Ebru Erke

Siyah bal, beyaz nektarin ve Kaz Dağları’nın tüm renkleri

31 Ekim 2021
Şifalı siyah balı, Bayramiç beyazı, helvası, eti, peyniri… Çanakkale’nin adı az duyulmuş güzel ilçesi Bayramiç’in her lokması Kaz Dağları’nın eşsiz florasının izlerini ve lezzetini taşıyor.

Son birkaç haftadır kulağımız telefonda, sürekli bölgeden gelecek haberi bekliyorduk. Yağmurlar yağsın da dalları pespembe saran minik püren çiçekleri açsın ve biz bölgeye bal sağımına gidelim diye. Çok şükür, beklediğimiz telefon geçen hafta geldi ve biz şanı yurtdışına çıkmış ama bizde pek az bilinen siyah balın ve püren balının peşinden Bayramiç’e gittik. Çanakkale’nin Kaz Dağları eteklerindeki bu sevimli ilçenin adını turistik olmadığından ötürü çok fazla duymuyor olabilirsiniz ama bünyesindeki ürünlerle içinde bulunduğu coğrafyanın hakkını sonuna kadar veren hamarat bir bölge.

Tıbbi bal üretiyorlar

Balarıları bulundukları bölgenin çiçek ve bitkilerinden aldıkları nektarlar veya salgılarla bal yapar. Bu yüzden her bölgenin balı farklı tat, aroma ve laboratuvar değerlerine sahiptir. Apiterapi (arı zehri ve arı ürünleriyle tedavi yöntemi) ve akupunktur uzmanı Dr. Gökhan Aydoğdu da bu sebeplerden kovanlarının bir kısmını Bayramiç tepelerine yerleştirmiş. Amacı sıradan bir bal üretmek değil, tedavilerde de kullanılan ‘tıbbi bal’ üretmek. Ürettiği ballar için çevredeki bitkilerden faydalanıyor ama bunun yanında karabuğday gibi ballarına alışık olmadığımız bitkileri de dikiyor. Hatta tüm arıcılara da kovan yakınlarına birkaç kilo ekmelerini öneriyor. Çünkü karabuğday balının antioksidan aktivitesi çok yüksek.

Gökhan Aydoğdu’nun ballarının analizleri Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi’nde Türkiye’de bu konudaki uzman isimlerden biri olan Prof. Dr. Abdurrahim Koçyiğit tarafından yapılıyor. Üniversitede ziyaret edip bire bir görüştüğüm Abdurrahim Bey, ballarımızın ne kadar çok analizi yapılır, onlarla alakalı bilimsel makale yayımlanırsa yurtdışında bilinirliğinin artacağını, talep doğacağını ve fiyatların da yükseleceğini söylüyor. 2019’da kendisi ABD’deki önemli bir tıp dergisinde (Integrated Cancer Therapy Journal) yayımlanan, bu bölgedeki siyah balın mide kanseri tedavisindeki etkili sonuçlarıyla alakalı yazısı çok ses getirmiş.

Yazının Devamını Oku

Dünyanın en ikonik muhallebicisi

30 Ekim 2021
“Macerayı çok seviyorlardı. Çoğu da kültürlü, aklı başında çocuklardı. Bu dükkânda da çok vakit geçirirlerdi. Çok şey öğrendim onlardan...” 75 yaşındaki Namık Çolpan, 1960’larda hippilerin İstanbul durağı olan pastanesini işte böyle anlattı. ‘Pudding Shop’ adıyla da bilinen Lale Pastanesi, Bill Clinton’ın İstanbul ziyaretinde ilk sorduğu şeylerden biri olmuş... Vay be!

1960’lı yılların başı... ABD, Fransa, İngiltere ve Almanya gibi dünyanın farklı ülkelerinden gençler Hollanda veya Almanya’dan kalkan otobüsle uzun bir yolculuğa çıkarlar. Savaş karşıtı bu gençler o zamanlar Amerika’nın Vietnam’a asker yollamasını protesto edip müziği, sevgiyi, bir arada barış içinde yaşamayı savundukları; tüm dünyaya yayılan bir akım ve yaşam tarzı başlatmışlardı. Hippiler veya ‘çiçek çocuklar’ diye adlandırılan bu gençlerin istikameti Hindistan ve Nepal’dir. Burada barışçıl bir yaklaşıma sahip olduğunu düşündükleri Budizmi öğrenmeye giderler. Yoldaki en önemli duraklarıysa Sultanahmet ve buradaki Lale Pastanesi’dir.

