10 Eylül 2002
<B>BUGÜN </B>size bir biyoloji öyküsü anlatmak istiyorum, hücrelerin öyküsü... Kadından ve erkekten gelen birer hücre, birleşerek insanın temelini oluştururlar. Bu hücreler bölünerek önce 2, sonra 4, giderek 8, 16 ve 32 şeklinde çoğalırlar. Sayıları çoğaldıkça işbölümü yapma ihtiyacı hissederler. Bazıları kemik, bazıları karaciğer, bir kısmı kalp gibi organları oluşturmak üzere görev alırlar. Bu gelişim 40 haftalık bir sürenin sonunda küçük bir insanın dünyaya gelmesini sağlar.
Hücreler arasındaki işbirliği sona ermez. Akciğerler kanı oksijenlendirir, kalp bu kanı tüm vücuda yayar, böbrekler kanda biriken zararlı maddeleri atar, karaciğer bir kimya fabrikası gibi vücuttaki, yaşam için gerekli tüm kimyasal işlemleri sürdürür. Bütün bu organlar işbirliği içinde çalışırlar. Bu dengenin tam ve kusursuz bir biçimde olmasına biz, ‘‘sağlık’’ diyoruz.
Bazen, böylece kusursuz uyum içinde çalışan hücrelerden biri karakter değiştirir. Bu dengeleri umursamadan sadece kendi çıkarı için çalışmaya başlar. Bir parçası olan insan adlı varlık için hiçbir şey yapmadan sadece kendi doyumsuz ihtirası için çalışır. ‘‘Kanser’’ adı verilen bu hücre, insan organizmasındaki tüm kaynakları sadece kendi yaşamı ve üremesi için kullanır. Sürekli tüketir, sürekli çoğalarak olabildiğince çok dokuyu işgal eder. Bu süreç kendi açısından bakıldığında çok başarılıdır. Ama bu arada insan denilen organizma, tüm kaynakları bu doyumsuz hücre grubunca tüketildiği için giderek güçsüz, zayıf ve bitkin hale gelir. Dokularda yapılması gereken görevler, amaçları görev yapmak yerine o dokunun da kaynaklarını tüketmek olan hücreler tarafından işgal edildiği için aksamaya başlar.
Bencil kanser hücresi, başarısının doruğuna ulaştığında, aslında kendi sonunu da hazırlamış olur. Tüm kaynakları tükendiği için yaşaması mümkün olmayan insan adlı organizma ile beraber toprağa girer ve yok olur.
Son zamanlarda seçim nedeniyle halkla yapılan röportajlarda, herkesin birilerini suçladığını, yaşadığımız krizin sorumlusu olarak birilerini gösterip, ‘‘oy’’ denilen silahla cezalandırmak istediğini görünce bu öykü aklıma geldi. Acaba, adına ‘‘Türkiye’’ denilen bu organizmanın, güçsüz, sıkıntılı, kaynakları tükenmiş hale gelmesinde, adına ‘‘vatandaş’’ denilen hücrelerin kanserleşmesinin ne kadar etkisi olduğunu düşünüyor muyuz? Acaba hiç aynaya bakıp ‘‘Ben ne kadar kanserleştim’’ diye özeleştiri yapıyor muyuz? Çuvaldızdan vazgeçtim, bari iğneyi ara sıra kendimize batıralım.
Yazının Devamını Oku 9 Eylül 2002
BİR süre önce kilo konusunda yazmış olduğunuz yazıyı ve ideal kilo hesabı için vermiş olduğunuz vücut kitle endeksi formülünü dikkatle inceledim. Ben 18 yaşında, 1,80 boyunda, 72 kilo ağırlığında bir bayanım. Sizin verdiğiniz formüle göre hesap yaptığımda arzu edilen bir vücut ağırlığı çıkıyor. Fakat sanıyorum ki, kilo faktöründe vücut orantısızlıklarını da hesaplamamız gerekli. Çünkü benim ideal bir vücut ağırlığında olduğum söylense bile bende basen problemi var ve bu da vücudumdaki orantısızlığın bir göstergesi...
