındı. Ama, "geçmiş olsun" dedirtmeden işler hızlandırılabilir.

Şimdilik uzak bir olasılık olsa da, Amerikan Merkez Bankası (FED), Amerikan İdaresi’nin desteği ve sıkı bir IMF programıyla beraber, bizim gibi ülkelerin merkez bankalarıyla swap anlaşmaları yapmasına ikna edilebilir. Bu uygulama FED ile diğer gelişmiş ülke merkez bankaları arasında var. Belli şartlar altında bizlerle neden olmasın? Geçenlerde Avrupa Merkez Bankası Macaristan Merkez Bankası ile 5 milyar Euro tutarında bir swap anlaşması yaptı. Macaristan Euro Bölgesi’nde bir ülke değil, ama, Avrupa Birliği’nin tam üyesi. Böyle bir girişim için siyasi destek şart.

Küresel bir krize çözümler de işbirliği ve eşgüdüm içinde küresel olmak zorunda. Bugünlerde herkes gelişmiş ülkelerin sorunlarını tartışıyor, ama gelişmekte olan ülkelere el uzatılması gündeme gelmiyor.

Bu konuları yarın biraz daha açacağım.
Yazının Devamını Oku

İleriye yönelik riskler (1)

20 Ekim 2008
TÜM dünya ekonomileri çok kritik bir dönemden geçiyor. Dönemin kritik olmasının nedeni ekonomilerin can damarı durumundaki küresel finansal sistemin tıkanma noktasına gelmesi. Damarlar tıkalıyken, gözlerinizin iyi görmeye devam etmesi fazla övünülecek bir durum değil. O nedenle, bundan sonraki riskleri tüm ekonomiler ve tüm ekonomik birimler çok ciddiye almak zorunda. Çünkü, tıkanıklık üç-beş günde geçecek gibi değil. Tedavi ameliyatla değil, ilaçla yapılıyor. Verilen ilaçların etkilerini göstermesi şimdiden hiç kimsenin tahmin edemeyeceği bir zaman alacak.

SORUN KREDİ DARALMASI

Gelişmiş ülkelerde finansal kurumlar arasında güven kaybı yaşandı. Birbirine güvenmeyen finansal kurumlara doğal olarak diğer ekonomik birimler hiç güvenmemeye başladılar. Birçok yatırım aracına (fonlar ve finansman bonoları gibi) yönelik güven kaybı yaşandı. Tüm birimler birbirlerinden olan alacaklarını tahsil etmeye çalıştı. Bankalar birbirine borç vermekten çekindi. Banka dışı finans kurumlarının bankalarla erişimi kısıtlandı. Küçük yatırımcılar birikimlerini çeşitli yatırım araçlarından çekip daha sağlam yerlere götürmeye başladılar. Kısacası, finansal sistem hızla küçülmeye başladı.

Kredi sistemi çöktü. Çünkü, başka yerlerden alacaklarını tahsil etmekte zorlanan finans kurumları itibarlı müşterilerine dahi kredi veremez duruma geldiler. Aksine, itibarlı müşterilerinden dahi alacaklarını tahsil etmeye çalıştılar. Bu kez, ekonomideki şirketlerin mali durumu bozuldu. Şirketlerin durumu, yalnızca borçlarını idare etmekte zorlandıklarından değil, genel güven kaybı sonucunda ekonomide talep daralmasından da kaynaklandı. Yani, finansal kriz reel sektöre sıçradı.

Gelişmiş ülke hükümetleri tarafından son haftalarda açıklanan önlemler finansal kurumlar arasında yaşanan güven kaybını yavaş da olsa onarmaya başladı. Ama, yatırımcıların finansal kurumlara ve finansal araçlara olan güven kaybında henüz fazla bir değişiklik yok. Kredi daralması devam ediyor. Tüketim ve yatırım talepleri daralıyor. Üretim düşüyor. Ekonomik durgunluk başlamış durumda.

ÇÖZÜM CAN YAKMAK DEĞİL

Bütün bu olanların bizim gibi gelişmekte olan ülkelere olan etkisi küçümsenmeyecek ölçülerde olabilecek
. Gelişmiş ülkelerdeki talep daralması son yıllarda gelişmiş ülkelerin "üretici merkezleri" durumuna gelmekte olan gelişmekte olan ülkelerin ihracatlarını dolayısıyla üretimlerini olumsuz etkileyecek. Bu süreç de başladı.

