Türkiye İstatistik Kurumu’nun resmi hesaplarına göre, Türkiye’nin Milli Geliri (GSMH) 2002-2012 arasında (10 yılda) % 63 artmıştır. Dünya Bankası’nın “2005 yılı sabit Amerikan Doları”(Constant 2005 USDollar) hesabıyla “2002-2012” arasında Türkiye’nin Milli Geliri % 64 artmıştır. Milli gelirde büyüme oranı “sabit para” ile hesaplanır. Bunu meslektaşımız Sayın Zeybekci de biliyordur. TL ile hesaplanmış milli gelir rakamı, cari dolar kuruna bölünerek büyüme hesabı yapılmaz. Bu konuyu köşemde en az beş kere işlemiş ve defteri kapamıştım. Ama yeni “Ekonomi” bakanı aynı yanlışı yapınca, ben de okurlarımı sıkma pahasına bu mevzua geri döndüm. Bağışlayın.
BİST’İN NASDAQ’TAN YAZILIM SATIN ALMASI
BİST (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Amerikan Nasdaq Borsa’nın kullandığı bir “işletim sistemi/yazılım” satın almış. BİST; bu yazılımın bedeli olarak, sermayesinin % 5’ni Nasdaq’a (bedelsiz) olarak vermeyi üstüne de belli bir miktar nakit para ödemeyi kabul etmiş. Eğer BİST, Nasdaq’tan para ödeyerek hisse alırsa, nakden yapacağı ödeme 16,5 milyon Dolar, almazsa 21,5 milyon Dolar olacakmış. Özetle, Nasdaq, BİST’e bir yazılım satıyor. BİST de ona nakdi ve ayni ödeme yapıyor. Olay bu kadar basit bir alışveriş iken, kamuoyuna Nasdaq, BİST’e ortak oldu, yazılım ihraç hakkı verdi diye allanıp pullandırılıp sunuluyor. Aslında BİST’in Nasdaq’tan işletim sistemi alması, son derece iktisadi bir karar olabilir. Ancak bu satın alma başka türlü anlatılmak istenince, şeytan insanın aklına “kim, kimi ve niçin kandırıyor” diye bir soru getiriyor.
YOLSUZLUK SORUŞTURMASININ MALİYETİ 104 MİLYAR DOLAR
Yeni İçişleri Bakanı’nın daha ilk TV sohbetinde “yolsuzluk soruşturmasının (ülkeye) maliyeti 104 milyar dolar” dediğini duyunca içim daraldı. Bu maliyet nasıl oluştu? Tsunami gibi bir doğal afet sonrası milli servet yok mu oldu? Yoksa ülkenin tümünde “hayat durdu” ve mili gelir yaratılamaz mı oldu? Türkiye’nin milli geliri (76 milyon insanın 365 günde yarattığı katma değer) kabaca 800 milyar dolardır. Nasıl oluyor da bunun % 13’ü on gün içinde yanıp kül oluyor? İktisadi ölçümlerin “fizik” dünyadaki izdüşümü hiç mi akla gelmiyor? Yoksa yine karşımıza cevap diye “arsa ve borsa” esnafının sanal hesapları mı konacak?
SON SÖZ: SORUŞTURMANIN DEĞİL, YOLSUZLUĞUN MALİYETİNİ HESAPLA.
Geçmişi değiştirmek için elimizden bir şey gelmez. Ama geleceği şekillendirmek az da olsa elimizdedir. Geleceğe gönlümüze göre bir biçim vermek istiyorsak ki, istemeliyiz, yeni yıla “umutla” girmeliyiz. Umut bitmedikçe, hiçbir şey bitmiş sayılmaz. Bitiş, umudun bittiği gündür.
NÜFUS TİCARETİ
Yolsuzluk; devlet veya hükümet gücünün, devlet veya hükümet yetkilileri tarafından, doğrudan veya dolaylı olarak, kişisel gelir ve servet arttırmada kullanılmasıdır. Bu tanımı iyi belleyin. Yolsuzlukta “kamu adına karar verme yetkisi” olan birinin çeteye dâhil olması şarttır. Yolsuzluğa, eskiden “nüfuz ticareti” denirdi. Mükemmel bir tanımlamadır doğrusu bu. Nüfuz, içine girmek, başkalarının giremediği gözeneklerden sızıp, kılcal damarlardan geçerek, karar merkezini etkilemek demektir. Bu gücün kullanılmasıyla yapılan işlere “nüfuz ticareti” denir. İktidardakilerin yakınları, ne iş yaparsa yapsın, işin içinde “kamu” otoritelerinin bir dahli varsa, kazancın temel kaynağı “nüfuz” dur.