Ç.Y./İSTANBUL
Sözlerinizde son derece haklısınız. Ancak benim konum sağlık. Ben hangi ağırlığın sağlık açısından risk yaratacağını açıklamak için bu formülü verdim. Sizin söz konusu ettiğiniz vücut oranları tamamen estetik ölçülerle ilgili. Estetik değerler kişilere ve toplumlara göre farklılıklar gösterdiği için bunlara girmek, benim açımdan çok doğru değil. Siz eğer bu tür bir vücut oranını istemiyorsanız gidermek için elinizden geleni yapabilirsiniz. Ancak hatırlatmak istediğim konu, diyetle zayıflayarak bu oranları değiştirmenizin mümkün olmadığı. Genel olarak kilo verirseniz bu kez de vücudunuzun üst kısmı zayıf hale gelir. Bunun için yerel olarak incelme yöntemleri uygulamalısınız.
Yeri gelmişken, kilolu kişilerde vücut oranları ile sağlık alanındaki riskler arasındaki ilişkiye de değinmek istiyorum.
Sizin belirttiğiniz şekilde, Türk kadınları arasında sık rastlanan türde, kilonun vücudun alt kısmında toplandığı hallerde, ki buna ‘‘armut şeklinde vücut’’ da denilebiliyor, kilonun sağlık alanındaki riski çok yüksek değil. ‘‘Elma şeklindeki vücut’’, yani kilonun vücudun orta kısmında toplanması hali, sağlık risklerinin en yüksek olduğu bir durum. Kilonun tüm vücuda dağıldığı haller de, ideal kiloda olmak kadar değilse bile, oldukça güvenli olarak kabul ediliyor.
Eşim lösemi mi?
EŞİMİN bazı rahatsızlıkları ortaya çıktığı için önce bazı tahliller yapıldı. Bunun ardından kan patolojisi incelendi. Sonucunda 'lenfositozun viral enfeksiyona bağlı olabileceği gibi, erken dönemde KLL gibi bir lenfoprolatif hastalığa bağlı olabileceği' şeklinde bir rapor verildi.
Bu durumla ilgili sizden aydınlatıcı bilgi rica edeceğim.
RUMUZ: Kaygılı/İSTANBUL
Her olayı yapılan birkaç tahlille çözmek pek mümkün olamayabiliyor. Kan hücrelerinden lökositlerin (akyuvarların) cinslerine göre oranlarının belirlenmesiyle ilgili tetkikte, lenfosit denilen türdeki hücrelerin arttığı gözlenmiş. Ancak bunun nedeni hakkında bu kadar bilgiyle bir şey söylenemez. Bazen, hastalık etkenlerine, örneğin virüslere karşı savunma reaksiyonu olarak doğal bir artış olabileceği gibi, kan hücrelerinin kendi hastalıklarına da bağlı olabilir. Kan hücrelerinin kendi hastalıklarını tanımlayabilmek için, çoğu zaman kemik iliğinden örnek alarak inceleme yapmak gerekir. Bu tür tetkiklerin yapılması ve kesin teşhis konulması için eşinizi kan hastalıkları uzmanı bir doktora (hematolog) muayene ettirmenizi tavsiye ederim.
Yazının Devamını Oku 6 Eylül 2002
MERHABALAR...
Amerika'da yaşıyorum. 12 yıl önce Türkiye'de tüberküloz tedavisi görmüştüm. Geçenlerde yaptırdığım test sonuçlarına göre bende halen ‘‘inaktif TB’’ mevcutmuş. İlerde vücudumun zayıf bir anında tekrar ‘‘aktif’’ olabilirmiş. Duyduğuma göre bu ‘‘inaktif’’ virüslerden kurtulmak bir tedaviyle mümkünmüş. Nedir bu tedavi? Uzun bir süreç mi ve başarı olasılığı var mı? Teşekkürler.
Aydın BEDREN/USA
ÖNCELİKLE sizin mektubunuz vesilesiyle sık yapılan bir yanlışa değinmek istiyorum. Son zamanlarda, başta medya mensupları olmak üzere birçok kişi, bulaşıcı hastalık etkenlerinin tümünü ‘‘virüs’’ olarak adlandırma eğilimine girdiler. Oysa virüsler sadece bir grubu oluşturuyor. Bunun dışında bakteriler, mantarlar ve parazitler de var. Örneğin, sizin hastalığınız olan ve halk arasında verem olarak da adlandırılan tüberküloz hastalığının etkeni bir bakteridir.
