“Belki de bir Tanrısı var acının, hüznün, ayrılığın
Ki durup dururken öyle ansızın yürüdükleri...”
Cansever’in dizeleri uğurluyor ansızın gidenleri.
Gökhan Akçura’nın ‘Lokantacıların şahı diye anılırdı: Pandeli’ yazısında en ilgimi çeken Şirket-i Hayriye vapurlarındaki “Sazlı tenezzüh seferleri”.
Artun Ünsal’ın ‘Kış keyfi: Nostalji ve hüzün dolu içeceğimiz boza’ yazısı. Eski İstanbul gecelerinin önemli duraklarından biriydi. Mermer kabından yoğun boza bardaklara doldurulur, üzerine de sarı leblebi konulurdu.
Birçok kişi gece Vefa’daki yere gelir boza içerdi.
Şimdi geceleri o ilgi sürüyor mu sanmıyorum, marketlerde plastik şişelerde satılıyor. İkram listesinde ne kadar yer alıyor, bilemiyorum.
Şamran Hanım’
Birinci sayfada: Fırçasından - Natürmort
Derginin ilk yazısı; “Merhaba” başlığını taşıyor. Yazıda, toplumsal panorama çiziliyor.
“İlk sayısı 2019’un ekim ayında yayımlanan, dolu dolu 5 sayıyı geride bırakıp yeni yılı yeni bir sayıyla karşılıyor.”
Nâzım Hikmet’in elyazısıyla ‘Köylü’ şiiri ve onu izleyen şiir metni ile başlıyor. Diğer şiir de ‘Yanmamış Cigara’.
Derginin ilk şiiri Hilmi Yavuz’un ‘talan ve ifrit’i.
A.Ömer Türkeş’in ‘İhmal Edilen Bir Tema: Cinsellik’ yazısında romanların dökümünü bu eksende değerlendiriyor:
“Türk romanında 21. yüzyılda nicelik anlamında büyük bir patlama kaydedildi. Yayımlanan yeni roman sayısındaki artışla birlikte yazarlar, yayınevleri, türler ve temalar da çeşitlendi. Ancak bu büyük artışın cinselliğe hemen hemen hiçbir konuda yansımadığını söyleyebilirim. İhmalden ziyade mevcut koşulların -toplumsal muhafazakârlaşmanın- zorunlu bir sonucu olduğunu düşünüyorum; bir tür otosansür.”
Semiramis Yağcıoğlu’
Her müziğin arkasında bir anı birikimi vardır.
Tülay German’ın “62-87” Burçak Tarlası’nın LP’sini dinlerken bir yandan not alıyorum.
Kulüpçülüğüm yoktur ama onun şarkı söylediği gece kulübüne, arkadaşlarımla giderdik. Birçok dostumuzla orada buluşurduk.
Tülay German’la konuşmalarımızı, Zülfü Livaneli ile rahmetli şair Nevzat Üstün’ün evinde tanışmamızı...
Notaların her biri yazıya dönüşüyor.
Gençliğimizin siyasal çalkalanmaları, toplumsal evrimleri, onların bestelerinde kulaklara ulaştı, sonra da yüreklere.
Her şarkısını dinlerken, gözümün önünde siyah kıyafeti ile canlanıyor.
Türkülerin toplumsal bir işlevi olduğunu ondan da öğrendik.
Zaman zaman düşündüğünüz oldu mu? Bir film, bir kitap benim hayatımı değiştirdi diyebilir misiniz? Sanırım bu yanıt yıllar içinde değişim gösterir.
Çok beğendiğimiz bir film üzerimizdeki etkisini ömür boyu sürdürebilir mi? Ben sanmıyorum, estetik saplantıların kalıcılık oranıyla geçicilik oranı bende dalgalı. Sinematek’in ilk kurulduğu yıllarda İtalyan sinemasının yeni gerçekçiliği bizi etkilemişti örneğin.
Atillâ Dorsay’ın ‘Hayatımızı Değiştiren Filmler (2015-2020)’ kitabı hem bize sinema tarihinin seçkin örnekleri hakkında bilgi veriyor hem de kendi seçimimiz ekseninde sinema zevkimiz konusunda bir kanaate varıyoruz.
Kitabın başındaki Sunuş 1’de kitap hakkında bilgi veriyor: “Bu sunuş yazımda döneme panoramik bir bakış atmak ve sinema sanatı açısından en önemli saptamaları yapıp sizlere sunmak istiyorum. Öncelikle türler zengindi. Savaş filminden western’e, korku filminden psikolojik gerilime, aşk filmlerinden biyografilere, bilimkurgudan güldürülere, klasik tiyatro ve roman uyarlamalarından deneysel çabalara... Benim naçizane gözde türüm olan ‘film noir-kara film’de hayli başyapıt üretildi.”