Hollanda’dan kalkan üstü rengârenk boyanmış otobüs haftada iki kez pastanenin önünde durur. Mola vermek isteyenler bir süreliğine İstanbul’da kalır, otobüs de ufak bir bakımdan sonra duraktaki yeni müşterilerini alıp doğuya doğru yola çıkar. İşte Lale Pastanesi de bu esnada farklı ırk, din, dilden yüzlerce insanın kesişim noktası haline gelir. Hatta duvara bir de haberleşme panosu asarlar. Bazısı arkadan gelen bir arkadaşına hangi tarihte yola çıktığını yazıp birkaç ay sonraya Katmandu’da buluşacakları günü yazar, bazısı da yolda tanışıp unutamadığı kızıl saçlı kıza ilanı aşk eder. Ama çiçek çocuklar merkez üsleri haline gelen mekânın ismini söylemekte zorlanmaktadır. Bir gün bir Alman genç buraya ‘Pudding Shop’ ismini koymayı önerir sahiplerine, ne de olsa hiçbir yerde görmedikleri çeşitte ve yemedikleri lezzette sütlü tatlıyla çoğu burada tanışmıştır. 

SANDALYE İKİ AY SONRA GERİ GELDİ

İdris Çolpan, Kastamonu’dan gelip de şekerci dayısının yanında çalıştıktan sonra 1957’de burayı açtığında dünyanın en ikonik muhallebicisinin de hikâyesini başlattığının farkında değildir. Zaman içinde Lale Pastanesi’nin isminin yanına ‘Pudding Shop’ ismi de gelir, sonraları yemek ihtiyacından dolayı pastaneden restorana dönerler ve isimleri de kalıcı olarak ‘Pudding Shop - Lale Restaurant’ olur. 

Bir süre önce sütlü tatlılarımızla alakalı yurtdışı kaynakları araştırırken karşıma çıktı Pudding Shop... New York Times, Independent, Washington Post... O kadar çok yerde haberleri çıkmıştı ki... Şimdilerde dükkânın başında o zamanlar abisiyle birlikte çalışan ve şu anda 75 yaşında olan Namık Çolpan’la rahmetli İdris Bey’in oğlu Adem Çolpan var.

Namık Bey geçmişi hatırladıkça gözlerinin içi parlayarak anlatıyor: “Macerayı çok seviyorlardı, çoğu da kültürlü, aklı başında çocuklardı. Bu dükkânda da çok vakit geçirirlerdi. Çok şey öğrendim onlardan. Yazılar yazardık kartonlara: Hamama buradan gidilir, Hilton Otel şu tarafta, Amerikan Konsolosluğu bu yönde gibi... Onlarla diyaloğumuz çok ilerledi bu süreçte. Hatta otobüslerinin rezervasyonlarını bile ben yapıyordum. Ertesi gün Hindistan’a gidecek otobüslere de müşteri bulmaya başlamıştık. Otobüsler bizim kapının önünde bekler, buradan yola çıkarlardı. Bir gün 18 kişilik bir minibüs kalkacak buradan yine. Yolcuların biletleri de satıldı. 19’uncu kişi çıktı birden; ‘Ben de arkadaşlarımla birlikte gitmek istiyorum’ diyor. Yer yok tabii. ‘Nasıl gideceksin?’ dedim. ‘Bana bir sandalye ver. Ona oturup giderim’ dedi. Sandalyelerden birini verdik ona. İki ay sonra sandalyeyi geri getirdi bize.”

Yazının Devamını Oku

Gastronomi kazanında kaynayanlar

30 Ekim 2021
2022’nin trend ürünlerinden biri patates sütü olacak... Sosyal medyada paylaşılan bir makarna tarifi marketlerde beyazpeynir stoklarının tükenmesine neden oldu... Yeme-içme dünyasından en son havadisler burada…

Pandemi sonrası hepimizin yaşam şekliyle birlikte, ürüne ve doğaya olan bakışımız da değişti. Geçen yıl Avrupa’da yapılan araştırmalara göre pandemiyle birlikte insanların trendleri daha çabuk benimsediği ortaya çıktı.