YOLSUZLUĞUN HİÇ Mİ FAYDASI YOK
Yolsuzluk, devletçi ekonomilerin, serbest pazar sistemine dönüştürülmesi aşamasında çok yararlıdır. Devlet memurları “hayır” demek üzere programlanmıştır. Çünkü “olur” veren, kamu yöneticilerinin hemen hepsinin başı, bir ihbar veya şikâyet yüzünden ilerde belaya girebilecekken, dünyanın en hayırlı projesine bile “n’ayır-n’olamaz” diyenler hakkında hiç dava açılmamıştır. Bu durumda kamu yöneticilerine evet dedirtmek için onları “yüreklendirmek” gerekir. Nasıl devlet, özel sektörü “girişimciliğe” teşvik ediyorsa, özel sektör de kamu yöneticilerini “olurculuğa” teşvik eder.
İCRAAT İNŞAATTIR
Türk ekonomisinin çekici gücü “inşaat”tır. İnşaat için de arsa lazımdır. Arsa olabilecek arazilerin çok büyük kısmına da devlet sahiptir. Devlet, arazilerin arsaya dönüşmesine izin vermezse, inşaat sektörü güdük kalır. Ekonomi canlanamaz. Ekonominin canlanması herkese ilave gelir sağlar. Ekonomiyi canlandırmak için “yüreklendirilen” yöneticiler, aynı zamanda çok çalışır görünür. Hareketten doğan bereketi paylaşan halk da “çaldı ama çalıştı” oyumu yine ona vereceğim der.
SON SÖZ:
Tam tersine, işlerin sarpa sardığı zamanlarda da sorumlu mevkilerde oturan aynı meslektaşlarını, onları acımasızca tenkit edenlere karşı korur. Ben, kendimi bu kümede görüyorum. Benim bir işim yönetim danışmanlığıdır. Konjonktür sayesinde, yani rüzgârın arkadan estiği yıllarda, şirketlerinin elde ettiği başarılarla şımaran yöneticilere fena bozulurum. İçimden onları pataklamak gelir. Ancak konjönktür terse dönüp de firmaları zarar etmeye başlayınca, moralleri bozulanlara kol kanat germek ve aklımın yettiğince yardımcı olmak isterim. Benim diğer işim, 30 yıldır kesintisiz sürdürdüğüm ekonomi köşe yazarlığıdır. Bugün fıtratım icabı, haklarında eleştirel yazılar yazmış olduğum ulusal ekonomi yöneticilerini desteklemem gerekir gibi bir ruh haleti içindeyim. Bu kimsenin umurunda olmasa da..
TÜRKİYE’DE EKONOMİK KRİZ, DEVALÜASYONDAN ÇIKAR
Son altı ay içinde Türk Lirası kabaca % 20 değer kaybetti. Yani devalüe oldu. Bu, küçük de olsa yaklaşan bir krizin öncü göstergesidir. Devalüasyon oranı “döviz fiyat artışı bölü dövizin yeni fiyatı” olarak hesaplanır. Eğer “yarım Dolar +yarım Euro” nın fiyatı 2,00 TL’den, 2,50 TL’ye çıkmışsa, devalüasyon oranı 50/250 yani % 20’dir. Siz bu formüle göre kendi hesaplarınızı yapın. Döviz fiyatları, geldiği bu düzeyin altına iner mi? İnebilir. Hatta inmelidir de. Ancak “Cari Açık/ Milli Gelir” oranına bakılırsa, TL hâlâ gereksiz değerlidir. Cari açığın kapanması için döviz fiyatları artmalıydı. Bunu değerli bir devlet adamı ve ekonominin patronu Babacan da kabul ediyordu. Ama bu düzeltme “usuletle ve suhuletle” gerçekleşmeliydi.