Tüm ekonomileri çok daha fazla sarsabilecek olan olgu şimdi gelişmiş ülkelerde yaşanan kredi sıkışmasının bizim gibi gelişmekte olan ülkelere de sıçraması olasılığının küçümsenemeyecek düzeyde olmasıdır. Özellikle ekonomik büyümesi dış kaynak girişlerine endekslenmiş ülkelerde bu sorun çok daha derin hissedilebilecek. Hissedilmeye başlandı bile.

Bankalar aracılık yaparlar. Borç verebilmeleri için borç almak durumundadırlar. Yeni borç bulamadıklarında yeni borç da veremezler. Borçlarını ödemek durumunda kaldıklarında, verdikleri borçları da kısmak zorundadırlar. O nedenle, "kredileri kesen bankaların canını yakarım" yolundaki açıklamalar talihsiz olmuştur. Düşünmemiz gereken, ulusal ve uluslararası düzeyde, kredilerin kesilmesini zorunlu kılabilecek gelişmeleri tersine çevirebilecek ya da önleyebilecek girişimlerin neler olabileceğidir.

Devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku

Ekonomik durgunluk

19 Ekim 2008
"EKONOMİK durgunluk" terimi genellikle bir ülkedeki milli gelirin reel olarak bir dönemden diğerine büyümemesi, hatta düşmesini ifade eder. Bugünlerde bu terim sıkça kullanılmaya başlandı. Küresel düzeyde ekonomik durgunluk olacağı ve durgunluğun belli bir süre de derinleşeceği bekleniyor. Süreç başlamış görünüyor. Gelişmiş ülkelerin milli gelirleri toplamı dünyanın toplam milli gelirinin yarısından fazla. Özellikle Amerika ve Avrupa’daki kredi çökmesinin ekonomik faaliyetleri daraltacağı bekleniyor. Dünyanın yarısından fazlası ekonomik durgunluğa girdiğinde, doğal olarak geri kalan kısmı da durgunluktan nasibini alacaktır.

BÜYÜME DÜŞÜYOR

Bilimsel çevreler, iki üç aylık dönemde üst üste bir ülkenin milli geliri reel olarak düşüyorsa, o ülkede ekonomik durgunluk olduğu tanımını yapıyor. Amerika milli gelir verilerini on iki aylık bazda açıklıyor. Örneğin, bu yılın mart ayı sonundaki milli gelir, geçen yılın nisan ayından başlayan üç aylık dönemden bu yılın mart ayında biten üç aylık döneme kadar üretilen toplam milli gelir oluyor. Aynı şekilde, bu yılın haziran ayındaki yıllık milli gelir geçen yılın temmuz ayında başlayan üç aylık dönemden bu yılın haziran ayı sonuna kadar üretilen milli gelir toplamı. Bu iki rakamdaki yüzde değişme yıllık hale getirildiğinde (1+yüzde değişmenin dördüncü kuvveti), bu yılın ikinci üç ayındaki ekonomik büyüme rakamına ulaşılıyor.

Son veriler, Amerikan ekonomisinin yılın ikinci üç ayı itibariyle bir önceki üç aya göre yüzde 2.8 büyüdüğünü gösteriyor. Yılın ilk üç ayında da Amerikan ekonomisi aynı bazda geçen yılın son çeyreğine göre yüzde 0.9 büyümüştü. Aynı bazda, Euro Bölgesi (AB-15) ekonomilerinin bu yılın ikinci üç ayında yüzde 1.8, ilk üç ayında ise yüzde 1.7 büyüdüğü tahmin ediliyor. Türkiye ekonomisi ise bu yılın ikinci üç ayında aynı bazda yüzde 1.9 büyürken, yılın ilk üç ayında yüzde 6.2 büyümüştü. Dolayısıyla, bu ülkelerde bu rakamlarla yılın ortası itibariyle henüz ekonomik durgunluktan söz etmek olanaksız. Aksine, Amerika ve AB-15’de bu yılın ilk yarısında istikrarlı denebilecek bir ekonomik büyüme performansı söz konusu. Türkiye’de ise ekonomik büyümenin hızla azaldığı görülüyor.