Özellikle bitki bazlı beslenenlerin sayısı hızla arttı. Açıklanan 2022 yılı trendlerine göre diğer vegan sütlere oranla daha uygun fiyatlı olan patates sütü menülerde daha sık yer almaya başlayacak. İlk defa 2015’te kullanılan ‘klimataryen’ terimini de daha sık duyacağız. İklim dostu tüketici anlamına gelen ‘klimataryen’ anlayışı 2022’de gastronomi dünyasının parlayan yıldızı olacak.

ÜNLÜ ŞEFLER İSTANBUL'DA

Bu yıl 5’incisi düzenlenecek olan Gastromasa Konferansı 7 Kasım Pazar günü Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleşecek. Bu senenin temasıysa ‘tasarım’. Ünlü şefler, gerek tabaklarda gerekse restoranlarında yarattıkları tasarım trendlerini anlatacaklar. İlham veren bu etkinlik için ajandanızı şimdiden organize edin.

Yazının Devamını Oku

Hem Egeli hem İç Anadolulu...

24 Ekim 2021
Gaziantep ve Antakya’dan sonra UNESCO Yaratıcı Şehirler Ağı’na üçüncü şehir olarak dahil edilen Afyon pek çok kişiyi şaşırttı. Çünkü Afyon’u kısa molalarda yenen kaymaklı ekmek kadayıfı ve sucuktan ibaret zannedenlerin sayısı bir hayli fazla... Oysa hem Egeli hem İç Anadolulu Afyon, mutfağında her iki bölgenin de bereketini ve inceliklerini eritmeyi başarmış bir şehir.

Geçen hafta sonu Afyon’da şef Zeki Açıkgöz’ün başkanlığını yaptığı TAFED yani Türkiye Aşçılar Federasyonu öncülüğünde Gastro Afyon etkinliğinin üçüncüsü gerçekleşti. Yurtdışından da ülke federasyon başkanı aşçıların katıldığı etkinlikte mutfak okulu öğrencileri, çocuklar, ev hanımları ve profesyoneller farklı kategorilerde yarıştı. Afyon’un coğrafi işaretli ürünleri ve tescilli 600 yemeğinin anlatıldığı başarılı organizasyonun ardından, hazır termal turizm zamanı gelmişken biz de bir lezzet turu yapalım bu hafta. Afyon deyince akla ilk gelenlerden biri o yoğun kıvamı, yüksek yağ oranı ve lezzetiyle zihinlerimizde yer etmiş olan manda kaymağıdır. Afyon ekmek kadayıfının şanının arkasındaki asıl kahraman da bu kaymaktır. Manda sulak alan ve çamur istiyor. Bakımı meşakkatli iş.

Sahibi olarak bellediği insandan başkasına süt vermiyor olması da çok ilginç bir ayrıntı. Afyon, bir zamanlar manda yetiştirmek için en uygun bölgeyken şehir merkezinde bile beslenir, kaymak şehirde yapılırmış. Bugün ancak birkaç köyde üretim var. Camız denilen manda, günde 6 kilo kadar süt verebiliyor. İlk sağılan süt 80-90 derece civarına gelene dek pişiyor ve dinlendiriliyor. Akşam sağılan süt de kaymaklanan ilk süte katılıyor ve tekrar pişiriliyor. Yeniden 12 saat kadar dinlendirdikten sonra soğuk dolaba alınıyor. Kışın buna pek gerek olmuyor.

İğneyle kaymağın kenarlarını delip, içindeki kaymağı çıkarıp, dilimleyip tabağa diziyorlar. Kaymaksız yenmesi hayal bile edilemeyecek tek tatlı, ekmek kadayıfını eski çarşı içindeki pek çok dükkânda yemek mümkün. Ama onu tanıtan isimlerden biri olan Hidayet Korkmaz’ın yerinde yemek ayrı keyif. Baba mesleğini küçük bir dükkânda kendi kadayıfını ve kaymağını yaparak yıllarca sürdüren Korkmaz’ın torunları işin başında. Yılların el ayarı...

