12 Aralık 2002
7 dakikalık çok hızlı bir yürüme sonunda diz altı ayak bileklerimin ön kısmında şiddetli bir ağrı hissediyor ve hemen tempomu düşürmek zorunda kalıyorum. Saatlerce bisiklet sürdüğümde ağrı olmuyor. 43 yaşında bayım ve en az 20 yıllık bir problem olarak aktif. Yüksek kolesterol (244) haricinde bir bulgu yok.
Hıdır Yılmazer /ALMANYA
Yürümekle bacaklarda ortaya çıkıp, dinlenmekle geçen ağrılarla karşılaşıldığında öncelikle bacağa kan getiren atardamarlardaki sorunlar düşünülür. Sizin de yüksek kolesterolünüzün bulunduğu dikkate alınınca öncelikle bu açıdan tetkik edilmenizin uygun olacağı söylenebilir. Ayrıca bacağa kumanda eden sinirlerdeki sorunlar da bu gibi durumlara yol açar. Örneğin bel fıtığı olanlarda da böyle belirtiler görülür.
Ancak sizin ağrılarınızın sadece yürümekle oluşması, uzun süre bisiklet sürmekte ortaya çıkmaması ve sadece ön kısımda olması yürüyüş sırasında bu kasların fazla zorlanması halini düşündürüyor. Bir ortopedi uzmanı ile görüşün, muhtemelen ayak yapınızdaki bazı kusurlar bu duruma yol açıyor olabilir.
Hepatit B için ne yapmalı?
MERHABA, sizden öğrenmek istediğim şey hepatit B hakkında. Şu anda İngiltere'deyim. Geçen gün kan testi yaptırdım, bana hepatit B olduğunu söylediler.
Yakında tekrar Türkiye'ye dönüyorum lütfen bana hepatit B'nin tehlikelerini ve neler yapmamı, nasıl rejim uygulamam gerektiğini açıklar mısınız. Çünkü buradaki doktorları anlamak mümkün değil. 3 ayrı doktor, üç ayrı görüş...
Şimdiden ilgilerinize teşekkürler...
Rumuz: Hepatit / İNGİLTERE
Yapılan testler sonrası size muhtemelen, kanınızda hepatit B virüsü olduğu söylenmiş olmalı. Bir insanın kanında bu virüsün bulunması, her zaman kişinin hasta olmasını gerektirmez. Hepatit B taşıyıcılığı olarak nitelendirilen bu durumda, virüsün bir gün aktifleşmesi ve kişinin hastalanması ihtimaline karşı, belirli aralıklarla kan tahlili yapılarak kontrol edilmesi uygun olmaktadır. Bilinmesi gereken şey, bu kişi hasta olmasa da çevreye bulaştırıcı olabileceği gerçeğidir. Kan teması ve cinsel yaşamla bulaşma riskine karşı çevreyi korumak gerekmektedir. Yakın temasta olan kişilerin hepatit B'ye karşı aşılanarak korunması mümkün olmaktadır.
Yazının Devamını Oku 11 Aralık 2002
ANASTROZOLE ile yapılan çalışmalar, erken evrede ve geç evrede meme kanserleri açsısından iki temel grupta değerlendirilebilir. Menopoz dönemindeki kadınların erken evredeki meme kanserlerindeki kullanımda, Tamoxifen'in kullanımına göre aynı memede ya da diğer memede kanser oluşumunu önlemedeki başarısı daha yüksek olduğu görüldü. Bu evredeki kanserlerin tekrarının önlenmesinde kullanımı konusunda birçok ülkede lisans verildi. Benzer sonuçlar ileri evrelerdeki meme kanserlerinde de elde edildi.
Aynı ilacın, meme kanseri oluşumu açısından yüksek riskli grupta kullanımının olumlu sonuç vermesi de bekleniyor. Bunu kanıtlamak için yeni bir çalışma başlatıldı. Kısaca IBIS adı verilen bu çalışma sonuçlandığında belki bu gruptaki kadınlarda da kanserden korunmak mümkün olabilecek.
