21 Eylül 2002
<B>DÜNYADA </B>olduğu gibi ülkemizde de her yıl 21 Eylül, <B>‘‘Dünya Alzheimer Günü’’ </B>olarak anılmaktadır. Yaşlanmayla beraber ortaya çıkan ve başta hafıza kaybıyla kendini gösteren, ileri aşamada da zihinsel yetileri bozan bir hastalık olan Alzheimer, 65 yaşın üzerindeki kişilerde ortalama % 10 oranında görülmektedir. Hastalığın görülme sıklığı yaş ilerledikçe artmakta, 85 yaşın üzerindeki nüfusta ise her iki kişiden birinde görülmektedir.
Sağlıklı yaşam koşullarının gelişmesi sonucu dünyada yaşlı nüfusun artmasıyla giderek çok daha sık rastlanmakta, hastalar için olduğu kadar bakmak zorunda olan kişiler için de hem sosyal, hem de ekonomik yönden önemli sıkıntılar getirmektedir.
Ülkemizde Alzheimer hastalığı, bunama olarak algılanmakta ve yaşlılığın doğal seyri olarak kabul edilmektedir. Bu yanlış yaklaşımın doğal sonucu olarak hem hasta, hem de yakınları için yaşam çekilmez hal almaktadır.
Gelişmiş ülkelerde yaşlılara verilen profesyonel bakımın üst düzeyde olması nedeniyle, her türlü bunama belirtisi hekim kontrolünde tedavi edilmekte ve bakımları yapılmaktadır. Bu da hem hasta, hem de yakınlarının yaşam kalitesinin yükselmesini sağlamaktadır.
Bu hastalığın henüz kesin bir tedavisi yok. Özellikle son on yılda bilim ve ilaç teknolojisindeki gelişmeler, Alzheimer hastaları için umut ışığı yakmıştır. Mevcut ilaçlar hastalığın ilerlemesini kısmen de olsa durdurmakta ve hastalığa eşlik eden birçok belirtinin tedavisini sağlamaktadır.
Alzheimer hastalığının tedavisinde kullanılan ilaçlardan iki tanesi halen ülkemizde piyasada bulunmaktadır. Johnson & Johnson şirketinin ilaç bölümü olan Janssen Cilag, Türkiye pazarına bitkisel kökenli yeni bir ilacın verilmesi aşamasındadır. Böylece hastalığın tedavisindeki olanaklar daha da genişleyecektir.
Hastalığın tanınması ve başa çıkılması için neler yapılacağı konusunu önümüzdeki günlerde yayınlanacak yazılarımda ele alacağım.
Türkiye'de Alzheimer konusundaki bilincin gelişmesi, hastalığın topluma tanıtılması, hasta ve hasta yakınlarına destek olunması amacıyla Alzheimer Derneği ve Alzheimer Vakfı kurulmuştur.
Bugün yapılmakta olan etkinliklerle gerek toplumsal bilincin geliştirilmesi, gerekse elde edilecek gelirle yürümekte olan projelere destek sağlanmaya çalışılmaktdır.
Alzheimer Derneği ve Alzheimer Vakfı'na ulaşmak isteyenler aşağıdaki olanakları kullanabilirler.
Alzheimer Derneği Tel: (212) 558 21 08
Alzheimer Vakfı Tel: (212) 224 41 89
Alzheimer Bilgi Hattı: 0800 211 80 24
Alzheimer web sayfası: www.alzheimer-tr.com
Yazının Devamını Oku 20 Eylül 2002
SİGARANIN zararlarıyla ilgili yazılarınızı okuyorum. Özellikle kalp hastalığı konusundaki uyarılar beni çok etkiledi. Ben bu yazıların etkisiyle sigarayı bıraktığım gibi, iki arkadaşım daha bıraktı.
Sigara sadece kalpte etki yapmıyor diye biliyorum. Uzun yıllar sigara içince kişinin vücudunda katran biriktiği söyleniyor. Bana bu konuda da bilgi verir misiniz?
Şule AKBULUT/İSTANBUL
ARKADAŞLARINIZA sigarayı bıraktırma yönündeki çabalarınızı kutlarım. Bu onlara yapılmış en büyük iyilikler arasındadır. Çabalarınızın devamını dilerim.
Sigaranın biriktirdiği katran konusuna gelince; kalp sağlığıyla ilgili yazılarda bunun ele alınmaması, tütünde bulunan katran ile kalp hastalığı arasında önemli bir ilişki bulunamamasındandır. Katran, öncelikle akciğer kanseri olmak üzere mesane ve böbrek kanseri gibi tümöral hastalıklarla kronik akciğer hastalıkları konusundaki riskleri artırır.