Genelde şerbetin şeker oranı aynı ama kimi daha uzun çektirerek daha yoğun şekerli, kimi daha hafif yapıyor. Osmanlı döneminden bu yana hazırlanan tatlının artan ekmekleri değerlendirmek üzere yapıldığını hem Afyonlular hem de bazı tarihçiler kabul etmiyor. Her ne kadar şimdi her mevsim bulunsa da benim çocukluğumda yaz ayları Afyon’dan geçerken ekmek kadayıfı vişneli yenirdi. Afyon vişnelerinin lezzeti, kadayıfı kadar meşhurdur. Çay ilçesinde yetişen vişneler coğrafi işaret de almış. Sezonunda dondurulan vişnelerin büyük çoğunluğu yurtdışına ihraç ediliyor.

Yazının Devamını Oku

Yerli cevizimiz nasıl kurtulur?

23 Ekim 2021
Geçenlerde katıldığım bir ceviz hasadında faydaları kadar cevizli tatlılarımızı, kalamarın yanı sıra sebze ve otlara da çok yakıştırdığım taratoru hatırladım. Ne yazık ki yerli üretimimiz tüketimdeki hızı yakalayamıyor ve ülkemizdeki ceviz açığı büyüyor. Ama bu tabloyu değiştirmek mümkün...

Antep fıstığı kıymetlimiz olabilir ama doğruya doğru, bazı tatlılar cevizle çok daha lezzetli oluyor. Cevizin yoğun ve yağlı yapısı içine konduğu şeyi diğer kuruyemişlere göre daha karakteristik hale getiriyor. Gördüğüm kadarıyla da Ortadoğu ve Akdeniz ülkelerinde dünyanın geri kalanına göre daha yaratıcı ve farklı kullanılıyor; mezelerde, hamur işlerinde, tatlılarda... Hatırlarım, Mersin’de rahmetli babaannem hazırladığı içliköftenin iç harcına mutlaka ceviz koyardı. Kızartılan şerbetli hamur tatlısı karakuşun üzerine de kırık ceviz parçalarından bir tutam serpiverirdi. Zihin açıklığı versin, beyni hızlı çalışsın diye sabah okula giderken ağzına mutlaka bir avuç ceviz tepiştirdiğini de hâlâ anlatır babam. 

Bu ‘zihin açma’ olayının geçmişi de epey eskiye, laboratuvar analizlerinden çok daha öncesini işaret ediyor. Varlığı MÖ 10.000 yıllarına dayandığı söylenen cevize Afganistan’da ‘dört beyin’ anlamına gelen ‘charmarghz’ adı verilmiş. Roma döneminde insan beyni modeli olarak sıklıkla kullanılmış ve baş ağrılarına iyi geldiği düşünülmüş. En eski cevizin Kuzey Irak yakınlarında ve İsviçre göl kenarı yerleşimlerinde görüldüğü biliniyor.

EN ÖNEMLİSİ TAZELİĞİ VE NEM ORANI

Dünya gastronomisinde en yüksek kaliteli ceviz türü İran cevizi olarak kabul ediliyor. İran cevizinin en geniş üretim alanlarından biri şu anda Kaliforniya’daki Central Valley bölgesi ve üretim kapasitesiyle dünya ceviz ticaretinin de dörtte üçüne hâkim. ABD’yi üretim kapasitesinde Çin, İran ve Türkiye takip ediyor...

Türkiye, Kaliforniya cevizinin en önemli alıcılarından biri; malum, kişi başına en çok ceviz tüketen ülkelerdeniz. Ama yazık ki ürettiğimiz miktar tükettiğimizin sadece 1/3’ü. Oysaki cevizde lezzeti belirleyen en önemli etkenler tazelik ve nem oranı. Yani sırf büyüklüğüne göre cevizin kalitesini belirlemek doğru değil. İthal cevizler bize ulaşana kadar uzun bir yolculuktan geçiyor. Bu yolculuk sırasında da ürünlere birtakım koruyucular uygulanıyor, kurutuluyor, nem oranı iyice düşüyor ve lezzetinden ödün veriliyor.

Yerli üretim ceviz ithallere göre daha taze ve lezzetli. Kabuklu olarak muhafaza edildiğinde de bu lezzetini koruyor. Dolayısıyla üşenmeyin, kabuklusunu ve yerlisini alın derim.