Tüberküloz hastalığının etkeni olan bakteri, diğer bakterileri etkileyen antibiyotiklerle yok olmaz. özel ilaçlarla ve uzun süre tedavi edilmeleri gerekir. Buna rağmen, hastalık etkeni vücutta uzun süreler için inaktif halde kalabilir. Vücut direnci zayıfladığı zaman tekrar aktif hale geçerek tüberkülozun başlamasına yol açabilir. Yeni tüberküloz atağı, aynı organda örneğin ciğerde olabileceği gibi, kan yoluyla yayılarak başka organlarda ya da tüm vücutta da oluşabilir.
İnaktif durumda olan tüberkülozun tedavisi gerekmez. Vücut direncini güçlü tutacak önlemler almak ve periyodik takiplerle hastalığın yeni bir atak yapıp yapmadığını kontrol etmek gerekir. Bunun için bu konuda uzman bir merkeze bağlanarak sürekli kontrolde kalmak önem taşımaktadır.
Yazının Devamını Oku 5 Eylül 2002
HALEN 13 yaşında olan oğlumun penisi çok küçük, idrarını yaparken üstünü ıslatıyor. Aşırı kilolu olduğu için de göğüsleri kız gibi büyük. Bu normal bir durum mu, yoksa hormon bozukluğu mu var?
L.Ş./İZMİR
13 yaşında da olsa bir çocuğun penisinin 1 cm. kadar olması normal bir durum değil. Burada bir hormonal yetersizlik düşünülebilir. Aşırı kilolu olmasının hormonal gelişmesini olumsuz etkilediği kanısındayım. Çocuğunuzu endokrinoloji deneyimli bir çocuk doktoruna ya da bir üniversite hastanesinin çocuk kliniğinin endokrin servisine muayene ettirmenizi tavsiye ederim.
Bu arada idrar yaparken üstünü ıslatma konusuna da dikkat çekmek isterim. E-mail ile göndermiş olduğunuz kısa mektupta çok ayrıntılı bilgi yok. Bazen penisin idrar deliğinin uçta değil de altta olduğu haller de var. İdrar kanalının tam kapanmaması sonucu olabilen bu tabloda idrar deliği penisin ortalarında ve hatta kök kısmında olabilir. Böyle hallerde idrar karşıya doğru değil aşağıya doğru akar. Tıp dilinde hypospadias denilen böyle bir tablonun bulunması ihtimaline karşı, oğlunuzu muayene eden doktora bu konuyu da bahsetmenizi tavsiye ederim.
Yazının Devamını Oku 4 Eylül 2002
<B>ŞİŞMANLIK </B>ülkemizde de giderek yaygın bir sorun haline geliyor. Medyada hemen her gün bu konuda bir şeyler yer almasına rağmen, bu konu çoğu kişinin kafasında çözüme kavuşmuş değil. Özellikle kolay kilo veremeyenlerde hormon bozukluğu kaygısı çok yaygın. Bu yönde çok başvuru aldığım için, konuyla ilgili olarak bir süre önce yazdığım yazıyı tekrar yayınlıyorum.
‘‘Kabahat altın kaftan olsa bile kimse üstüne almak istemez’’ diye bir söz vardır. Bünyemizle ilgili bir olumsuzlukla karşılaştığımızda, başkalarını suçlama olanağımız yoksa, ya strese, ya kalıtıma, ya da hormonlara bağlamak gibi bir eğilimimiz var. ‘‘Ben hiçbir şey yemiyorum ama su içsem yarıyor’’ ya da ‘‘ben bir şey yemiyorum ama benimki hormonlardan’’ veya ‘‘doktorla konuştum, stres metabolizmamı bozmuş’’ gibi sözleri kilo fazlası olanların çoğundan duyarsınız. ‘‘Ben yemek yemeyi seviyorum, ciddi bir diyet uygulayamadığım için kilo veremiyorum’’ diyenler parmakla gösterilecek kadar az.
‘‘Ben bir şey yemiyorum’’ diyenlerin sözlerinde gerçek payı var ancak bu sözleri, ‘‘ben dikkat etmesem bunların kat kat fazlasını yerim’’ şeklinde tercüme etmek şartıyla.