ARAŞTIRMALAR SÜRÜYOR
Bilim dünyası, elde edilen gelişmelerle yetinmeyip daha da iyi sonuçlar elde etmeye çalışıyor. Faslodex isimli ilaç, meme kanseri hücrelerinde bulunan östrojen reseptörlerinin duyarlığını azaltarak etki ediyor. Böylece kandaki hormon düzeyi ne olursa olsun hücrelerin bundan etkilenmesi önleniyor. Bu ilaçla ilgili çalışmalar da sürüyor. Diğer çalışmalardan bazıları meme kanseri oluşumundaki değişik aşamaları hedefliyor. Kanser oluşumunda etkili olan genlere yönelik araştırmalar sürüyor. Hücrelerin büyümesi ve belirli zamanda ölmesi üzerindeki etkili faktörlerle de çalışmalar devam ediyor. Böylece kanser hücrelerinin yok edilmesi hedefleniyor. Başka tedavi hedefleri arasında, tümörün beslenmesini sağlayan yeni damarların oluşmasını engelleyerek onu yok etme çabaları da yer alıyor.
Sizlere bir bilim adamı olan Bernard Baruch'un ‘‘Çaresiz dert yoktur; insanların henüz çaresini bulamadığı dertler vardır’’ sözlerini hatırlatmak istiyorum.
Bilim dünyası, dertlerin çaresini bulabilmek için tüm güçleriyle çalışıyor. Bu sayede bir süre önce % 10'lar civarında olan meme kanserinden kurtulma oranları, % 92'nin üzerindeki rakamlara ulaşmaya başladı. Ancak, tedavideki başarılı sonuçlara bakıp sağlığı ihmal etmek de kabul edilebilir bir yol değil. Doğru olan, sağlığı korumak ve sağlıklı bir yaşam sürmektir.
Yazının Devamını Oku 10 Aralık 2002
MEMEDE oluşan kitleleri tedavi yöntemleri eski Mısır'a kadar uzar. Eski Mısır'da sıcak olan kitleleri kesme, soğuk olanlara dokunmamak gibi bir yöntem vardı. Sıcak olanlar abse olduğu için keserek cerahati boşaltmak doğru bir yöntemdi, ama soğuk olanlar kesildiğinde tüm vücuda yayılıyorlardı, çünkü bunlar kanser kitleleriydi.
17. yüzyılda meme ameliyatları yapıldığını gösteren resimler var, ancak o devirlerde asepsi (mikroplara karşı önlem alma) yöntemleri bilinmediği için bunların çoğu ölüyordu.
Arada değişik dönemler ve yöntemlerden geçildi. 1895'te kanserli memenin çevredeki tüm dokularla beraber alınması yöntemi uygulanmaya başlandı ama ne yazık ki bu hastaların da çoğu ölüyordu. 1900'lerin başlarında başarı oranları % 12 civarına varmıştı.
Meme kanseri ile hormonların ilişkisinin anlaşılması 1896 yılına uzanır. Bu yıl George Beatson meme kanseri olanların hormon faaliyetini durdurmak için yumurtalıklarının alınmasını önermiştir.
Yakın zamanlara gelindiğinde memeyi olabildiğince koruyan cerrahi girişimlerin yanı sıra radyoterapi, kemoterapi ve hormonlara yönelik tedaviler kullanılmaya başlandı.
1969 yılında, daha önce doğum kontrol hapı olması planlanan Tamoxifen'in meme kanserinde yararlı olacağı belirlenerek kullanılmaya başlandı. 1980'lerde tedavi sonuçları yayınlandığında, menopoz sonrası oluşan ve östrojen reseptörlerinin pozitif olduğu meme kanserlerinde kullanılması halinde meme kanserinden ölüm oranlarının %26 azaldığı görüldü. Ancak %5 gibi bir oranda kan pıhtılaşması ve rahim iç zarı kanseri oluşturması gibi bir yan etkisinin de var olduğu görüldü.