SİYASET EKONOMİYİ VURDU
Bu amaçla “Yumuşak İniş” (Soft Landing) programına geçildi. Yumuşak iniş için “faizi tut-dövizi sal” yöntemi benimsendi. Bunu, “sıcak para” esnafı ve borazancıları benimsenmedi. Merkez Bankası’na “faizi yükselt” diye içeriden ve dışarıdan baskı yapıldı. Merkez “yumuşak iniş”i gerçekleştirmek maksadıyla bu baskılara boyun eğmedi. Pek tabii faizler arttı, pek tabii enflasyon hedefin üstüne çıktı, ama ipin ucu kaçmadı. Ta ki yolsuzluk bombası patlayıncaya kadar. Bomba patladı, ekonomi kafasına balyoz yemiş gibi serseme döndü. Yumuşak iniş sertleşti, piyasaların asabı bozuldu. Bu da geçecektir. Ama herkesin gelir ve/veya servet kaybı olacaktır.
Sadece Halk Bankası’nın değer kaybı 1,625 milyar dolardır” diye yakınmış. Sayın Babacan bunu “yolsuzluk soruşturması ekonomiye zarar verdi, ekonomiye zarar verecekse, yolsuzluklar soruşturulmasın” demek istememiştir. Ama ifade bu şekilde anlaşılmaya müsaittir. Ekonomiye, yolsuzlukların soruşturulması değil, esas yolsuzluk yapılması zarar verir.
AYNA GÖRÜNTÜSÜ HER ZAMAN SİMETRİK DEĞİLDİR
Ekonomi, bir bütündür. Ancak ekonominin işleyişini daha iyi kavramak için, bu bütün “reel” ve “reel olmayan” diye iki sektöre ayrılarak incelenir. Nobel’li iktisatçı Mundell, kendisiyle 2009 yılında İstanbul’da yaptığım bir söyleşide, bu iki sektör arasındaki ilişkiyi “ayna görüntüsü” şeklinde tanımlamıştı. Bunu da “Wall Street is the mirror image of the Market Street” şeklide ifade etmişti. Bu cümlede, zAmerika’da hemen her kentte bulunan “Market Street” ile “reel sektörü” New York’taki Borsa Binası’nın bulunduğu “Wall Street” ile de “reel olmayan sektörü” kastetmişti.
ŞİRKETLERİN BORSA’DA OLUŞAN FİRMA DEĞERİ SANALDIR
Şirketlerin sermayesi paylara ayrılmıştır. Genellikle birimi 1 TL’dir. Borsada her gün, her şirketin 1 TL’lik payının fiyatı oluşur. Bu oluşan fiyatla, firmanın pay sayısı çarpılarak “Firmanın Piyasa Değeri” (Market Capitalization) hesaplanır. Ancak birim pay senedinin fiyatı reel iken, yani o fiyattan alışveriş yapılabilirken, firmanın “piyasa değeri” reel değildir. Yani hesaplanan toplam piyasa fiyatından, o firmanın % 100’ü alınıp, satılamaz.
İÇBÜKEY VE DIŞBÜKEY AYNALAR
Gerçekten ortada çok çirkin ve yıpratıcı bir tablo var. Pek tabii onlar da kendilerini bir şekilde savunacaklardır. Başlarına gelen bu büyük beladan en az hasarla kurtulmak isteyeceklerdir. Ama ne yaparlarsa yapsınlar bu olaydan “kârlı çıkılması” mümkün değildir.
SİYASİ SUÇUN BİR ASALETİ VARDIR
Dinsel veya milli güdülerle örgütlenip, yerleşik düzeni sarsmaya veya yıkmaya yönelik eylemlere “siyasi suç” denir. Bir eylemcinin fiili, fiilin kendisi adi suç teşkil ediyorsa, eylemci “suçsuz” değil “siyasi suçlu” addedilir. Bunu anlamak için söz konusu eylemcinin İsveç’ten iltica talep etmesi yeter. Eğer İsveç, ona iltica hakkı veriyorsa, kişi siyasi suçludur. İltica talebi ret edilmişse, adi suçludur.
BU RÜŞVET OLAYININ SİYASİ AMACI NEDİR
Eğer bulunan paralar, o evlere polis tarafından kasten veya sehven yerleştirilmediyse, ortada bir “komplo” değil “komple” bir suç vardır. Rüşvet alanlar, bu paraları etnik veya dini özgürlük için mi kullanacaklardı? Amaç bu paralarla hükümeti devirmek miydi? Değilse, işlenen suç, siyasi değil, adidir.