RESİM DEĞİŞİYOR

Öne çıkan haberlerde, AB-15 ülkeleri bu yılın ikinci üç ayında yüzde 0.2 küçüldü. Bu rakam, yılın ikinci üç ayında üretilen mevsimlik değişmelerden arındırılmış reel milli gelirin yılın ilk üç ayındaki mevsimsel değişmelerden arındırılmış milli gere göre yüzde değişmesinin yıllık hale getirilmesiyle bulunuyor. Bu bazda Amerikan ekonomisindeki büyümeyi bulamıyoruz. Ama, Türkiye ekonomisi, aynı bazda, Turkey Data Monitor’un mevsimsel değişmelerden arındırılmış milli gelir serisine göre, yılın ikinci üç ayında, birinci üç aya göre yüzde 0.7 küçülmüş görünüyor. Halbuki, bu yılın ikinci üç ayında geçen yılın ikinci üç ayına göre, AB-15 ekonomileri yüzde 1.4 büyürken, Türkiye ekonomisi yüzde 1.9 büyümüştü.

Hangi taraftan bakarsak bakalım, yılın ortası itibariyle ne Amerika’da, ne AB-15’de, ne de Türkiye’de teknik anlamda bir ekonomik durgunluktan söz etmek mümkün değil. Amerika’da beklentiler kötü, ama henüz milli gelir rakamları bu beklentileri yansıtmaya başlamadı. AB-15 ve Türkiye’de ise ekonomik durgunluğa doğru hızlı bir gidişin olduğu gözleniyor. Önümüzdeki dönemde açıklanacak yeni milli gelir rakamları çok değişik bir manzarayı ortaya koyacak gibi görünüyor.

Yarından itibaren bizim gibi ekonomilere giderek yaklaşan küresel krizin yarattığı risklerden söz etmeye başlayacağım.
Yazının Devamını Oku

Dünyada yeni kaygı ekonomik durgunluk

17 Ekim 2008
GELİŞMİŞ ülkeler kesenin ağzını açtılar. Finansal sistemin çökmemesi için ne gerekiyorsa yapılacağını açıkladırlar. Amerikan Merkez Bankası (FED) da dolar basmanın sınırının olmadığını vurgulayarak güven krizine son vermeye çalıştı. Amerika ilk stratejisinde küçük bir değişikliğe gitti. Bankaların elindeki piyasası kalmamış menkul kıymetleri satın almanın yanında, bankalara doğrudan sermaye iştiraki yapmaya karar verdi. İngiltere ve Avrupa Birliği de benzer uygulamaya geçtiler. Şimdilik, sermaye katkısı ya da bilançolardan kötü kredilerin temizlenmesi konusunda parasal bir sınır kondu. Ama, gerekirse, parasal sınırlamalar artırılacak.

Çok büyük paralardan söz ediliyor. Örneğin, Avrupa Birliği 2 trilyon dolar civarında bir program başlatıyor. Bu rakam Brezilya milli gelirinin yaklaşık yarısı, Türkiye’nin milli gelirinin yaklaşık üç katı kadar.

YENİ PAKETLER

Finansal piyasalar finansal çöküşün önüne geçildiği konusunda yavaş da olsa ikna olma yolundalar. Finansal piyasalardaki fiyatlama davranışları bu yönde işaretler veriyor. Örneğin, Londra ve New York’ta bankalar arası piyasada faizler düşme eğilimine girdi. En azından belli boy kurumlar arasında "karşı taraf riski" (counter-party risks) azalmış görünüyor.

Finansal çöküşün önüne geçilmiş olabilir, ama finansal çöküntünün giderilmesi uzun zaman alacak. Bankaların yeniden kredi piyasasına dönmesi hemen olmayacak. Sistemin ayağa kalkması o denli kolay olmayacak.

Doğal olarak küresel ekonomiye yönelik kaygılar devam ediyor. Alt alta konduğunda, nerdeyse 5 trilyon doları geçen devlet yardımları nasıl finanse edilecek? Hane halklarının servetinin radikal bir biçimde eridiği bir ortamda vergiler yoluyla bu programları finanse etmek çok gerçekçi görünmüyor. Devletler borçlanmaya ağırlık verecek. Borçlanmanın arttığı bir ortamda, faizler ne olacak? Enflasyon nereye kadar gidecek?