Tüm bu uzun yola ve lezzet kaybı riskine rağmen Kaliforniya cevizi dünyada en çok tüketilen tür. Bunun arkasında yatan en önemli etken Kaliforniyalı üreticilerin kurduğu Kaliforniya Ceviz Komisyonu (California Walnut Commission). Bu çatı altında, cevizlerini tüm dünyada yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. Tam da bu yüzden bir yıl önce ülkemizde kurulan Ceviz Üreticileri Derneği, beni çok heyecanlandırıyor. Dernek toprak analizinden kullandığı ilaçlara, modern hasat tekniğinden cevizi işleme tesisine her şeye bilimsel bakışla yaklaşan Berk Noyan öncülüğünde kurulmuş. Noyan, 10 yıl önce 15 bin 250 fidanla işe başlamış. Araziler ucuz diye böyle dikimler, dağlık alana yapılır. Ama ceviz ağacının en az 2 metre toprak derinliğinde ve geçirgen toprakta olması gerektiğini görünce pusulasını Bursa, Karacabey Ovası’na çevirmiş; şu an cevizlerini ‘Walnut’ markasıyla internet üzerinden satıyor.

Yazının Devamını Oku

İtalya’nın ortaçağ şehrinde lezzet turu

17 Ekim 2021
Toscana bölgesinin kalbi Siena, tarihi dokusuyla ziyaretçilerini zaman yolculuğuna çıkarıyor. Yöresel yemekleri, klasikleşmiş mekânlarıyla ziyaretçilerine gastronomik açıdan birçok seçenek sunan Siena’nın tavuk ciğeri, asırlık çörekleri ve daha fazlasını yazdım bu hafta...

Restoran müdürü “Şu masayı size ayırdık” diyor; mutfağın önündeki tek ve sekiz kişilik masayı göstererek... Yanlışlık oldu diye düşünüyorum. Çünkü ertesi gün buluşacağım arkadaşlarımdan önce geldim şehre. O akşam yemekte yalnızım. İşimi şansa bırakmamış, şehrin en iyisi Osteria Le Logge’de yer ayırtmışım. “Tek kişiyim, burada yalnız kalmayayım” diyorum. “Zaten yalnız kalmayasınız diye sizi buraya oturtuyoruz” diyorlar.

Geçen garsonlar laf atıyor, arada şef kafasını uzatıp yemekler hakkında bir şeyler söylüyor. Merhaba İtalya, özlemişim seni! Sienalı bir arkadaşımın rehberliğinde dört gün kalacağım. İlk öğlen yemeğimizi minicik bir lokanta olan Osteria il Grattacielo’da yiyoruz. Burası sadece temel ve geleneksel Toscana yemekleri servis ediyor. Oturur oturmaz bir peynir ve şarküteri tabağı, ekmek ve tavuk ciğeri pateli ekmek kıtırları konuveriyor masaya.

Şarküteri ve peynirler çok tuzlu olduğu için Toscana ekmekleri tuzsuz pişirilirmiş. Crostini Toscani diye adlandırılan ciğerli ekmek kıtırlarına her yerel restoranda rastlamak mümkün. Modern şef restoranları da tavuk ciğerini ekmek üzerine sürmek yerine farklı yorumlarla sunmayı tercih ediyor. İtalya’da ‘cocina povera’ diye adlandırılan geleneksel mutfak halkın en kolay ulaşabildiği ucuz malzeme ile elinde kalanları değerlendirmesi temelinde oluşturulmuş. Kelime anlamı da zaten yoksul mutfağı. Toscana bölgesi cocina povera’sının özünü de sakatatlar ve bakliyat çeşitleri oluşturuyor.

Tavuk ciğeriyse çok özel bir yere sahip. Crostini Toscana’nın ardından çalakaşık yenen fasulye yemeği ribollita geliyor. Onlar çorba diyor ama kıvamı bizim tencere yemeklerine benziyor. “Bu çorba mevsime ve Toscana’da nerede olduğuna göre değişir. Mevsiminde ne bulursan içinde de o olur. Neredeyse her köyün kendi reçetesi vardır. Örneğin, herkesin çanak çömlek yaptığı bir köyde, peposo denilen güveçlerde toprak fırınlarda pişirilir. Çiftçiler, fasulyeleri su, bol sarımsak ve adaçayı ile bir chianti şişesine koyar, kapatıp ateşe atar, pişirirlermiş. İşte bir diğer fasulye yemeği fagioli el fiasco’nun öyküsü de böyle” diye anlatıyor. Şehrin en ünlü fırını Il Magnifico’ya gitmeden bir Siena seyahati asla tamamlanmış sayılmaz.