Bu, şimdiye kadar Almanya’da ülke yönetiminde görev alan Türk kökenlilerin ulaştığı en yüksek mevkidir. Aydan, benim yaklaşık 60 yıllık arkadaşım Uğur Özoğuz’un ağabeyi Orhan Özoğuz’un kızıdır. Ben, Aydan’nı çocukluğundan beri tanırım. Onun bana hitap ettiği şekliyle “Ege amca”yım. Gözlerini “aça,aça-tane,tane” konuşan akıllı Aydan’ın bu başarısından çok mutluyum. Onunla hep gurur duymuşumdur. Kendisini candan kutluyorum.
AYDAN’IN BAŞARISI TOMBALADAN ÇIKMAMIŞTIRAydan’ın babası, Kilis kökenli bir Kadıköylüdür. Saint Joseph’de eğitim görmüş fındık tüccarı Orhan Bey’dir. Annesi merhum Günay Hanım, Trabzonlu Kefeli ailesindendir ve Üsküdar Amerikan Kız Lisesi mezunudur. Hem Aydan hem de iki ağabeyi Almanya’da eğitim görmüş ve üniversite bitirmiştir. Aydan, gençliğinden itibaren sosyal ve siyasi meselelerle meşgul olmuştur. Körber Vakfı’ında çalışmış, Sosyal Demokrat Parti’de görev almıştır. Kendisi de bir siyasetçi olan Alman eşi, onu bu yolda hep desteklemiştir. Aydan, siyasette adım, adım yükselmiştir. Bu bakanlık kendisine, hükümette bir de Türk olsun diye değil bu görevi yapabileceği için verilmiştir.
AYDAN TÜRK KÖKENLİ BİR ALMANDIRAydan, “Alamanyalı” değil, Türk kökenli bir “Alman”dır. Aydan, kendisine “Almancanız çok güzel” diyen Almanlara, ben de bir Alman’ım, pek tabii Almancayı iyi konuşacağım vurgusu yapma kastıyla “Sizinki de çok iyi” diye cevap verir. Türkçesi ve İngilizcesi de çok iyidir. İstanbul’a geldiğinde (ki oldukça sık gelir) Türkiye’ye kesin dönüş yapmayı düşünüp düşünmediğini anlamak için “dönecek misin?” diye soranlara, soruyu anlamamış gibi yapıp “Evet, bir hafta sonra Hamburg’a dönüyorum” diyecek kadar kendini Almanya’ya ait görür.
ASİMİLASYON VE ENTEGRASYON Aydan, yanık ten rengi ve kaşlı gözlü yüz yapısıyla ta uzaktan“Türk geliyor” dedirtecek kadar Türk görünüşlüdür. Benim tanımımla “Laik Müslüman”dır. Bir Almanla evlenmesine rağmen Özoğuz soyadını terk etmemiştir. Türkiye ile çok ilgilidir. Başkalarının hakkına saygı, dürüstlük, çalışkanlık ve icap etse de yalan söylememe bakımından birinci sınıf Alman’dır. Bu haliyle Almanlara benzemiş ve Almanya’ya entegre olmuştur.
SON SÖZ:
Bu olay “Cemaat” ile “Hükümet” arasında ideolojik bir ihtilaf olduğunu net bir şekilde göstermişti. Başbakanın “Cemaatin Fidanlığı” dershaneleri kapatma kararıyla bu ihtilaf bir anda su üstüne çıktı. Başbakan, siyasette başarının “kadro” kurmaktan geçtiğini biliyordu. Kadro yetiştirmek için de “eleman fidanlıkları” gerekliydi. İmam Hatip okulları bunun yaşayan kanıtıydı. Ünlü Rus Diktatörü Stalin’in “Her şeyi kadro belirler” sözü tarihe geçmiştir. Cumhuriyet de kendi “Kadro”sunu kurmaya önem vermiştir.
MİLLİ GÖRÜŞ VE MÜSLÜMAN TÜRKLER
Hükümetin ideolojisi “milli görüş”tür. Milli, milletten gelir. Millet kelimesinin kök anlamı “aynı dine mensup olanlar” dır. Milli Görüş, İslam Birliği idealini gerçekleştirmek için vücut bulmuştur. İslam’da ulus anlamındaki millet kelimesinin karşılığı “kavim” dir. Ulusalcılık anlamındaki milliyetçilik, kavmiyetçiliktir ve ayaklar altına alınmalıdır. Bu yüzden milliyetçilik, İslam Birliği idealine terstir. Hâlbuki Fettullah Gülen Hoca’nın “Şef İdeologu” olduğu Cemaat’in “ideali” İslam Birliği değildir. Onun ideali, Türklerin, İslam’dan da güç alarak, tabiri caizse “Batılılaşması”dır. İki ideolojinin ortak paydası ise İslam’dır. Bu sebeple, farklı idealleri olan bu iki hareket uzunca süredir “yoldaş” olmuştur. Ama hareketlerin etkinliği arttıkça, ortak payda önemsizleşmiş, farklar belirleyici olmaya başlamıştır.