Kaç yıl sigara içince vücutta ne kadar katran birikir konusuna gelince; öncelikle bu kadar katranın vücutta sabit kalmayacağını bilmekte yarar var. Her sigaranın tütün cinsine göre içerdiği katran miktarı farklıdır. İçilen sigara ile solunum yollarına ulaşan katran, solunum yollarının içindeki titrek tüyler tarafından yakalanıp solunum yolundan dışarı atılmaya çalışılır. Ancak sigara içilmesi, bu tüylerin hareketlerini felç ettiği için vücudun kendini temizleme işlemi durur. Bu kez zararlı maddeler emilerek kana karışır. Öncelikle böbrek olmak üzere vücudun diğer sistemleri tarafından vücuttan uzaklaştırılmaya çalışılır. Ne var ki bu zararlı maddeler geçtiği her yeri tahriş ederler. Örneğin, çok sigara içenlerde böbrek ve mesane kanserlerinin daha fazla görülmesi bu nedenlere bağlıdır.
Solunum yollarına geri dönersek; uzun süreler boyunca tahriş olan iç çeperlerdeki hücreler tahrip olmaya başlar. Bu durumda vücudun kendini temizleme işlemi, sadece balgamla zararlı maddelerin atılması şeklinde gerçekleşebilir. Solunum yollarının kendini temizleme işlemi durduğu için sigara içenler sadece sigara nedeniyle değil, çevredeki toz, duman, hava kirliliği gibi etkenlerden de sigara içmeyen kişilere oranla daha fazla zarar görür. Tahrip olan ve sürekli tahriş olmaya devam eden hücrelerin kanserleşme potansiyelleri çok yüksektir.
Bu bilgilerden sonra, sigarayla alınan katranın vücutta sabit kalmayıp, vücuda girdiği ve çeşitli yollardan atıldığı anlaşılıyor sanırım. Ancak bunun atılması, vücudun bundan kurtulduğu ve zarar vermeyeceği anlamına gelmesin. Vücutta kaldığı sürece ve atılma işlemi sırasında tahribat yaptığı ve sigara içmeye devam ettikçe tahribatın süreceği hatırdan çıkmamalı.
Yazının Devamını Oku 19 Eylül 2002
<B>BENİM </B>bel ağrım var. Yataktan kalkarken çok ağrıyor. Arada ağrıyla uyanıyorum ve uykuya devam edemiyorum. Sabah 8.30, akşam 18.00 çalışıyorum. Gündüz hiç hareket etmeden oturuyorum. İşim santral operatörlüğü, yerimden kalkamıyorum. Ağrılarımın sebebi oturmadan olabilir mi? Gündüz ağrı yok. Sert yatakta yattım, ağrı yine oldu. Yatağımı değiştirdim, yeni yatak aldım ağrı hálá devam ediyor. Doktora gitmekten korkuyorum, bana ameliyat diyecek diye. Bana ne tavsiye edersiniz?
Tülin
SİZİN sorununuzu meslek hastalığı olarak nitelendirebiliriz. Sürekli olarak oturmak, bel kaslarınızın hep aynı durumda kalmasına yol açıyor. Hareket olmaksızın aynı durumda çalışan kaslarda kramplaşmalar olması doğal. Kasları farklı bir duruma getirdiğinizde de ağrı ortaya çıkıyor.
Sizin bu sorundan kurtulmanız için, bel sırt kaslarına yönelik egzersizler yapmanız gerekiyor. Her ne kadar yoğun iş temponuz da olsa, bu egzersizlere günde 15-20 dakika zaman ayırdığınız takdirde yeterli olabilir. Yapmanız gereken egzersizleri, başvuracağınız bir fizik tedavi uzmanından öğrenebilirsiniz. Hatta muhtemelen size, yapmanız gereken hareketleri şemalarla gösteren broşür de verebilir.
Ağrılarınızın yoğun bir dönemiyse, egzersiz yapmada zorlanabilirsiniz. Böyle bir durumda, önce bir süre ilaç kullanarak ağrılarınızı azaltın, hemen ardından egzersizlere başlarsınız.