Yazının Devamını Oku

Zeytinyağımızla olmuyor, bari zeytinyağlılarımızla övünelim

16 Ekim 2021
Bizim insanımıza sıradan gibi gelebilir ama dünyada zeytinyağlı kategorisine sahip başka bir mutfak daha olmadığını biliyor musunuz? Sağlıklı yemek trendi almış başını yürümüşken her türlü sebzenin hem besin değerlerini koruyan hem de lezzetini arttıran bir pişirme yöntemi, başlı başına bir omuz darbesiyle öne geçmemizi sağlar.

Geçen hafta İtalya Siena’da zeytinyağının bizi birleştirdiği yabancı bir arkadaş grubumla birlikteydim. Yıllar önce Siena yakınlarındaki Pienza’da birlikte zeytinyağı eğitimine katılmış, ondan sonra da ara ara buluşur olmuştuk.

Benim zeytinyağına olan ilgim mesleki değil, ailevi. Ailemin bir tarafı dört kuşaktır zeytincilikle uğraşıyor ve zeytinyağı üretiyor. Sanırım 15 yıl kadar önceydi, Ayvalık Ticaret Odası’nın İtalya’dan getirdiği eğitmenler bizlere organoleptik (duyusal) tadımın inceliklerini öğretmişti. Hiç unutmam, bu tadım bizleri şoke etmişti. Niye mi? Çünkü şimdiye kadar ürettiğimiz ve tükettiğimiz yağların tamamı İtalyanlara göre ‘defoluydu’.

O zamanlar Türkiye’de ‘continuous’ (sürekli) denen ama dilimize ‘kontinü’ diye uyduruk şekilde yerleşen modern sistem özellikle küçük hacimli üretim hanelerinde yeni yeni oturmuştu. Bunun öncesinde üretimler taş değirmenlerde ezilmiş zeytinlerin jüt çuvallara doldurulup, üst üste yerleştirilip sıkılmasıyla elde edilirdi. Şimdiki gibi ‘Topladıktan iki saat sonra sıktık, her sıkımda alet edevatı yıkadık’ gibi iddialı işler henüz yoktu. Jüt çuvallarda sıkılan zeytinin yağında da haliyle hafif bir çuval kokusu olur ama herkes bunu normal sanırdı. Modern zeytinyağı dünyasında İtalyanlar bu yağlardaki defoyu ‘esparto’ olarak tanımlıyorlardı. Oysa doğduğumuzdan beri yediğimiz yağlarda bu tat ve aroma vardı, damaklarımız bunu normalleştirmişti. Bu ‘esparto’ mevzusu bizleri ikiye bölmüştü. Kimi yağların defosunu kabul edip artık bu eski üretim şeklinden tamamen vazgeçmemiz gerektiğini düşünüyor, kimi de bu defo olayını İtalyanların el değmeden yağ üreten yeni makinelerini pazarlama tekniği olarak görüyordu.

İstediğimiz kadar tartışalım ama şu gerçeği de kabul edelim: Trend yaratmayı biliyorlar, makinelerini pazarlamak için bile olsa... Ürettiğinin çoğunu kendi tüketen ve çoğunlukla başka ülkelerden aldığını İtalyan yağı diye dünyaya pazarlayan İtalyanlar dünyadaki üst segment zeytinyağı piyasasının hâkimi. Bu konuda onlara yetişmemiz biraz zor. Konu kalite değil, pazarlama gücüne sahip olmak ki bunun arkasında da çetrefilli ve derin mevzular var.

Madem dünyada zeytinyağımıza yönelik algıyı istediğimiz seviyeye getiremiyoruz o zaman biz olaya niye başka yönden yaklaşıp güçlü olduğumuz tarafları ortaya çıkarmıyoruz? Mesela zeytinyağlılar... Bizim insanımıza sıradan gibi gelebilir. Ama dünyada ‘zeytinyağlı’ kategorisine sahip başka bir mutfak daha olmadığını biliyor musunuz? Dünyadaki sağlıklı yemek trendi almış başını yürümüşken her türlü sebzenin içinde besin maddelerini koruyarak lezzetini arttıran böyle özel bir pişirme yöntemi bile başlı başına bir omuz darbesiyle öne geçmemizi sağlar.  