HER SİYASİ HAREKET, HEDEFE İLERLERKEN CEPHE KURAR
AKP hükümeti “milli görüş” idealine doğru yola çıktığında daha kısa sürede başarışı olmak için “birlikte yürüyeceği” ve onlardan güç alacağı kesimlerle bir cephe teşkil etmiştir. Bu cepheye öncelikle Cemaat başta olmak üzere, farklı tarikata mensup İslamcılar katılmıştır. Hemen sonra Türk kimliğini sevmeyen, “Asker Düşmanı”, hemen hepsi eski solcu laik liberaller katılmıştır. Solcuların bu cepheye katılması üzerine “Her Kürtçü, Komünist; Her Komünist, Kürtçü olur” alışkanlığıyla özerklikçi Kürtçüler de cepheye destek vermiştir. Bu şekilde Cumhuriyet’in dayattığı “laik-tam bağımsız-ulus devlet” modeli karşıtları “T.C.’yi Tasfiye Kurulu” unda buluşmuştur.
Çünkü kamuoyunda “kentsel dönüşüm” diye bilinen “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” ileri sürülerek aileler, binanız çürük diye yaşadıkları evlerinden zorla çıkartılıyor. Rant için sapasağlam binalar yıkılıyor.
RİSKLİ ALAN, RİSKLİ YAPI
Çirkin ve çarpık bir şekilde büyüyen kentlerimizin, başta İstanbul olmak üzere bir “Kentsel Dönüşüm” veya “Kentsel Yenilenme” (Urban Renewal) den geçmesi gerektiğini savunan çok yazı yazdım. Bu konuda ilk makalem 1967’de Milliyet’te yayımlanmıştı. Köyden kente göç yüzünden büyüyen İstanbul’da Fikirtepe, Gültepe, Kuştepe, Sultanbeyli, 1 Mayıs Mahallesi gibi onlarca kötü inşa edilmiş yeni semt oluştu. TEM’in iki yanı tam bir felaket görünümü kazandı. 1999 depreminden sonra işin içine bir de güvenlik boyutu girdi. Çünkü “zemin yapısı riskli” alanlarda inşa edilmiş binalar, strüktür olarak sağlam bile olsalar, hasar gördü ve can kaybı yaşandı. Yaklaşık 1000 kişinin öldüğü Avcılar yöresi bunun en somut örneğidir.
KİME NİYET, KİME KISMET
Kentsel yenilenmeyi hayata geçirmek için meselenin parasal tarafı çözülmeliydi. Ben dâhil dönüşümü destekleyen herkes, yenilenmesi gereken semtlerde inşaat yoğunluğunu arttırarak “yık-yap” işinin kamuya yük getirmeden çözülmesini önerdi. Ama bu imar katsayı artırımının pahalı semtlere de uygulanması söz konusu değildi. Ancak rant avcıları kokuyu aldı ve değerli semtlerde dönüşümü “riskli yapı” başlığı altında yasaya soktular. Niyet çarpık çurpuk bir şekilde en kötü şartlarla inşa edilmiş az katlı binaların yıkılarak gariban semtlerin ihyası iken, birden en pahalı semtlerdeki sapasağlam yüksek binaların yıkılmasına dönüştü. Çürük binalarla dolu semtlere dadanan yüklenici az bulunuyor. Ama Bağdat Caddesi ve çevresi tam bir avlak alanı oldu. Evinde oturmak isteyen kat malikleri de “alırım çürük raporu, yıkarım binanı” diye tehdit ediyor.
SAĞLAM BİNA, YÖNETMELİK DEĞİŞİNCE ÇÜRÜK OLMAZ
Yeni yönetmelik, yeni yapılacak binaları ilgilendirir. 6306 “Dönüştürme” kanununda ifade açıktır. Eski binalar ancak “yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmi teknik verilere dayanılarak tespit edilmişse” riskli yapı tanımına girer. Aksini zorlamak hukuka sığmaz.