Paylaş
Medya tarihiyle ilgilenenler ve arşiv meraklıları bilir: Tarih yazımında bilginin aktarıldığı mecranın (medium) dayanıklılığı çok önemlidir.
Duvar resimlerinden çivi yazısı tabletlere, papirüsten kağıda teknolojik dönüşümler, insanlığın gelecek kuşaklara aktardığı bilginin nitelik ve niceliğini doğrudan etkilemiştir.
Kağıdın ve gazetelerin gelişimi de kendi içinde önemli kilometre taşları içerir:
Gazetelerin 1870'lerden itibaren pamuk bazlı kağıt yerine odun hamuru bazlı kağıttan üretilmeye başlaması böyle bir kilometre taşıydı.
Kodak'ın 1920'lerde mikrofilmi geliştirmesi ise asıl devrim oldu: Bu sayede gazete ve diğer kağıt yayınlardaki bilgi, çok daha dayanıklı ve kompakt bir halde tarihe aktarılmaya başladı.
Bugün Taksim'deki Atatürk Kitaplığı'na giderseniz -ki dünyanın en güzel manzaralı kütüphanelerinden biridir, üstelik artık 7/24 açık, herkes gitmeli- Türkiye'nin ilk gazetelerini ister ciltli orijinal halleriyle, ister mikrofilmde görebilirsiniz.
Peki ya dijitalleşme bu süreci nasıl etkiledi?
Columbia Journalism Review'un son sayısında yayınlanan "Tarihi Silmek" başlıklı makale, kağıttan mikrofilme dönüşümü, "Gazeteleri kurtarmak için, önce onları yok ettik" diye yorumluyor.
Öyleyse mikrofilmden bile daha kompakt olan dijital medya sayesinde, dünyanın bütün kütüphanelerindeki bütün kitapları tek bir toplu iğne başı büyüklüğündeki belleğe sığdırmak bile artık mümkün olduğuna göre, gazetelerin içerdiği tarihsel bilgiler daha iyi mi korunmuş oluyor?
Pek sayılmaz.
* * *
CJR'a konuşan uzmanlar, 1970'lerdeki ve 1980'lerdeki modern dans örneklerinin çoğunun bugün tarihe karıştığını, çünkü bunların VHS kasetlere çekildiğini ve zamanla bozulup kullanılmaz hale geldiklerini söylüyor.
Dijital mecralar ise aslında kağıttan ve VHS'den bile kırılgan.
1995'te Scientific American dergisinde çıkan bir yazıdan hareketle "Rothenberg Yasası" denilen ilke şunu söylüyor: "Dijital veri ya sonsuza kadar yaşar ya da ömrü beş yıldır, artık hangisi önce gerçekleşirse..."
Bilginin maliyetsiz olarak sonsuz sayıda kopyalanabilmesi onu olduğu gibi korumak için yeterli değil.
Elon Musk'ın Mars'a gönderdiği gibi, bir madeni para boyutunda olup içine 360 terabayt veri depolanabilen "Arch" adlı kuvars kristallerin milyarlarca yıl dayanabilmesi de bilginin korunmasını garanti etmiyor.
Çünkü tüm bu gelişmelerin sağladığı imkanlar artık herkesin elinin altında: Ve hakikati çarpıtmak veya yalan haberler yaymak gibi kötü niyetli hedefleri olan kişi ve gruplar, genelde daha organize ve daha kararlı görünüyor.
Bir de merkezi otoritelerin, örneğin devletlerin, resmi iktidarlarını kullanarak dijital verileri geçmişe dönük olarak değiştirebilmesi sorunu var.
Faruk Bildirici giderek daha da keyfi bir hale gelen erişim engellemelerini bu hafta ve geçen hafta konu almıştı.
Bu noktada insanın aklına Winston Churchill'in o sözü geliyor: "Tarih bana karşı nazik olacaktır çünkü onu ben yazacağım."
Belki Atatürk gibi veya -daha yakın zamanda yaşamış bir örnek vermek gerekirse- mesela Aliya İzzetbegoviç gibi bilge kişiliklere tarih yazımını emanet etsek sorun olmaz.
Ama gelecek kuşakların dijital ortamda bulabileceği tüm tarihi bilgilerin örneğin Kadir Mısıroğlu'nun elinden geçtiğini düşünebiliyor musunuz?
Bu yüzden, Washington Post'un eski yayıncısı Phil Graham'ın "Gazetecilik tarihin ilk taslağıdır" sözünden hareketle, dijitalleşmenin hızlandığı bir çağda gazetecilere, hakikatin olduğu gibi gelecek kuşaklara aktarılması için büyük bir sorumluluk düşüyor.
Tarihçiler, siyasetçiler, bilim insanları, yargıçlar ve hakikatle temas eden diğer tüm meslek grupları da insanlığa karşı bu sorumluluğu paylaşıyor.
Haftanın Sitesi
* Archive.org adresinde 310 milyar web sayfasını arşivleyen Wayback Machine
Yeni Medya'dan Kısa Kısa
* Belçika'da mahkeme, Facebook'un, kullanıcıların verilerini toplayamayacağına ve elindeki verilerin tamamını silmesine hükmetti. Aksi halde Facebook Belçika'ya verileri silmediği her gün 250 bin Euro ceza ödeyecek. Kararda Facebook'un topladığı veriler konusunda kullanıcılarını yeterince bilgilendirmediği belirtildi.
* Facebook'un yaşadığı sorunlara getirdiği yanlış ve akılcılıktan uzak çözümlere karşın Google ve Twitter habercilerle daha yakın bir işbirliğine gidiyor.
* YouTube'da çocuklarımızı hedef alan tehlikeli videolara iki ay önce dikkat çekmiştim. Önceki gün bir okurumuz Instagram'da bu yazıyla birlikte YouTube'da 30 milyonu aşkın kez izlenen şu -en hafif tabirle tuhaf- videoyu da paylaşmış, "Sırf para kazanmak uğruna çocuklarını böyle videolarda kullanan aileleri de devlet denetime almalı" diyor okurumuz:
Paylaş