Ameliyat tavsiye edecek diye doktora gitmekten korktuğunuzdan bahsediyorsunuz. Doktorlar ameliyatı başka tedavi çaresi kalmadığında önerirler. Gerçi sizin durumunuz için ameliyat gerekli değil ama ameliyatın zorunlu olduğu bir durum ortaya çıkar ve siz ameliyat olmazsanız, çok daha ciddi risklere maruz kalacağınızı unutmayın. Bir başka durum da, erken fark edilip zamanında tedavi edildiğinde çok kolaylıkla çözüme kavuşabilecek sorunların, tedavide gecikildiğinde daha zorlaştığı ve ameliyatın zorunlu olabileceğini de unutmayın. Her türlü sorununuzda, olay henüz küçükken doktora gitmeyi alışkanlık haline getirin.
Köpekbalığı kıkırdağı yararlı mı?
GEÇTİĞİMİZ günlerde kanser hastalarında köpekbalığı kıkırdağı içeren ilaçlar kulanılması konusu benim yazılarımdan birinde yer almıştı. Bunun üzerine Amerika'da yaşayan bir okurum yaşadığı deneyimleri aktaran bir e-posta gönderdi. Aynen yayınlıyorum.
Sayın Dr. Tezmen,
Geçtiğimiz şubat ayında meme kanseri olan bir arkadaşımı kaybettim. Arkadaşım, her türlü medikal tedavinin yanında köpekbalığı kıkırdağı ile diğer bazı remedy ilaçları da kullandı. Sanki köpekbalığı kıkırdağı önceleri iyi geliyor gibiydi, kimbilir belki de işin uzamasına yardımcı oluyordu. Ben, arkadaşımın onkoloji doktoruna bu konuyu (köpekbalığı kıkırdağı) sorduğumda, köpekbalıklarında kanser olayına rastlanmadığı için bu remedinin de kansere iyi geldiğinin düşünüldüğünü söyledi. Ancak bu konuda bilimsel bir sonuca ulaşılmadığını da belirtip, ‘‘Arkadaşınız, kendisine neyin iyi geldiğini düşünüyorsa onu yapsın, onu kullansın’’ dedi. Bilvesile köşenizi severek okuduğumu bildirir, çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Nevin Gürkaynak Collier (Texas)
Yazının Devamını Oku 18 Eylül 2002
<B>BİLGİSAYARLAR </B>hayatın bir parçası haline geldi. Bilgisayarın yoğun olarak kullanılmadığı iş alanları azalırken birçok kişi de hobileri nedeniyle uzun saatler boyunca ekran karşısında kalıyorlar. Bu da çoğu kişinin gözlerinde sorunlar yaşamasına yol açıyor. Bu durumun belirtileri arasında şunlar ön sırada:
Gözlerde hassasiyet, yorgunluk, kaşıntı ya da yanma.
Bulanık ya da çift görme.
Bir süre ekrana baktıktan sonra uzağı bulanık görme.
Baş ve boyun ağrısı.
Monitör ve dokümanlar arasında gözün odaklanma bozukluğu.
Ekrandaki görüntüye odaklanma güçlüğü.
Ekrana uzun süre baktıktan sonra, diğer cisimlere bakarken ekran görüntülerinin gözünüzde kalması ya da cisimlerde renk sapmaları olması.
Işığa karşı aşırı duyarlılık.
Bu belirtilerin olması tehlikeli olmamakla beraber, rahatsızlık veren ve çalışmada verimliliği azaltan durumlardır.
Bu gibi şikáyetlerin kökeninde bilgisayarların etkisi olduğu kadar, büyükşehirlerde yaşanan hava kirliliği ve kapalı binalardaki klimaların yarattığı kuru hava da etkili olabiliyor.
Bilgisayar monitörlerini uzun süre kullanmak zorunda olanların gözlerinde oluşabilecek yorgunluk belirtilerini önlemeleri mümkündür.
Monitörünüzü göz seviyesinden daha aşağıda olacak şekilde yerleştirin.
Monitör ve klavyeyi aynı hizada yerleştirin. Böylece monitöre ve klavyeye ayrı açılarla bakmak zorunda kalarak gözlerinizin yorulmasını önlersiniz.
Eğer mümkünse, her 10 dakikada bir gözlerinizi ekrandan 10 saniye kadar ayırın, olabildiği kadar uzaklara bakın.
İki saatte bir ekran karşısından kalkın, dolaşın ya da bilgisayarsız olarak yapacağınız işiniz varsa bunu halledin. Bu işleri tercihen ayakta yapın.