Finansal sistem küçülürken, kredi olanakları ya çok daraldı ya da hiç kalmadı. İşsizlik artıyor. Hane halkı gelirleri düşüyor. Şirket gelirleri daha da hızlı düşüyor. Dolayısıyla, küresel düzeyde bir ekonomik durgunluk kapıda. Hatta, başladı bile. Ekonomik durgunluk finansal sistemi önümüzdeki dönem zorlayabilecek bir başka neden.

Bu kriz, geliri, işi ve varlığı olmayanların aldıkları konut kredilerinin patlamasıyla başlamıştı. Şimdi gelinen noktada, yeni kredi bulmanın zorlaştığı, işsizliğin arttığı, gelirlerin düştüğü bir ortamda, altı ay evvel sağlam olarak nitelenen kredilerin de sağlığı bozulabilecektir. Özellikle kredi kartı yoluyla yapılan borçlanmalar ve diğer tüketici kredileri perakende bankacılık yapan büyük Batı bankalarını zorlamaya başlayacak. Bu kredilere baz edilmiş menkul kıymetler de yatırım yapanları üzebilecek. Kısacası, yeni kurtarma paketleri gündeme gelebilir.

STAGFLASYON

Amerika, Avustralya, Kanada ve bazı Avrupa ülkeleri "ekonomik canlanma" paketleri oluşturma peşinde. Yani, kurtarma operasyonlarının üzerine devlet harcamalarının daha da artırılması gündemde. Batı, ileride oluşabilecek istikrarsızlıklara yönelik tohumlama yapıyor. Unutmayalım ki, bugün kötü konut kredileri diye adlandırılan uygulamalar aslında 1970’li yıllarda yaşanan Petrol Krizleri’ne bir tepki olarak başlamıştı.

Her şeyin ötesinde, önümüzdeki dönemin en büyük kaygılarından biri ekonomik durgunluk olacak gibi görünüyor. Şimdilik kimse söz etmek istemese de, bunca para basıldıktan sonra ekonomik durgunluk içinde enflasyonun azması da çok büyük bir olasılık. Şimdiki krizi 1930’lardan ayıran özellik de bu olacak gibi görünüyor.
Yazının Devamını Oku

Gel de nasıl gelirsen gel

16 Ekim 2008
TÜRKİYE’deki bankacılık sisteminde bir güven bunalımı yok. Buna karşılık, Avrupa ve Amerika’da finans kurumlarına karşı ciddi bir güvensizlik oluştu. Güvensizlik, hem kurumların birbirine karşı hem de mevduat müşterilerinin finansal kurumlara karşı söz konusu. Önümüzdeki dönemde, küresel düzeyde ve Türkiye ekonomisine yönelik olarak döviz bolluğunun biteceği tahmin ediliyor. Önlem olarak da, Avrupa’daki bankacılık sistemine güvensizlik duyan yurtdışındaki mevduat müşterilerinin Türkiye’ye çekilebilmesinin yolları aranıyor. Aranırken, ileride Türkiye’yi zor durumda bırakabilecek bazı unsurlar göz ardı ediliyor. "Kaş yapmaya çalışırken, göz çıkarma" durumu yaratılıyor.

ÖNLEMLER

Dövize sıkışıldığı dönemlerde ya da kaynak arayışının yoğunlaştığı dönemlerde aklımıza birkaç şey geliyor. Birincisi, yurtdışında oturan vatandaşlarımızın birikimlerini Türkiye’ye çekmek. 1970’li yılların ikinci yarısında bu girişim başladı. Kriz dönemlerinde önemi arttı. Otuz yıllık deneyimi gözden geçirdiğimizde, yurtdışındaki vatandaşlarımızın buraya kara kaşımız, kara gözümüz için birikimlerini göndermediğini görüyoruz.