Fotoğraf: İlkay Öztürk

‘AMAN NE OLACAK’ DEMEYİN, TEKNİĞİ VAR

Zeytinyağlıların bir yemek pişirme tekniği olarak gelişmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun çokkültürlü ve dinli yapısına dayanır. Hıristiyan cemaatin uzun perhiz dönemlerinde hayvansal hiçbir gıda yememe kuralları, buna ek olarak aynı öğün içinde etli ve sütlüyü karıştırmayan Musevi cemaatin de zeytinyağı gibi bitki temelli yağları tercih etmesi sebebiyle zeytinyağlılar, pek çok kültürün kesişme noktası haline gelmiş ve imparatorluğun ortak bir lezzetine dönüşmüş...

Yazının Devamını Oku

48 saatte Brüksel’de lezzet turu

10 Ekim 2021
İki yılın ardından ilk Avrupa seyahatimi geçen hafta gerçekleştirdim. Vakit kısıtlıydı ama Brüksel’in özlediğim klasiklerinin tadını çıkaracak kadar yeterliydi. 48 saat içinde Brüksel’de birlikte bir gastronomi turu atalım ve şehrin lezzetli yüzünü görmek için neler yapmak lazım, bir bakalım…

Belçika’nın milli yemeği moules mariniere, yani tencerede midye. İri kara midyelerin tereyağı, arpacık soğanı, maydanoz ve beyaz şarapla pişirilmesiyle hazırlanan moules mariniere’in en klasik servis biçimi, yanında kızarmış patatesle olanı. Yiyebileceğiniz çok yer var ama en iyileri geleneksel bir aile işletmesi olan La Belle Maraichere ve yine 1930’dan beri açık olan François. Her iki restoranda da tereyağında pişirilmiş limon soslu dilbalığı yani sole meuniere de mutlaka denemeniz gerekenlerden.

Frites yani patates kızartmasının tadı Brüksel’de bir başka. Öncelikle patatesin cinsi, sonra da pişirme tekniği onu ayrıcalıklı kılan faktörler. Patates kızartması deyip geçmeyin, bitkisel değil hayvansal yağlarda çift kızartma yapılan bu çıtır patatesler şehirde önemli bir kültür, hatta babadan oğula geçen bir meslek. Adım başı patatesçiye rastlamak mümkün. Ama siz seyyar arabasında satan ve üç kuşaktır bu işi yapan Friture de Corte’yi bulun. Yeri sürekli değişiyor, güncel yerine Facebook’ta @Friture De corte adresinden bakabilirsiniz. Maison Antoine da iyi bir alternatif.

Bir diğer Belçika ünlüsüyse waffle. Ama aklınıza bizdeki gibi üzeri envai sosla, meyveyle süslenmiş olanlar gelmesin. Burada o tarz waffle’lar pek de hoş karşılanmıyor. Günlük koşuşturma sırasında sokak aralarındaki tezgâhlara uğrayıp yalnızca bir tutam pudra şekeriyle ‘sade waffle’ atıştırmak şehrin rutinlerinden. İki çeşit Belçika waffle’ından biri olan Liege, kalın bir hamura ve gevrek bir dokuya sahip. Pişirildiğinde waffle’a tatlı bir aroma vermesi için hamura karamelize şeker konuyor. Brüksel tipi olarak adlandırılan diğerleriyse daha yumuşak ve hafif bir dokuda. Kentin güney tarafında kalan Bois de la Cambre parkındaki waffle’cılar pek ünlü. Eski şehir merkezinde en iyisi Dandoy. 

Çikolatanın bir sanat olarak görüldüğü ülkenin en iyi çikolatacıları da Brüksel’de. Ünlü devlet adamlarının favori markası olarak bilinen Mary Chocolaterie, Brüksel’in kalbinde. Çikolata butikleriyle tanınan dünyaca ünlü Pierre Marcolini’nin mücevher işler gibi tasarladığı çikolatalarını kentin farklı yerlerindeki dükkânlarından satın alabilirsiniz. Kuzey Avrupa’nın ilk organik çikolatacısı Belvas, glütensiz ve şeker ilavesiz ödüllü çikolatalarıyla biliniyor. Passion Chocolat ise yüksek kakaolu ve tek ülke menşeli çikolatalarıyla tanınıyor. Dünyaca ünlü Galler Chocolatier’in pralinli çikolataları da en iyiler arasında. 

Yazının Devamını Oku