Daha sonraları Arimidex adlı bir ilaç geliştirildi. Etkili maddesi Anastrazole olan bu ilaç, menopoz sonrası dönemde yumurtalıklar dışındaki yollardan östrojen hormonu üretilmesini engelliyor. Bu sonucu, vücutta mevcut olan aromataz adlı bir enzimin çalışmasını bloke ederek yaptığı için bu grup ilaçlara ‘‘aromataz inhibitörleri’’ adı veriliyor.
Bu ilacın etkisinin Tamoxifen ile mukayesesini ortaya koyan ATAC adlı çalışma 1996 yılında başlatılıp 2000 yılında sonlandırıldı. Bu yılın başından itibaren sonuçlarının yayınladığı bu çalışma sonuçlarına göre Anastrozole kullanımının Tamoxifen kullanımına oranla, meme kanserinin tekrarlama riskini %17 oranında daha azalttığı görüldü. Diğer memede kanser çıkması riski, bu grupta %60 oranında daha düşüktü. Ayrıca derin damarlarda pıhtı oluşması ve rahim kanserinin ortaya çıkması riskleri açısından Anastrozole grubu anlamlı derecede daha avantajlı bulundu.
Devam edecek...
Yazının Devamını Oku 9 Aralık 2002
BİR önceki yazımda meme kanserinin giderek artan bir sorun haline geldiğinden bahsedip oluşmasına etki eden risk faktörlerinden bahsetmiştim.
Meme kanseri oluştuğunu anlamak, erken teşhis etmek için yapılacak şeylerin başında kadının düzenli olarak kendi memelerini muayene etmesi geliyor. İleride nasıl yapılacağı konusunda bilgi vereceğim bu yöntemde meme içinde, daha önce var olmayan ağrısız bir kitle belirlenmesi halinde meme kanserini düşünmek gerekir. Bilinmesi gereken bir gerçek, memede oluşan kitlelerden yüzde 90'ının kanser olmadığıdır. Ayrıca, meme derisinde kalınlaşmış bir bölgenin bulunması, memede şekil değişikliği, meme başından akıntı ve kan gelmesi, meme başında yara oluşması veya içeri çekilme oluşması gibi hallerde de her olayda kanser söz konusu olmamakla beraber temkinli olup tetkik yaptırmakta yarar var.
Kadının her ay yapacağı bu muayene dışında yılda bir kez de bir hekime muayene olması yararlıdır.
Amerika'da yapılan çalışmalarda mamografi adı verilen özel röntgen tekniğiyle yapılan düzenli taramaların 50-70 yaş grubu kadınlarda meme kanserinden ölüm riskini yüzde 30 azalttığı görüldü. Genetik olarak riskli grupta olan genç kadınlarda ultrason ile yapılan taramaların daha yararlı olduğu belirtilmektedir.
DERECELENDİRME
Meme kanseri olaylarında en uygun tedavi yönteminin belirlenebilmesi için tümörün yayılma derecesine göre derecelendirilmesi yapılmaktadır. Bunun için Stage adı verilen 4 derece kullanılmaktadır.
Stage 1'de tümör, meme dokusu içinde sınırlıdır. Stage 2'de koltuk altında lenf bezeleri etkilenmiş durumdadır. Bu iki derece, erken evrede meme kanseri olarak nitelendirilir. İlerlemiş meme kanseri evrelerinden olan Stage 3'de kanser, kendi yakın çevresine, örneğin göğüs duvarını oluşturan dokulara yayılmıştır. Stage 4'te ise metastaz adı verilen şekilde uzak dokulara atlamıştır.
Meme kanseri tedavisindeki yeni olanaklar ortaya çıktıktan sonra tümörün hormon duyarlılığının belirlenmesi de önem taşımaya başlamıştır. Menapoz öncesinde oluşan meme kanserlerinde hormon duyarlılığını belirten östrojen ve progesteron hormon reseptörlerinin varlığı yüzde 60 gibi oranlardadır. Menapoz sonrası oluşan meme kanserlerinde ise bu oran yüzde 80'lere varmaktadır.
