Paylaş
ÖNCE internette “surf” kavramıyla tanıştık, ardından Facebook hayatımıza girdi. Twitter, Instagram, Snapchat derken pek çok sosyal medya uygulaması kullanır hale geldik. Sosyal medya hayatımızda hiç küçümsenemeyecek seviyede önemli bir yer kaplamaya başladı. Öyle ki sokakta yürürken ya da yemek masasındayken bile elimizdeki telefonlarla ve sanal âlemle meşgul olmaktan etrafımızın farkına varmıyoruz.
HEM FAYDALI HEM TEHLİKELİ
İslam, insanların kendisiyle ve birbiriyle ilişkilerini düzenleme gayesi taşıyan bir din demiştik. Bu anlamda, aile hayatından arkadaşlık ilişkilerine, siyasetten ekonomiye, ticaretten tatile kadar pek çok alanın İslam’ın esaslarından uzak olması düşünülemez. Gerçek hayatta gerçek kişilerle olduğu kadar, sanal âlemdeki tutum ve davranışlarımızda da Müslümanca bir tavır takınmalıyız. Müslümanlar için “ahlaklı ve takvalı” olma sorumluluğu “gerçek-sanal” ayrımını kabul etmez. Kendini Müslüman olarak tanımlayan herkes, internette/sosyal medyada da güzel ahlak timsali olmalı, diğer insanlara bu yönde öncülük etmelidir.
İnternet/sosyal medya bilgiye hızlı ulaşma, haberleşme, kitlelere ulaşma gibi iletişim kolaylıklarını hizmetimize sunması açısından faydalı olsa da içinde pek çok tehlike de barındırıyor.
‘PAYLAŞ’TAN ÖNCE DUR DÜŞÜN
Rabbimiz Kuran-ı Kerim’de “Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın” buyuruyor. (Hucurât, 49/ 6) İnternet bir bilgi yığını, aradığımız her şeyi bulabilir hale geldik. Peki bu bilgilerin doğruluğu ve güvenirliği konusunda ne kadar hassasız? Algı yönetimi ve manipülasyon için en etkili mecralardan biri olan sosyal medyada okuduğumuz ya da izlediğimiz haberleri “paylaş” tuşuna basmadan önce durup düşünüyor muyuz? Ya bize o bilgiyi bir fasık getirdiyse? Yakın geçmişimizde ülkemizin de içinden geçtiği pek çok toplumsal olayda sosyal medya üzerinden kitlelerin nasıl yönlendirilebildiğine şahitlik ettik hepimiz. Ya da yalan bir haberin nasıl saniyeler içinde yüz binlerce insana ulaştığını da tecrübe ediyoruz her gün. İnternette ve sosyal medyada paylaşılan bilgilerin kaynağını ve doğruluğunu araştırmak Müslüman olarak hepimizin dikkat etmesi gereken bir husus.
‘MAHREMİYET’İ KAYBEDER OLDUK
Sosyal medya hayatımıza girdiğinden beri “mahremiyet” kavramını da kaybeder olduk. Her şeyimizi, hayatımızın her anını sosyal medyada, tanıdık tanımadık herkesle paylaşır hale geldik. Paylaşmadan duramıyoruz, bağımlı hale geldik. Herkes ailesiyle, dostlarıyla, iş arkadaşlarıyla çekilen özel fotoğraflarını sosyal medya aracılığıyla kelimenin tam anlamıyla “tüm dünyayla” paylaşabiliyor. Kim, nerede, ne zaman, kiminle ne yapmış sosyal medyadan öğrenebiliyoruz. Yediklerimizi bile önce sosyal medyaya koyuyoruz. Yediğimiz içtiğimiz bir şeyi anlatırken “Ayıptır söylemesi, dün bir yemek yaptık” diye başladığımız cümlelerin yerini sofranın fotoğrafını çekip sosyal medyaya yükleme telaşı aldı.
BEĞENİLMEK İÇİN GÖSTERİŞ İBADETİ
Sosyal medya en çok “beğenilme, takdir edilme, ilgi görme” duygularımıza oynuyor. Elbette ki bu tarz duygular fıtridir ve belli bir yere kadar normal kabul edilebilir. Gidilen yerlerin, söylenen sözlerin, yenilen yemeklerin, buluşulan dost ortamlarının ana gayesi “beğenilme” olduğunda, durum sıkıntılı bir hal alıyor. Bazen de maalesef sırf sosyal medyada daha fazla beğenilmek için ibadetleri bir gösteriş unsuru haline getiriyor, riyaya düşüyoruz. Oysa Yüce Rabbimiz ne buyuruyor: “Ey iman edenler, Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın.” (Bakara, 2/264) “Gerçek şu ki, münafıklar sözde Allah’ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı ancak çok az anarlar.” (Nisa, 4/142).