Uzun süre dikkatli bir şekilde ekrana bakanlar gözlerini az, örneğin dakikada bir kırparlar. Oysa her 5 saniyede bir göz kırpmak normaldir. Seyrek kırpmak, gözlerin kurumasına yol açar. Ekran karşısında göz kuruluğu hissediyorsanız, gözlerinizi daha sık kırpmaya çalışın. Eğer bununla rahatlamıyorsanız, yapay gözyaşı damlaları kullanabilirsiniz.
Bir süre çalıştıktan sonra göz yorgunluğu hissediyorsanız, son zamanlarda Türkiye'de de piyasaya çıkan göz kapağı spreyinden kullanabilirsiniz. Doğal ürünlerden yapılmış bu sprey, kapalı göz kapağına püskürtüldüğünde, buradan emilerek gözyaşının ihhtiyacı olan su ve lipidleri sağlamaktadır.
Eğer imkánınız varsa, uzun süre ekran karşısında çalıştıktan sonra, birkaç dakikalığına da olsa, bir yere yatın, gözlerinizi kapatıp hem vücudunuzu hem de gözlerinizi dinlendirin.
Yazının Devamını Oku 17 Eylül 2002
ŞU anda 7 haftalık hamileyim. Öncelikle, hamilelikte sigara içmenin bebeğe vereceği zararları öğrenmek istiyorum. Sigarayı hiç mi içmemeli yoksa azaltmak yeterli midir? Ayrıca bebeğin anne karnındaki gelişimi hakkında da bilgi rica edeceğim.
G.AKMAZ/İSTANBUL
CANLI dokularda, üreme hızı fazla olan hücrelerin zararlı maddelerden daha çok etkilenmesi bir kural halindedir. Bebeğin, daha doğrusu ceninin, anne karnında süratle gelişmesi, en hızlı çoğalan hücreye bir örnektir. İki hücrenin birleşip, 40 hafta sonunda bir insan oluşturduğunun düşünülmesi, bu hızı anlamak için yeterli olacaktır. Bu hızlı gelişim sırasında, sağlık için zararlı olan maddelere maruz kalmak ciddi sorunlar yaratabilir.
Gebe annenin sigara içmesi, kanda bulunan oksijenin azalması kadar, kan damarlarını büzüştürerek de ceninin az oksijen almasına neden olur. Hücrelerin gelişmesi açısından oksijen de çok önemli olduğu için, sigara içen annelerin bebekleri, gelişmesi geri kalmış, vücut ağırlığı düşük olarak doğar. Gelişmesi geri kalmış olarak doğan bebekler de sonraki yaşamlarında birçok hastalık açısından dirençsiz olurlar.
Sigara içimi ve düşük kilolu bebek doğumu, genellikle günde bir paket veya daha fazla sigara içen annelerde araştırılmış olmakla beraber, içilen sigara sayısı azaldıkça riskin ortadan kalkmayıp sadece azalacağını bilmenizde de yarar var. Üstelik ülkemizde hava kirliliğinin de çok büyük boyutlarda olduğu dikkate alınınca, bu risk kaynağına ek olarak az da olsa sigara içmenin neler getireceğini anlamak için doktor olmaya gerek yok sanırım. Sigara içilmesinde oksijen eksikliğinin dışında, sigara dumanında bulunan zararlı kimyasal maddelerin de etkisi ihmal edilmemeli. Gelişimini tamamlamış hücrelerin yozlaşarak kanserleşmesine yol açabildiği dikkate alınınca, bu zararlı kimyasalların henüz gelişmekte olan hücreler için ne denli zararlı olduğu kolayca algılanabilir.
Ceninin anne karnındaki gelişmesi, üçer aylık üç aşama olarak ele alınır.
İlk üç ay, gelişme açısından en önemli dönemdir. Bir sperm ve bir yumurta hücresinin birleşmesiyle oluşan zigot, süratle bölünerek önemli organların taslaklarını oluşturur. Döllenmenin altıncı haftasında beyin gelişmeye, kol ve bacak taslakları oluşmaya başlar. Yedinci haftada göğüs ve karın ile akciğerler oluşur. Sekizinci haftada yüz şekillenmeye başlar, bu dönemde, yani ikinci ayın sonunda minyatür bir insan şeklini almıştır. Onuncu haftada kalp oluşur ve dakikada 120-160 kez atmaya başlar. İlk üç ay dolunca cenin, 7-8 cm. boyunda, kafası gövdesine göre büyük bir insan yavrusudur.