Piyasanın çok üzerinde faiz verince yurtdışındaki birikimlerin bir bölümü geliyor. Buraya gelen birikimler yurtdışındaki vergi otoritelerinden saklanınca, vatandaşlarımız faiz gelirlerini beyan etmek zorunluluğu da hissetmiyorlar. Dolayısıyla, Türkiye’ye birikimlerini göndermek yurtdışındaki vatandaşlarımız açısından daha da cazip oluyor. Ama, Türkiye’ye yurtdışından gönderilen birikimler toplam içinde yine de çok küçük kalıyor.

Olağanüstü dönemlerde akla gelen bir başka önlem, devletin altın sertifikaları ihracı yoluyla vatandaşların ellerindeki altınları toplamak, toplanan altınları satmak ve döviz elde etmek. Vatandaşlar kağıt parçasını altına tercih ettiklerinden 1990’lı yıllarda yeniden gündeme gelen bu proje de hiçbir zaman hayata geçirilemedi.

PANİKLİYOR MUYUZ?

Son yıllarda kara paranın aklanmasını önlemeye yönelik uluslararası denetim çok sıkılaştırıldı. Uzun yıllar direndiysek de, biz de istemeyerek bazı önlemleri devreye sokmak zorunda kaldık. Şimdi, kör-topal bazı uygulamaları başlattık. Son yıllarda, kara paranın aklanmasını önlemeye yönelik gündeme getirilen uygulamaları denetleme ve düzenleme konumundaki MASAK (Maliye Bakanlığı’na bağlı mali suçları araştırma kurulu başkanlığı) özellikle finansal kurumlar üzerinde ciddi bir baskı oluşturdu. Uluslararası düzeyde öyle bir hava yaratıldı ki, kara para ile yeterince mücadele etmeyen ülkeler uluslararası terörizmi desteklemekle suçlanmaya başlandı.

Bu şartlarda, yurtdışından gelebilecek mevduatları MASAK kuralları çerçevesinde incelenmeden Türkiye’deki bankaların (bavullarla) kabul etmesi birkaç açıdan sırıtacaktır. Birincisi, dünyada kara para oldukça fazladır. Türkiye gözlerini kapatarak böyle paralara kapısını açarsa, vatandaşların emekleriyle kazandıkları birikimlerden çok, uyuşturucu ve terör paraları (kara para) gelebilir. Vatandaşlarımız bilmeyerek buna alet olabilirler. Türkiye uluslararası düzeyde çok zor durumlarda kalır. Bunun neden olabileceği maliyetlerin altından kalkmak çok zor olabilir.

MASAK Türkiye’de oturanların finansal işlemlerini kara para açısından sıkı bir biçimde denetlerken, yurtdışından aynı kurumlara gelen paralara farklı bakacak. Türkiye açıkça yurtdışından kara para avlamaya çalışan bir görüntü verecek. Bu yaklaşım, MASAK gibi bir kurumun oluşumuna yıllarca gösterdiğimiz dirençten daha da kötü.

"Gel de, nasıl gelirsen gel" yaklaşımı bu yolla gelecek paraların vereceği kısa dönemli rahatlığın çok üzerinde rahatsızlık yaratacaktır. Tüm bunların üzerine, kara para mevzuatını hiçe sayan bir yaklaşımla paniklediğimiz görüntüsü vereceğiz.
Yazının Devamını Oku

IMF ile sıcak temas küçümsenmemeli

15 Ekim 2008
GELİŞMİŞ ülkelerdeki krizin bizim gibi ülkeleri olumsuz etkilememesi söz konusu olamaz. Dünya ekonomisinin milli gelir açısından yarısından fazlasına sahip bir bölümünde yaşanacak "ekonomik durgunluk" ve "finansal çöküş" elbette gelişmekte olan ülkeleri sarsacaktır. Unutmayalım ki, daha düne kadar gelişmekte olan ülkeler gelişmiş ülkelerin üretim merkezleriydi.

Türkiye gibi dış finansmana dayalı ekonomik büyüme sürecinde olan ülkeler ikinci bir riskle karşı karşıyalar. Uluslararası finans sistemi darmadağan olmuş bir durumda. Bugüne kadar getirilerini iyileştirmek için gelişmekte olan ülkelerin piyasalarına akın eden yatırımcılar şimdi getiriyi bir tarafa bırakıp yaşamanın yollarını arıyorlar. Bu şartlarda Türkiye gibi ülkelerin geçmişteki kadar dış finansman bulabilmeleri mümkün olmayabilir.