Bir meme kanserinde hem östrojen hem de progesteron reseptörü pozitifse yani varsa, hormona yönelik tedavilerle %70 olumlu sonuç elde edilirken, her ikisi de negatifse bu tür tedavilerden olumlu sonuç elde edilmesi %10 düzeyinde kalmaktadır.
Erken evre meme kanserlerinde kanserli dokunun ve etkilenmişse lenf bezelerinin cerrahi yöntemle çıkartılması, gerekiyorsa radyoterapi (ışın tedavisi) uygulanması ve hormon reseptörlerinin durumu uygunsa hormona yönelik ilaç tedavisi uygulanması önemli başarılar sağlamaktadır.
Devam edecek
Yazının Devamını Oku 6 Aralık 2002
AMERİKA'daki uzmanlar 80'li yılların başında, genç homoseksüel erkeklerde zatürree ve bir çeşit tümör olan Kaposi Sarkomu'nun sık görülmeye başladığını fark ederek bu konu üzerine eğildiklerinde, yeni bir sağlık sorunu ile karşı karşıya olduklarını fark ettiler. Yapılan çalışmalar bu kişilerde, vücudun doğal bağışıklığının kaybolduğunu ve sorunların bu nedenle ortaya çıktığını ortaya koyunca bu soruna, edinilmiş bağışıklık eksikliği sendromu sözcüklerinin İngilizce karşılığının ilk harflerinden oluşmuş AIDS adını verdiler.
İlk başlarda bu hastalığın homoseksüellere ait bir sorun olduğu düşünüldü. Ne olduğu, nasıl bulaştığı yolundaki çalışmalar yapılırken, birkaç yıl içinde 1000 hastaya ulaşıldı. İnsanda bağışıklığı yok eden virüs anlamına gelmek üzere, kısaca HIV adı verilen hastalık etkeni virüsün, normal cinsel ilişkiyle, kan ve kan ürünleri nakliyle, uyuşturucu kullananlarda olduğu gibi aynı enjektörün kullanılmasıyla da bulaştığı anlaşıldı. Annelerdeki hastalık gebelik aşamasında bebeklere de geçiyor.
İkinci 1000 hastaya 6 ay sonra, üçüncü 1000 hastaya ise sadece 5 ay sonra ulaşıldı. Dünya Sağlık Örgütü, gerekli önlemler alınmazsa 2000'li yılların başında hastaların sayısının 20 milyona ulaşabileceğini, önlemlerle bunun 10 milyon civarında tutulabileceğini düşünüyordu. Hastalık üzerine çok konuşuldu, bazı kişiler çok korktu, ülkemizde de görüldüğü gibi ‘‘Bana bir şey olmaz’’ diyenler de çok oldu. Böylece 2000'li yıllara geldik ve şu anda dünya üzerindeki hasta sayısı 42 milyon civarında. Başlangıçta sadece genç homoseksüel erkeklerde olduğu sanılırken, artık 4 milyondan fazla çocuk bu hastalığa yakalanmış durumda. Çocuklar sadece hastalığa yakalanmakla değil, anne-babalarının hastalanmaları veya ölmeleri nedeniyle de bu sorundan çok etkilenen grubu oluşturuyor.
Hastalığa en çok, Orta Afrika ülkelerinde rastlanıyor. Ancak Kuzey komşularımız da artış hızı açısından rekorlar kırıyor. Örneğin Rusya'da her ay 3500 civarında yeni hasta görülüyor. Romanya ve Kafkas ülkeleri de yüksek artış hızı gösteriyor.