İkinci üç ayda, organlar gelişmesini sürdürür. 13.5 haftalık olunca, tırnakları belirir, parmaklarını oynatıp tekme atabilir, ağzını açıp kapatır. Cinsel organları gelişmeye başlamıştır, yapılan testlerle cinsiyeti belirlenebilir. 4 ay sonunda vücut kılları, kaş ve kirpikleri belirir. İkinci altı aylık dönem sonunda 30 cm. boyundadır.
Üçüncü üç aylık dönem bebeğin gelişmesini sürdürdüğü ve vücut ağırlığını artırdığı süredir. Döllenme tarihinden itibaren 40 hafta sonra ortalama 50 cm. boy ve 3-3.5 kg. ağrlık kazanarak doğar.
Yazının Devamını Oku 13 Eylül 2002
BİR süre önce yazdığınız bir yazıda AIDS'e yakalanmış olan kişinin bunu nasıl anlayabileceğini belirtmiştiniz. Ben o yazıyı daha sonra kaybettim. Bekár bir erkeğim. Ara sıra şüpheli olabilecek ilişkilere giriyorum. Bu ilişkilerde AIDS olmaktan korkuyorum. AIDS'e yakalanmış kişilerin belirtilerini tekrar yazar mısınız?
M.T./İSTANBUL
AIDS dünya üzerinde çok ciddi bir salgın hastalık olma özelliğini koruyor. Aralarında kuzey komşularımız da olan bazı ülkelerde, AIDS virüsü (HIV) kapan yeni vaka sayısı geçen yıl yüzde 100 gibi korkunç bir artış da gösteriyor. Bu ülkelerden gelenler arasında kaçak fuhuş da çok yaygın olduğu için, AIDS hastalığının ülkemizde de patlama yapmasından korkuluyor.
Hastalığın yayılmasındaki en önemli etken, virüs taşıyıcı olanların uzun yıllar boyunca hiçbir belirti vermeden kalabilmesi. Dışarıdan görülen bir belirti olmadığı için çoğu zaman virüs taşıyıcıları bile kendini sağlıklı sanabiliyor, oysa hastalık etkeni virüsü başkasına bulaştırma ihtimali çok yüksek.
Aslında sizin için, belirtileri öğrenmek yerine, korunma önlemlerini benimsemek ve aksatmadan uygulamak daha önemli. Çünkü bu hastalık, en azından şimdilik kesin tedavi edilebilen bir hastalık değil. Ben yine de bu belirtilerden bahsedeceğim.
HIV vücuda girdikten bir ila üç hafta kadar sonra soğuk algınlığı ya da grip hastalığındakine benzer belirtiler gösterebiliyor. Bunlar arasında yüksek ateş, boğaz ağrısı, baş ağrısı, kas ve eklem ağrıları, halsizlik, iştahsızlık, lenf düğümlerinde şişme, kilo kaybı, bulantı, kusma, ishal, ağızda ya da vücutta yaralar gibi belirtiler bulunabiliyor. Virüs alan kişilerin yüzde 50-70'inde bu belirtilerin bir kısmı ortaya çıkabiliyor. Ne var ki bu belirtiler, aralarında soğuk algınlığının da bulunduğu birçok hastalıkta görülebildiği için, sadece belirtilere bakarak teşhis koymak kolay değil. Kesin teşhis için test yapılması gerekiyor. En yaygın olarak kullanılan testler, Elisa ve Western Blot testleridir. Virüs vücuda girdikten sonra, yukarıda açıklanan belirtileri gösterse de göstermese de, uzun süre sessiz olarak kalabiliyor. Bu aşamada kişiler sağlıklı olarak görünüyorlar ancak test yapıldığı zaman vücutlarında hastalık etkeni virüsü taşıdıkları belirleniyor. ‘‘HIV pozitif’’ olarak belirtilen bu kişiler hastalığın yayılmasında en büyük etken. Bu kişiler kendileri henüz hasta olmasalar bile hastalığı başkalarına bulaştırabiliyor. Hasta kişilerin kanlarının sağlıklı kişilere nakledilmesi; bu kişilerde manikür yapma, döğme, küpe vb. şeyleri takmak için delme işleminde kullanılan aletlerin steril olmaması; korunmasız cinsel ilişkide bulunulması gibi olaylarla hastalık giderek yayılıyor.
En küçük şüphede bile test yaptırmak en doğru hareket. Hastalığın kesin tedavisi henüz olmasa bile, virüs taşıyanlara uygulanacak bazı tedavilerle virüsün yayılma hızını azalatıp hastalığın ortaya çıkışını, yani kişinin ‘‘HIV pozitif’’ durumdan ‘‘AIDS hastası’’ durumuna geçiş süresini uzatmak, dolayısıyla kişiyi uzun yıllar boyunca korumak mümkün olabiliyor. Böylece, tıp dünyasının üzerinde yoğun olarak çalıştığı ve her geçen gün bazı gelişmeler kat ettiği AIDS hastalığının kesin tedavisi bulununcaya kadar sağlıklı kalmak mümkün olabilir.