Dış finansman olanaklarının azaldığı bir dönemde Türkiye ekonomisinin en az hasarla yoluna devam edebilmesi için belli bir dış finansmana ihtiyacı devam edecek. Uluslararası piyasalardan bulunamayabilecek bu finansman nereden bulunacak?

IMF’NİN DURUMU

Böyle durumlarda ilk akla gelen kaynak IMF oluyor. Türkiye, IMF ile ilişkilerini son dönemde iyi yönetemedi. Son üç yıllık IMF programı geçen mayıs ayında bittiği halde, IMF ile ne yapacağımız konusunda bir kararlılık gösteremedik. Gelişmiş ülkelerde çıkan krizin derinleştiğini gördüğümüz halde, büyük bir olasılıkla siyasi nedenlerle, IMF ile bağlayıcı bir program yapmaktan kaçındık.

Halbuki, şartlar düne kadar bizden yanaydı. IMF’nin doğru dürüst müşterisi yoktu. Türkiye uzun süren bir programı, dış finansman şartlarında olağanüstü iyi olmasının da yardımıyla, başarıyla tamamlamıştı. Yapılacak yeni bir program, mutlak zorunluluktan değil, Türkiye’nin risk almaktan kaçınmak istemesi nedeniyle gerçekleşecekti. O şartlarda, IMF’nin bizden isteyecekleri de daha az acıtıcı olacaktı, programın içereceği mali destek de çok daha fazla olabilecekti.

"İhtiyari mi olsun, zorlayıcı mı olsun?" derken, tren kaçırıldı. Şimdi, IMF ile yapılabilecek bir programı "tedbiri elden bırakmamak" diye niteleyemeyiz. IMF ile program yapacaksak, korkudan yapacağız. Artık pabuç pahalandı. "Para gelsin de, nereden ve nasıl gelirse gelsin" demeye başladık. Talihsiz çıkışlarla, gelebilecek kara paraya dahi müsamaha edeceğimiz izlenimi veriyoruz.

IMF’nin de durumu değişti. Düne kadar müşteri sıkıntısı çeken IMF’nin kapısında müşteriler birikmeye başladı. Güneydoğu Asya ekonomileri IMF’nin kaynaklarını talep etmeye başladılar. Izlanda görüşmelere başladı bile. Doğu Avrupa ülkeleri sırada. Gelişmiş ülkelerden bazılarının da IMF’ ile sıcak temasa geçmeleri hiç kimseyi şaşırtmamalı. Kısacası, IMF’nin kaynaklarına talep artıyor. Dolayısıyla, IMF de, daha düne kadar kimsenin talep etmediği kaynaklarını şimdi idareli kullanmak zorunda. IMF’nin kaynaklarına talep açısından 1997-98 dönemine geri dönüyoruz.

TÜRKİYE’NİN YAPMASI GEREKEN

Bu ortamda, Türkiye’nin IMF ile yapacağı bir programın şartları daha sert, programın içereceği mali destek eskiye göre daha sınırlı olacaktır. Çok daha olumlu bir ortam "acaba IMF ile kol kola girmeden yırtar mıyız" yaklaşımıyla kaçırıldı.

Birkaç günlüğüne oluşabilecek bahar havasına adlanılmamalı. IMF ile sıcak temasa geçilip daha fazla zaman kaybetmeden üç yıllık bir program için uzlaşmaya varılmalı. Böyle bir anlaşma, şartlar sıkılaştıkça, Türkiye ekonomisine daha güçlü bir güvenlik şemsiyesi görevini görecektir. Son iki yıldır boşlanan "IMF çapası" yeniden yerli yerine konmuş olacaktır. Bütün bunlarla beraber, Türkiye’nin IMF’den kullanabileceği taze dış kaynak oluşturulmuş olacaktır.

Bugünlerde Türkiye ekonomisinin en ihtiyaç duyduğu şeylerden biri belli bir dış kaynak limitinin hazırda tutulmasıdır. Döviz rezervlerinin düzeyine bakarak efelik etme zamanı çoktan geçti.
Yazının Devamını Oku