Ya da o gıcık tabirle; "Why high one why?" mı deseydik?
Geçtiğimiz haftasonu, Moviemax’de "The Queen" (Kraliçe)yi izledim.
Şansına nail oldum mu demeli, talihsizliğine düştüm mü demeli, bilemedim... Yok, bilebildim: B seçeneği... Talihsiz bir durumdu yani.
Filmin lansman paketçiklerinden birinde, bu filmde üstlendiği II. Elizabeth rolüyle, bu sene Altın Küre’ydi, Oscar’dı, şuydu buydu, ne kadar ödül varsa, hepsini silip süpüren ve afiyetle işkembeye gömen ve Allah için hakikaten de olağanüstü bir aktris olan Helen Miller, rolünü nasıl algılayıp çalıştığını şöyle anlatıyordu: "Çoook geriye çekilip ordan baktım."
Efen’im, içinin en kapalı kapılar ardındaki odalarında durup, dışarıya doğru, mesafeli mesafeli bakmış. Çünkü, Kraliçe’nin de hadiselere öyle baktığına dair kanaate varmış. Dersine çalışırken...
Şöyle söyleyeyim: Ben de filme, lahana gevişi getirme kraliçesi gibi hissetmecesine, öyle baktım.
Eeen içimdeki odadan, burnu havada bir zap kraliçesi (Konunun içinden kraliçe geçiyor ya, monarşinin dalağını yaralım) edasıyla...
Halk arasındaki tabirle kanepe denilen tahtına kurulmuş kraliçe edasıyla: Kurulmuş, en içinden bir yeri, esnemek şöyle dursun, içiiin içiiin, horuuul horuuul uyurken...
Hayatımda bu kadar bayık kaç film izlemişimdir, inanın bilemiyorum.
Bilenler bilmeyenlere anlatsın: The Queen, Prenses Diana’nın ölümünün haftasında Kraliçe II. Elizabeth’in takındığı tutum ve Blair’in bunda oynadığı rol üzerine kurulu. Ona herhangi bir şekilde "kurulu" denirse tabii...
Zaten monarşiye kılım, Bush yaltakçısı Blair’e ziyadesiyle kılım, High Fidelity, My Beautiful Laundrett gibi filmlerinin hastası olmama rağmen, filmin yönetmeni Stephen Frears’a da kıl oldum.
Sonra, Bush Kraliçe’yi gerçek hayatta bir öptü. Öpünce geçti... Benim kıl olma durumum yani...
En baş kılın kim olduğunu hatırlayınca...
Bildiğiniz üzre, George W. Bush, II. Elizabeth’i, geçtiğimiz hafta Beyaz Saray’da ağırladı. Kendini bilen bir dingil olduğunu zannetmiyorum, muhtemelen Beyaz Saray’daki danışmanlar akıl etmiştir: Kraliçe’nin karşısında herhangi bir protokol saçmalığı sergilemesin diye herif önceden, hızlandırılmış nezaket kursu aldı.
Ve ezberi fena olmasa gerek, protokol kurallarında çuvallamamayı becerdi.
Ve fakat, Kraliçe’yle birlikte huzuruna çıktıkları 7 bin kişilik kalabalığı, Kraliçe’ye; "Hanımefendi, benden önce 10 başkanla daha yemek yedi. Kendileri ABD’nin 200. kuruluş yıldönümünün kutlandığı 1776’da da buradaydı" demek suretiyle kahkahadan kırdı geçirdi!!!
Yazıyı bir başka filmi, The Manchurian Candidate’i anarak bağlamak isterim müsaadenizle. O filmde, ABD’nin büyük şirketlerinin, beynine çip yerleştirmek suretiyle, ABD Başkanı olmak üzere nasıl bir kukla yarattığı anlatılır.
Benim elimden Bush’un bu şekil, insan taklidi yapan bir maymun olduğuna inanmaktan başka bir şey gelmiyor. E, ismini taşıdığı babasının da bir zamanlar CIA Başkanı, ABD Başkanı gibi titrler şey ettirdiğini düşününce...
Eskilerde ABD bir halt yerdi, sonra onun filmi çekilirdi biliyorsunuz. Dikkatli nazarlarınızdan kaçmamış olsa gerek; bir süredir, önden filmi çekiliyor, sonra hadise gerçekleşiyor.
Vallahi neredeyse eminim. Bush insan taklidi yapan bir android filan...
Evet, hurray for the conspiracy theory! Yaşasın komplo teorisi!!! (Filmler bizi andı, sormayın!)