En küçük bir şüphede bile test yaptırın ve olabildiği kadar fazla önlem alın.
Yazının Devamını Oku 12 Eylül 2002
BABAM akciğer kanseri tedavisi görüyor. Radyoterapi ve kemoterapi uygulandı. Bu tedavilerden sonra yapılan tetkikte hafif bir gerileme olduğu belirtildi. Doktorun tavsiyesiyle tatlı su yosunu, köpekbalığı kıkırdağı ve çeşitli vitaminler kullanıyoruz. Bu arada Gamma GT denilen tahlili biraz yükseldi ama ultrasonografi ile karaciğerinde kitle görülmedi, bir süre sonra da tahlili düştü.
Babamın şikáyetleri çok. Acaba lenflerinden sonra karaciğerine de mi sıçradı, yoksa kullandığı vitaminler mi zehirledi?
N.ŞENER/İSTANBUL
BABANIZIN kullandığı vitaminlerin bu dozlarda bir zararı yok. Köpekbalığı kıkırdağının kanserden korunmada yararlı olduğu yolundaki sözleri ben de duydum ama kanser oluştuktan sonraki etkilerini bilmiyorum. Bu maddeyi ayrıntılı olarak bilmediğim gibi tatlı su yosunu olarak belirttiğiniz ilacı da tanımadığım için yararı ya da babanızın karaciğer tahlilinin artmasında bir etkisi olup olmadığını bilmiyorum. Ancak kullanmaya devam ederken tahlil normale düştüğüne göre bunları sorumlu tutmak doğru olmayacaktır. Muhtemelen, uygulanan kemoterapi etkisiyle yükselme olmuştur. Ultrasonografi ile kitle görülmediğine göre hastalığın karaciğere sıçramış olma ihtimali yok. Özellikle kemoterapi sonrası görülen bu şikáyetlerin tedavi bittikten sonra gerilemesi beklenir. Babanızın şikáyetlerine yönelik semptomatik (belirti giderici) tedavileri uygulamanız şu aşama için yeterli olacaktır. Tedavinin yapıldığı onkoloji merkeziyle bağlantınızı sürdürmenizi tavsiye ederim.
Yazının Devamını Oku 11 Eylül 2002
<B>G.EROĞLU/İSTANBUL <br><br>SORUNU </B>tersine incelersek, size verilen mantar ilaçlarıyla hastalığınız önemli ölçüde gerilediğine göre, hastalığınızın mantar olması ihtimali çok yüksek. Kaldı ki, tarifleriniz de bu ihtimali kuvvetlendiriyor. İlaçların bitmesiyle hastalığın geri dönmeye başlaması, tedavinin yeterli sürece uygulanmadığını düşündürüyor. Doktorunuzla tekrar görüşmeniz yararlı olacaktır. Bu görüşme sırasında, almanız gereken ilaçların yanı sıra giysilerin temizliği vb. diğer önlemleri de sormanızı tavsiye edeceğim.
Vücuduma kramplar giriyor
LEMAN M./ANKARA
BAŞKACA sağlık sorunu olmadan zaman zaman kramplar girmesine karşı doktorlarınızın önerdiği magnezyumlu ilaçlar doğru bir seçimdir. Ayrıca kandaki sodyum, potasyum, klorür ve kalsiyum gibi mineralleri de kontrol ettirerek, düzensizlik varsa bunlara yönelik önlemler almak da gerekebilir.
Doğum kontrol hapı kısır bırakır mı?
M.ÖZEN/ADANA
DOĞUM kontrol hapları da hormonal kökenli olduğu için, bazen kullananlarda kilo alma gibi bir yan etkiyle karşılaşılabilir. Bu gibi yan etkileri en aza indirmek için hormon düzeyi çok az olan ilaçlar üretilmeye başlandı. Bunlardan birini seçebilirsiniz.
Doğum kontrol hapı kullanarak kısır kalmak diye bir şey olmaz. Sadece, uzun süre ilaç kullananlarda ilacı bırakır bırakmaz hamile kalmak mümkün olmayabilir, hamile kalmak için birkaç ay geçmesi gerekebilir.
Yazının Devamını Oku