ÜLKEMİZDE DURUM
Ülkemizde halen belirlenmiş olan hasta sayısı 1500 civarında. Ancak uzmanlar bu rakamın gerçekçi olmadığını düşünüyorlar. Özellikle Kuzey ülkelerinden gelen kadınların karıştığı kaçak fuhuş ve turizm faaliyeti nedeniyle ülkeye gelenler bulaştırmada yüksek riski oluşturuyorlar. Uzmanlar virüs almış ama henüz hastalık belirtileri göstermediği için farkında olmayan kişilerin sayısının çok yüksek olmasından korkuyorlar.
Hastalığın bu denli yayılmasında hastalıktaki sessiz dönem çok etkili oluyor. Virüs bulaştıktan sonraki ilk 3 ay içinde tahlil yapılsa bile farkına varılamıyor. Virüsü almış olanlar 8-10 yıla kadar sağlıklı görülebiliyorlar. Oysa herkes, AIDS hastası denildiği zaman ileri derecede zayıflamış, vücudunda yaralar olan kişileri düşünüyor. Böyle bir görüntüsü olmayanları sağlam kabul ederek önlem alma ihtiyacı hissetmiyor. Oysa sağlam gözüken kişiler de hastalık virüsü taşıyabiliyor ve bulaştırabiliyor. Önümüzdeki günlerde de bu konu üzerinde duracağım.
Yazının Devamını Oku 5 Aralık 2002
BİR bayrama daha ulaştık. Bu bayram günlerinin herkesin sağlıklı ve mutlu günlerinin başlangıcı olmasını diliyorum. Peş peşe yaşadığımız terör, ekonomik kriz, deprem gibi sıkıntılı günler hepimizi etkiledi. Artık güzel günlere ihtiyacımız var. Ne olur herkes, çıkar hesaplarını, komplekslerini bir tarafa bıraksın da, birbiriyle dostça el ele tutuşarak güzel günlere birlikte yürüsün. Lütfen sağlığınıza da gereken önemi verin. Eğer dikkat etmezsek, kontrol altında tutmazsak en büyük teröristlerin içimizde olduğunu unutmayın. Tabii ki hayatımızda zevkler, keyifler de olabildiğince yer almalı. Ama dengelere dikkat etmek, bünyenin sınırlarını zorlamamak şartıyla. Bir kez daha, sağlıklı ve mutlu günler diliyorum.
Yazının Devamını Oku 4 Aralık 2002
<B>GEÇTİĞİMİZ </B>günlerde ilaç firmalarının uyguladığı kampanyalardan bahsederek, reklam kaygısıyla bunların önlenmesi değil, tam tersine desteklenmesi gerektiği yolunda yazı yazmıştım. Bugün size bir firmanın dünya üzerinde uyguladığı örnek bir kampanyadan bahsetmek istiyorum. Enfeksiyonlar sonucu oluşan körlüklerin önde gelen nedenlerinden biri de ‘‘Nehir Körlüğü’’ adıyla bilinen bir hastalık. Özellikle hızlı akan nehirlerin çevresinde yaşayan karasineklerin ısırması sonucu, vücuda ‘‘onchocerca volvulus’’ adlı bir mikroskopik kurtçuk giriyor. Bu kurtçuklar vücutta sürekli hareket ettikleri için kaşıntılara, deri bozulmasına ve gözlere ulaştığında da körlüğe yol açabiliyor. Hastalık Afrika, Latin Amerika ve Yemen gibi bölgelerde yaygın görülüyor. Halk, nehirlerin yakınında yoğun olan hastalığa yakalanmamak için, bu verimli ovalardan uzak yerlere yerleşmek zorunda kalıyor. Bu da zaten ekonomik açıdan zor olan ülkelerde daha da büyük sorunlara yol açıyor.