BENDE NİYE YOK DEPRESYONLARI
Dikkatinizi çekmiştir mutlaka, sosyal medyada herkes en mutlu ve en neşeli anların fotoğraflarını paylaşıyor. Gezideyken, tatildeyken, sevdikleriyle beraberken, lüks ve pahalı bir restorandayken... Oysaki hiç mi hasta olmuyoruz, eşimizle, çocuğumuzla tartışmıyoruz, hiç mi dışarı çıkmadan birkaç gün evde kalmıyoruz? Hayatta güzellikler olduğu kadar sıkıntılar da var. Sosyal medya paylaşımları öyle pembe bir tablo çiziyor ki görenlerde yetersizlik ve mutsuzluk duygularına yol açabiliyor, “Benim neden böyle bir evim yok, ben niye böyle bir tatile gidemiyorum” tarzı sorgulamalara, hatta maruz kalma derecesi arttıkça depresyona yol açabiliyor. İnsanın ihtirasları sınırsızdır demiştik, sosyal medya bu anlamda ihtiraslarımızı daha da körüklüyor ve maalesef şükürsüzlüğe, şükürsüzlük de bereketsizliğe neden oluyor.
FOTOĞRAF KOYUYOR NAZARA GETİRİYOR
İşin bir başka yönü de nazar... Çocuklarımızın en güzel fotoğraflarını koyuyoruz, sonra da nazara geldi diye hayıflanıyoruz. Allah’tan başka hiç kimse kalplerden geçeni bilemez. Böyleyken sosyal medyada paylaştıklarımıza kimlerin hangi gözle, hangi niyetle baktığını nereden bilebiliriz?
Çok moda bir terim var, “stalklamak”. Bir kişinin bir başka kişiyi sosyal medya hesaplarında araştırması, gözetlemesi, paylaşımlarını incelemesi anlamına geliyor. Neyi ne amaçla yaptığımızı ancak Allah ve kendimiz biliriz, bu konuda sadece bir ayeti hatırlatmamızın faydalı olacağını düşünüyorum: “Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Zira zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini/kusurlarını araştırmayın; biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin...” (Hucurat 49/12)
iNTERNETTEN DE SORGULANACAĞIZ
Hayatımızın her anında olduğu gibi internette/sosyal medyada yaptığımız, konuştuğumuz, yazdığımız, yaydığımız her şeyin hesabının ahirette mutlaka sorulacağının bilincinde olmalıyız. Müslüman’a yakışan bir tavır sergilemeli, sosyal medyayı ne amaçla ve ne sıklıkta kullanıyoruz, paylaştıklarımız ne kadar doğru diye düşünmeliyiz.
KERAHAT VAKTİ NEDİR?
KERAHAT vakti, içinde namaz kılınması mekruh olan vakitlere denir. Güneş doğarken, tepedeyken ve batarken namaz kılınmaz. Beş kerahat vakti vardır:
1- Sabah kerahatı: Güneş doğarken, güneşin doğmaya başlamasından itibaren yaklaşık 45 dakika geçinceye kadar olan süredir.
2- Öğle kerahatı: Öğle ezanına 45 dakika kaldığında, güneş tam tepe noktasında iken.
3- Akşam kerahatı: Güneş batarken, akşam ezanından 45 dakika öncesinden başlar, güneş batana kadar devam eder. Bu durumda sadece o günün ikindi namazının farzı kılınabilir.
Bu üç vakitte farz ya da nafile hiçbir namaz kılınmaz.
4- İmsak kerahatı: İmsak vaktinden güneş doğuncaya kadar sabah namazının sünnetinden başka nafile namaz kılınmaz.
5- İkindi kerahatı: İkindi ezanından sonra akşam vaktine kadar ikindi namazının sünnetinden başka nafile ve sünnet namaz kılınmaz.
BİR AYET: O, geceleyin sizi ölü gibi kendinizden geçirip alan (uyutan) ve gündüzün kazandıklarınızı bilen, sonra da belirlenmiş eceliniz tamamlanıncaya kadar gündüzleri sizi tekrar diriltendir (uyandırandır). Sonra dönüşünüz yalnız O’nadır. Sonra O, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir. (Enam, 6/60)
BİR HADİS: RASULULLAH (sav) buyurdular ki: “Sıdk insanı birr’e (Allah’ı razı edecek iyiliğe) götürür, birr de cennete götürür. Kişi, doğru söyler ve doğruyu arar da sonunda Allah’ın indinde sıddîk (doğru sözlü) diye kaydedilir. Yalan da kişiyi haddi aşmaya götürür. Haddi aşmak da ateşe götürür. Kişi yalan söyler ve yalanı araştırır da sonunda Allah’ın indinde yalancı diye kaydedilir.” (Buharî, Edeb,78))
Paylaş