Şişmanlığı hormonlara ve özellikle tiroit bezinin az çalışmasına bağlamak eğilimi yaygın. Gerçekten de tiroit bezi, salgıladığı hormonlarla, metabolizmayı düzenlemekle görevlidir. Tiroit hormonlarının aşırı salgılandığı hallerde kilo verme eğilimi, gereğinden az salgılandığı hallerde ise kilo alma eğilimi olabilir.
Tiroit bezinin az çalışmasına, tıp dilinde hipotiroidi adı verilir. Hipotiroidinin tek belirtisi kilo almak değildir. İleri derecede halsizlik, sürekli üşüme, kabızlık, ciltte ve saçlarda kuruluk gibi belirtiler görülür. Alınan kiloların çoğu, ödem denilen şekilde sıvı birikmesine bağlıdır.
Bu belirtiler olmaksızın sadece daha kolay kilo almak nedeniyle hipotiroidi teşhisi koymak doğru değil. Bu tür belirtileri olanların ise bir doktora başvurarak kandaki tiroit hormonu düzeylerini ölçtürmeleri gerekiyor.
Kilo almada böbreküstü bezlerinin faaliyeti de önemli. Böbreküstü bezlerinin aşırı kortizon salgılaması durumunda da kilo alma, ciltte çatlaklar, sırtın üst kısmında yağ birikmesi ve kıllanma gibi belirtiler görülebilir. Bu da sık görülen bir durum değil ancak bu tür belirtileri olanların bir doktora başvurmaları yararlı.
Gerek böbreküstü bezinin çok, gerekse tiroit bezinin az hormon salgılamasına bağlı olan hormonal şişmanlıklar çok nadir görülüyor. Kilo fazlası olanların tarafsız bir gözle kendilerini incelemelerinde ve bir beslenme uzmanının denetiminde beslenmelerini düzenlemelerinde yarar var.
Yazının Devamını Oku 3 Eylül 2002
BEN bir süreden beri rahatsızım. Ádetlerim kesildiği gibi göğüslerim de dolgunlaşmaya başldı.Geçenlerde göğüs ucumdan süt benzeri bir salgı geldi. Çok korktum. Doktor, süt hormonumun yükseldiğini söyledi. Düzelme olmazsa yumurtalıklarım da çalışmazmış, çocuğum olmazmış. Bu süt hormonu nedir? Ben ne yapabilirim?
M.U./İZMİR
KADININ bebeğini emzirdiği süre içinde hamile kalmamasını sağlamak için, doğanın geliştirdiği bir önlem bulunmaktadır. Bu olay, süt salgılatıcı hormon olan prolaktin tarafından sağlanır.
Bazen, bebek emzirme olmadan da prolaktin hormonu artabilir. Bu durumda bazen kadının göğüslerinden süt de gelebilir. İşte bu durumlarda da gebelik oluşmaz. Böyle hallerde, ilaç kullanarak prolaktin hormonunun düzeyi normale indirilir. Ancak hormon normale iner inmez gebelik hemen oluşmayabilir. Uzun süre çalışmayan yumurtalıkların çalışmaya başlaması zaman alabilir. Yumurtalıkların yumurta üretip üretmediğini, ultrasonografi ile kontrol etmek mümkün olabilmektedir. Doktorunuzun bu kontrolleri de yapacağı kanısındayım, ilişkinizi kesmemenizi tavsiye ederim.
Mantar hastalığı iyileşmiyor
BENİM sorunum mantar hastalığı sonucu oluşan iltihaplanma. Çeşitli tedaviler uygulandı, hatta eşimi de tedavi ettiler ama iyileşme olmuyor. Ben, başka çocuk istemediğim için tüplerimi bağlatmıştım, acaba mantarın bununla ilişkisi var mı? Bir de cinsel organımın başlangıç kısmında bir sertlik oluştu. Bu nedir?