İLACI BULUNDU
1975 yılında Japonya'daki bir golf alanındaki topraktan alınan örneklerle araştırma yapılırken Merck Sharp Dohme ilaç firması araştırmacıları, nehir körlüğüne de etki eden bir ilacı keşfettiler. Mectizan adlı bu ilaç, Nehir Körlüğü hastalığı açısından büyük umut oldu. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), UNICEF, Birleşmiş Milletler'in diğer bazı kuruluşları, ülkelerin sağlık bakanlıkları, sivil toplum örgütleri ve Merck Sharp Dohme (MSD) tarafından oluşturulmuş çok sektörlü ortaklık, Mectizan Bağış Programı (MDP) adıyla bir kampanya düzenlediler. Afrika ve Sahra'nın alt bölgelerinde yer alan 61 binden fazla kırsal yerleşim yerine 109 bin görevli ile 700 milyon tablet ilaç ücretsiz dağıtıldı. İlaçların MSD tarafından ücretsiz sağlandığı kampanya kısa bir süre önce 15. yılını doldurdu. İlacın 250 milyonuncu tedavi dozunun verilmesiyle 33 ülkede her yıl 30 milyon civarındaki kişinin kör olması önlenmiş oluyor.
VERİMLİ TOPRAKLARA DÖNÜŞ
Bu kampanyanın bir yararı da, insanların, kör olmak korkusuyla uzaklaştığı verimli topraklara dönebilmesinin getirdiği ekonomik kazançlar. Görüldüğü gibi, akıllıca yapılmış düzenlemelerle büyük kazançlar elde etmek mümkün. Ciddi ve güçlü kuruluşlar bu tür çabalara da her zaman destek oluyorlar. Anlamsız ‘‘reklam’’ fobilerinden kurtulup, halk sağlığına en küçük ölçüde de olsa katkıda bulunan kuruluşları desteklemek gerektiği düşüncesindeyim.
Yazının Devamını Oku 3 Aralık 2002
<B>R.AKKAYA/İZMİR<br><br>MEME </B>kanseri konusunda yapılan son çalışmalar, oluşumunda genlerin rolünün bulunduğunu ortaya koydu. Yazılarımı sürekli okuyorsanız, kanserin başka türlerinde de genlerin ilgisi olduğunu görmüş olmalısınız. Kanserle genlerin ilgisi olmakla beraber, oluşumunda başka faktörler de gerekli. Yani ailesinde kanser bulunan herkesin mutlaka kanser olması şart değil. Ancak riskin diğer kişilere oranla daha yüksek olduğu bilinciyle belirli aralıklarla kontrol yaptırmakta yarar var.
Annenizin meme kanserinden vefat etmiş olması nedeniyle sizin titiz davranmanıza hak veriyorum. Ádetlerinizdeki düzensizlik nedeniyle hormon kullanmanız önerildiğine göre, öncelikle mamografi denilen meme röntgenini çektirmenizi tavsiye ederim. Bu mamografi, şu andaki durumunuzu ortaya koyup hormon tedavisi açısından yol gösterici olacağı gibi, ilerideki kontrol mamografilerinde mukayese açısından önemli bir belge de oluşturacaktır. Eğer çekilen mamografide risk taşıyan herhangi bir oluşum yoksa, düşük dozlu östrojen ve ayrıca progesteron da içeren bir hormon ilacı kullanılabilir. Eğer memede, ileride risk yaratabilecek bazı oluşumlar varsa, ádet düzensizliğinin değerlendirilmesi için kanınızdaki hormon düzeylerinin tahlil edilmesi ve çıkacak sonuca göre, hormon tedavisi yapılıp yapılmamasına karar verilmelidir.
Kemik yoğunluğu ölçümünün kanser riskiyle bir ilişkisi yok. Menopoz döneminde eksilen hormonlara bağlı olarak kemik metabolizması bozulması sonucu osteoporoz denilen kemik zayıflığının ortaya çıkıp çıkmayacağının takibi için yapılmaktadır. Bu konu için yaşınız henüz genç. Gıdanıza süt ve süt ürünleri eklemek, hafif sporlar ve güneş banyosu yapmakla kemiklerinizin daha güçlü olmasını sağlayarak menopoza, kemikleriniz açısından daha iyi bir durumda girebilirsiniz.
Yazının Devamını Oku