Hayatımızı Değiştiren Filmler (2015-2020)
Atillâ Dorsay
Remzi Kitabevi
Sınıflamaların altına kısa açıklamalar koymuş yazar:
Oya Eczacıbaşı, sanatçının kataloğuna yazdığı Önsöz’de Gürbüz’ün sanat dünyasındaki yerine değiniyor:
“İstanbul Modern’in Türkiye sanat ortamındaki kadın sanatçıları görünür kıldığı sergilerine Selma Gürbüz ile devam ediyoruz.
Otuz beş yıllık sanat pratiğinde hem Doğu hem de Batı kültürüne ait öğeleri bir arada kullanarak, kendine özgü bir imge dağarcığı oluşturan Selma Gürbüz’ü Türkiye’de ilk defa bir müze çatısı altında gerçekleşen kişisel sergisiyle sanatseverlerle buluşturuyoruz.
‘Selma Gürbüz: Dünya Diye Bir Yer’ adlı sergide, İstanbul Modern ve British Museum başta olmak üzere çok sayıda müze ve özel koleksiyonda çalışmaları bulunan sanatçının 100’ün üzerinde yapıtı yer alıyor.”
Sergi ziyaretçileri bence önce katalogdaki Biyografi bölümünü okumalı.
Öykü Özsoy, ‘Zamansız İmgelerle Yeni Bir Dünya Kurmak’ yazısında, sanatçının ilham kaynağını saptar:
“Gürbüz’ün ilham aldığı Anadolu söylencelerinde, Doğu ve Batı mitolojilerinde, Şamanizm anlatılarında, İran, Hint, Türk minyatürlerinde gördüğümüz hayvan başlı, insan vücutlu varlıklar ucubeler değil, aslında doğayla bir ve bütün olmayı simgeleyen yaratımlardır.”
Füsun Yalçınkaya’
O törende CSO’yu (Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) ünlü şefler yönetti.
TRT Genel Müdürü İbrahim Eren, açılış konuşması yaptı.
Törende Muammer Sun ve koronun ilk yan pedagogu Müfide Özgüç de törende bulundular.
Muammer Sun, koronun kuruluşunu anlattı:
“İzmir, Adana, Diyarbakır, Trabzon, İstanbul, Ankara’da 950 kişi dinledik. Bunlardan 128 kişiyi seçtik. Ankara Devlet Konservatuvarı’nda kurs yaptık. Kurs sonunda kazananlardan 56 kişiyi TRT Ankara Radyosu Çoksesli Korosu’na sanatçı olarak dahil ettik. Eğitim öncesinde ve sonrasında devam etti.
Bugün 50. yılı kutlanıyor ve ben büyük mutluluk duyuyorum. Ekip halinde yaptık bu işi. 50 yıldır konserler, müzik yapan harika bir kuruluşumuz Ankara Radyosu Çoksesli Korosu.
Ben kendi adıma ve arkadaşlarım adına övünç doluyum. TRT’yi kutluyorum, 50. yılı kutladığı için.”
‘Seferberlik Türküleri ve Kuva-yi Milliye Destanı’ LP olarak çıktı. Onu dinlerken, konser yeri bulamadığı günleri hatırladım. Şişli’den Kadıköy’e uzanan yolculuğumuz onu dinlemek içindi.
AKM’de yapılan özel geceye gidenler genç kuşağın ilgisini bilir. Ruhi Su bize ne öğretti?
Türkülerin, Anadolu’nun acısını, mücadelesini, mutluluğunu yansıtışını büyüteç altına aldı.
İyi bir opera sanatçısının doğru icrasıyla türkülerin bizim kulağımızdaki tınısını yeniledi.
İnsanın belleğinde kalan adların başında benim için Yunus Emre gelir. Çünkü o, hayatın içindedir, kafamıza takılan maddi, manevi soruların yanıtını verir. Uhreviliğin dünyaya uzanan bağlantısıdır.
Uzun yıllar yurtdışında yaşayan, şimdi Türkiye’ye dönen İlhan Başgöz’ün ‘Yunus Emre’sini okurken, onun yüzyıllar ötesinden çağdaş dünyayı nasıl yorumladığını algılarız. Yunus üzerine birçok inceleme yapılmıştır, Başgöz o incelemeleri de değerlendirerek özgün yorumlar, saptamalar yapmış. Yunus Emre üzerine bildiklerimizi bu kitaptan sonra yeniden gözden geçirme gereksinimi duyacaksınız.
Yunus Emre
Yazan: İlhan Başgöz
Pan Yayınları
Hafif güldürünün, acı kınamanın örneği
“Yunus Emre bir halk şairi değildir. Yunus Emre’nin konuştuğu dilin halk dili olduğu yolundaki kanı da yanlıştır. Yunus’un dili çağının aydın sanatçısının dilidir. Bu dil bilinçli olarak halkın anlamasına açık tutulmuştur.”