M.A/ALMANYA
DOĞUM kontrolü amacıyla tüplerinizi bağlatmanızın, vajinal mantar ile bir ilişkisi yok. Sık sık yazdığım gibi, mantar hastalığı, titiz bir tedaviyi gerektirir. Mantar ilaçlarını düzenli kullanmak, eşinizle birlikte tedavi görmek doğru davranışlar ancak, yetersiz kalmasının nedeni, tedavi süresinin kısa tutulmasına bağlı olsa gerek. Bu gibi hastalıklarda ilaçlar biter bitmez kontrol olmak ve gerekiyorsa bir ya da daha fazla tertip ilaç kullanmak gerekmektedir. Ancak uzun süredir değişik ilaçları kullanmış olmanız nedeniyle bu ilaçlara karşı direnç gelişmiş olabilir. Eğer doktorunuz mantar kültürü yaptırarak etkili ilaçları belirler ve bunlarla kür yapılırsa daha kesin bir sonuç alma ihtimaliniz olacaktır.
Vajina giriş kısmındaki sertlik, sürekli iltihabın, Bartolin bezlerinde yarattığı etkiye bağlı olsa gerek. Bunun da küçük bir ameliyatla giderilmesinde yarar olacaktır. Doktorunuza tekrar başvurmanızı öneririm.
Yazının Devamını Oku 2 Eylül 2002
BEN 48 yaşında, evli, beş çocuk sahibi bir bayanım. Aşağı yukarı bir buçuk seneden beri vajinamın dış kısmında, sağ taraftaki üst dudakta şişme oldu. Bana ‘Bartholin Kisti’ benzeri ‘Labiumda Kist’ olduğunu, tedavisi olmadığını, ancak ameliyatla alınabileceğini söylediler. Aynı zamanda çok hassas bir bölge olduğundan çabuk mikrop kapabileceğini, beni rahatsız etmediği sürece böyle de kalabileceğini belirttiler. Ama bunun yavaş yavaş büyüdüğünü hissediyorum. Onun için çok tedirgin olmaya başladım. Bu alınmadığı veya tedavisi yapılmadığı takdirde başka bir hastalığa dönüşür mü? Bende aşağı yukarı iki seneden beri ádet düzensizliği var. Son olarak 3.5 aydan beri ádet görmedim. Sanki ádet gördüğüm zamanlarda bu şişkinliğin küçüldüğünü hissediyorum. Bu durumda bana ne önerebilirsiniz?
RUMUZ: BARTHOLİN
VAJİNADA ve dış cinsel organlar olan dudaklarda bazı salgı bezleri bulunmaktadır. Bunların temel görevi, cinsel uyarı olduğunda ürettikleri salgıyla kayganlık sağlayarak cinsel birleşmeyi kolaylaştırmaktır.
Bu salgı bezlerinden bazıları sizde olduğu gibi kistleşebilir. Bu kistlerin zamanla kanserleşmesi söz konusu değildir. Bu açıdan endişe etmeyin, ancak doktorlarınızın da söylediği gibi, iltihaplanma riski yüksek. Böyle olunca da epeyce sıkıntı çekersiniz. Ayrıca bu kist, özellikle iltihaplandığında, ağrılı olabileceği için cinsel yaşamı da olumsuz yönde etkileyecektir.
Ádet kanamalarınızın aksaması ve sonunda kesilmesi, menopoza girdiğinizi gösterir.
Bu kistten kurtulmak için yapılan operasyon, çok büyük bir işlem değil. Gözünüzde büyütmeyin, güvendiğiniz bir kadın hastalıkları uzmanına gidip bu kistten kurtulun.
Ameliyat olmalı mıyım?
YAKLAŞIK 1 yıldır eğitim için yurtdışında bulunuyorum. Buraya gelmeden önce görüştüğüm KBB uzmanı, bilgisayarlı tomografi sonuçlarına dayanarak bana sinüzit için ameliyat olmamı tavsiye etti. Zamanım olmadığından Danimarka'ya geldim ve hemen burada iki ayrı doktorla görüştüm. Her ikisi de ameliyatı gerektirecek bir durumumun olmadığını söylediler. Ancak benim şikáyetlerim artık günlük hayatımı da etkiliyor. Sürekli bir geniz akıntısı ve kulaklarımda kaşıntı var. Alerji testi yapıldı ama alerjik bir bulguya rastlanmadı.
