BİR süre önce Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası A.Ş.’nin 2011 yılında elde ettiği kâr rakamı medyada yer almıştı.
O zaman “merkez bankası” ve “kâr” kavramlarının bağdaşmayacağı üzerine bir yazı yazmak istedim. Çok daha önemli konuları işlemek gerektiği için, öyle bir yazı yazmadım. Halen de Euro’nun geleceği, ekonominin açık ara birinci öncelikli gündem maddesidir. Bu mesele, Avrupa Birliği’nin dağılmasına sebep olacak kadar önemlidir. Öyle olduğu için bu Euro sorunu çözülecek ve AB dağılmayacaktır. Çünkü inşası 50 yıl sürmüş bu birliğin yaşatılması her türlü fedakârlığa değer. Üstelik bu mümkündür. Başta Yunanistan olmak üzere bazı üyelerin karşı karıya bulunduğu “borç krizi” zannedildiği kadar içinden çıkılmaz bir mesele değildir. Bu konuyu irdelemeye devam edeceğim.
HER ŞEY YASALARA UYGUNDUR
Ama bugün izninizle “merkez bankası kârı” kavramına el atmak istiyorum. Geçen haftanın sonunda Merkez Bankası’nın (MB) birinci olduğu bir “Kurumlar Vergisi Rekortmenleri” listesi yayınlandı. Öncelikle tasnif açısından itirazımı yapayım. Herhangi bir kıyaslama listesinde yer alan şeylerin türdeş olması gerekir. Bu listede yer alan hiçbir kuruluş, merkez bankasıyla türdeş değildir. Dolayıyla merkez bankası, o listede yer almamalıdır. Vergiciler, Merkez Bankası’nın da bir anonim şirket olması hasebiyle “kurumlar vergisi mükellefi” olduğu için o listeye dâhil edildiğini vurgulayarak “her şey mevzuata uygundur” diyecektir. Benim konuya yaklaşımım iktisadidir. Mevzuata uygunluk bilimi bağlamaz.
SENYORAJ, KÂR DEĞİLDİR
Merkez bankasının bir gelir tablosu yapması ve kurumlar vergisi mükellefi olup beyanname vermesi onun kâr (veya zarar) ettiğini ispatlamaz. Kâr denilen sözcüğün temsil ettiği kavramın tek bir tanımı yoktur. Ama kârın ne olmadığını söylemek mümkündür. Merkez Bankası’nın kârı, ne iktisadi ne de ticari anlamda “kâr” değildir. Kâr, iki farktan doğar. Birincisi “gelir-gider”, ikincisi “varlık-borç değerlenme” farklarıdır. Gelir-Gider Hesabı’ndan çıkan kâr, operatif; bilançodan çıkan kâr spekülatiftir. Kısaca, ya iş yaparak para kazanılır ya da varlık fiyat artışının, borçların nominal büyümesinden yüksek olmasından. Merkez Bankası kârı denilen şey “spekülatif” bir kazançtır. Bu durumda çıkan sonuca iktisaden kâr demek için muhasebeleştirilmese bile öz kaynaklara “zımni” bir faiz maliyeti işletmek gerekir. Merkez bankaları, kendileri para basıp “sıfır maliyette” sonsuz borç alabilir daha doğrusu öz kaynak yaratabilir. Bununla TL kredi açıp veya döviz depolayıp para kazanabilir. Ama bunu yapmak için arkasında bir devlet (yani senyör) olması ve bu senyörün yani devletin merkez bankasına para basma tekeli vermesi gerekir. Onun için bu gelirin adına kâr değil “senyoraj”dır. Daha önemlisi merkez bankalarının görevi, kâr değil, fiyat istikrarını sağlamaktır.
DÖVİZİ UCUZA ALIP PAHALIYA SATMAK
Merkez Bankamızın 2011 yılında elde ettiği 8.5 milyar lira kârın, 6 milyar lirası, dövizi ucuza alıp pahalıya satmaktan kaynaklanmış deniyor. Sıfır maliyetli parayla, ne stoklarsan stokla sonunda kâr edersin. Ama doğada sıfır maliyetli para yoktur. Allahtan Merkez Bankası yöneticileri “kâr” ettik diye böbürlenmediler. Onlara haksızlık etmek istemem. SON SÖZ: Aslan sütü ne kadar sütse, merkez bankası kârı da, o kadar kârdır.