HÜLYA
AMELİYAT kararı hekimin görüşüne bağlı bir durumdur. Bazı hekimler daha kolay karar verirken bazıları da aşırı gecikmelere yol açabiliyor. Sizin durumunuzda ameliyatın bir çözüm getirebileceğini ben de pek düşünmüyorum. Durumunuzun ayrıntılı olarak incelenmesi gerekiyor. Ben köşemde doktor tavsiyesinde bulunmama yönünde bir prensip kararı aldım.
İstanbul'a geldiğinizde benimle 0212-231 30 66 numaralı telefondan bağlantı kurarsanız size yardımcı olmaya çalışırım.
Yazının Devamını Oku 30 Ağustos 2002
SİZE bir sorum olacak, yanıtlarsanız sevinirim. A Rh + bir baba ve B Rh + bir anneden O Rh + bir çocuk olabilir mi? Teşekkür ederim.
NAZIM ÖNCE sorunuzu, doğrudan ‘‘olabilir’’ diye cevaplayıp sonradan da ‘‘nasıl olabilir’’ konusunu açıklayayım.
Kan grubunu oluşturan genlerden ‘‘A’’ ve ‘‘B’’ dominant, yani kuvvetli özellik taşır. Buna karşılık ‘‘O’’ ise resesif, yani zayıf özelliktedir. Bir çocuk hem anne hem de babasından ‘‘A’’ geni alırsa, genetik yapısı ‘‘AA’’ olur. Bu çocuğun kan grubu ‘‘A’’dır. Çocuk birinden ‘‘A’’, diğerinden ‘‘O’’ geni alırsa, genetik yapısı ‘‘AO’’ olur ama kan grubu yine ‘‘A’’ olacaktır.
‘‘AO’’ genetik yapılı birinin kan grubu ‘‘A’’ olmasına rağmen üreme hücrelerinin yarısında ‘‘A’’ geni, diğer yarısında ‘‘O’’ geni bulunur.
Aynı formülü ‘‘B’’ grubu kanı olan kişide, yukarıdaki örnekte ‘‘A’’ yazılı olan yerlere ‘‘B’’ yazarak da uygulayabilirsiniz.
Şimdi kan grubu ‘‘A’’, genetik yapısı ‘‘AO’’ olan biri, kan grubu ‘‘B’’, genetik yapısı ‘‘BO’’ olan biriyle çiftleştiğinde, yani sizin örneğinizde, erkeğin ‘‘A’’ geni taşıyan spermleri, kadının ‘‘O’’ geni taşıyan yumurtasını döllerse çocuk ‘‘AO’’ geni taşır. Özetle, bu çiftte çaprazlaşma ile oluşabilecek genetik olasılıklar AO, BO, AB ve OO'dır.
Genetik yapısı ‘‘AO’’ olan çocuğun kan grubu ‘‘A’’, genetik yapısı ‘‘BO’’ olan çocuğun kan grubu ‘‘B’’, genetik yapısı ‘‘AB’’ olan çocuğun kan grubu ‘‘AB’’ ve genetik yapısı ‘‘OO’’ olan çocuğun kan grubu ise ‘‘O’’ olacaktır.
Yani sizin örneğinizdeki çiftin çocuğunun kanı her gruptan olabilir ve bunlardan herbirinin rastlanma olasılığı eşit olarak % 25'tir.
Sizin örneğinizde ‘‘Rh’’ faktörlerinin tümü ‘‘+’’ olduğu için, zaten karmaşık olan bu konuyu daha da karıştırmamak için açıklamaya katmadım.
Kolesterol nasıl düşürülür?
KOLESTEROLÜN nasıl düşürülebileceği ve nasıl bir beslenme programı uygulanması gerektiği konusunda bilgi verebilir misiniz?
Babam 50 yaşında ve kötü kolestrol 170, iyi kolestErol 43, trigliserid 200 civarında.
Aysan KAZANKAYA
KOLESTEROLÜ etkileyen gıdalar konusunu bu köşede sık sık ele alıyorum. Özetlemek gerekirse, özellikle hayvansal kökenli olmak üzere yağlardan, sakatattan, yağlı süt ve yağlı süt ürünlerinden uzak bir beslenme uygulamak gerekiyor. Ayrıca babanızın kilo fazlası varsa, kilo vermesi de bu yönden yarar sağlayacaktır.
Yazının Devamını Oku