Her bayram tatilinde bunu düşünürüm, bizden kaç kişi bu tür kitapları alıp okuyarak gezer?
Canlı rehberler var ama bilgiler ancak kitap sayesinde kalıcılık kazanır.
Yazlık yörelerde, vatandaşlarımıza, yabancı turistlere kendimizi nasıl tanıtacağız? Sadece doğadan, yenilen yemeklerden mi söz edeceğiz? Beni hiç ilgilendirmiyor.
Bütün dünyada yazlık yörelerde müzeler açılıyor, gelenler ülkenin sanatını, edebiyatını tanıyorlar, yoksa yenilen lahmacun ile yeni açılan beach’lerin hiçbir faydası yok.
Bir ülkenin yabancılar tarafından tanınmasını nasıl sağlayabiliriz?
Geçici resim sergilerinin Bodrum’da açıldığını okuyorum, bakıyorum yabancı bir yazar, sanat tarihçisi yok, biz bize fotoğraflar bunu gösteriyor, rahmetli Çetin Altan’ın dediği gibi bizi bize övüyoruz. Kış geliyor, onlar da bitiyor.
Yabancı ülkelerde, oranın mimarisine uygun müzeler yapılıyor, hatıra kartları basılıyor. Müze katalogları satılıyor.
Kitap Fuarı için Gaziantep’e gittim, Zeugma Müzesi’ni gezdim.
Elbet de bu müzikler yavaş yavaş anılara eşlik eder.
Bu hafta bayram tatiline gidenlere geçmişte çok dinlenen parçaları hatırlattım, genç kuşak da ilgilenir umarım. Çünkü müzik tarihi bir toplumun yaşamının, zevkinin tarihidir.
LP modası başladığı için onları pikabımda dinliyorum.
Tanburi Cemil Bey’in bestelerini çaldım, icralarını da dinledim. Beyazıt’ta üniversiteden çıktığımda Şamlı İskender’in nota mağazasına gider, notaları alırdım. Eski yazı ve Fransızca’ydı.
Bugün tanıtacağım iki LP’nin kapağında şu yazılı:“Külliyat’ta Yer Almayan 2 Eser
Doğumunun 150. yılında Tanburi Cemil Bey Külliyatı’ndan Seçmeler.
Tanburi Cemil Bey
Sevgili dostum Atillâ Dorsay’ın ‘Hayatımızı Aydınlatan Muhteşem Kadın Dostlarım’ kitabını okurken tanıdıklarımla ilgili anılarım da canlandı. Bu tür kitapların benimsediğim işlevleri vardır. Özellikle sinemamızın ünlü oyuncularının filmlerini seyrederken onlarla ilgili sayfaları açıp okuma isteği uyanır bende.
Türk filmlerini televizyonda seyrederken onların gümüş ekran dışındaki hayatlarını, konuşmalarını öğreniyoruz. Bir anlamda sinema tarihimizdeki ünlü kadınları da daha yakından, iyi bir sinema eleştirmeninin kaleminden tanıyoruz. Benim için kitap ithafları önemlidir, yazıya ondan başlayacağım: “Bu kitabı hayatımın önde gelen kadınları olan eşim Leman Dorsay, kardeşlerim Ayla Sevand ve Ayşe Kapancı, gelinim Ezgi Dorsay ve de büyük dostum Türkân Şoray’a adıyorum.”
Muhteşem kadınların içinde en yakından Türkân Şoray’ı tanıdım. Beni onunla rahmetli gazeteci arkadaşım Hulki İlgün tanıştırdı, sinemadan, romancılardan konuştuk. Daha sonra da görüşmelerimiz oldu. Sevgili dostum Selim İleri’nin senaryosunu yazdığı bir filmin çekimi Pera Palas Oteli’nde yapılıyordu. Beni de çekime çağırmışlardı. Çekim öncesi sohbetlere ara verildi, çekim başladı. Birlikte oturup konuştuğumuz Türkân Şoray, “Motor” denilince olağanüstü bir aktris, sanki bir mitoloji kahramanına dönüşmüştü. O çekimi hiç unutmadım.
Kitap beş bölümden oluşuyor: Sahnenin Divaları, Sinemanın İdolleri, Kaleminden Kan Damlayanlar, Kulaklarımızın Pasını Silenler, Değişik Alanların Öncüleri.
Bu kitabı severek, anılara gömülerek okumamın başlıca nedeni, çoğunu tanımam, onlarla dostluk kurmuş olmam. Sanki onlarla bir dost meclisinde buluşmuşuz, Atillâ da not alıyor... ‘Sunuş’ta ‘isim seçme zorluğu’ndan söz ediyor. Gerçekten de yazan herkesin başına gelen bir husus...
Dorsay, tanıdıklarını yazarken, onlarla ilgili toplantıları, anmaları da yazısına katıyor. Böylece zaman zaman bir roman üslubu ortaya çakıyor. Yakından tanıdıklarımı okurken, dünden bugüne ben de notlarımı gözden geçiriyorum. Onları anlatırken, birbirleriyle de kurdukları dostlukları, aralarında geçen olayları da yazının içine ustalıkla yediriyor. Yazılarında kullandığı arabaşlıklar, okumayı kolaylaştırıyor.
Hayatımızı Aydınlatan Muhteşem Kadın Dostlarım
Serginin adı, ‘Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Ressam Hocaların Ressam Öğrencileri’.
500 parçalık müze koleksiyonundan seçilen 115 başyapıt bir arada.
SSM Müdürü Dr. Nazan Ölçer, Milliyet Sanat’ta Seray Şahinler’in sorularını yanıtlıyor:
“Uzun zamandır sergilenmemiş bu eserleri gündeme almaya karar verdik. İnsan elindekinin kıymetini sonra anlıyor. İzleyiciler kendi sanatçılarına daha farklı bakacak.”
Dergideki diğer konulardan seçmeler:
‘Yeni sezonda neler var’ bölümünde seyredeceğimiz filmlerin değerlendirmesi yapılmış. Burçin S. Yalçın hazırlamış.
Naim Dilmener’in kısa bir süre önce kaybettiğimiz Hasan Saltık üzerine yazısı: ‘Hasan olmasa bu albüm çıkmazdı.’
Seray Şahinler, Ahmet Ümit
Yazlık mekânlardaki trafik sıkışıklığını anlamam mümkün değil.
Ünlü bir Fransız sanatçının tatilciler için görüşünü çok severim. “İnsanlar tatile çıkınca kendilerini eğlenmek zorunda hissederler”diyor.
Yazın tek sevdiğim etkinlik açık hava konserleridir. Seslerin yankılanması bana ayrı bir zevk verir.
Yazları ailem yazlığa gittiğinde benim mekânım Beyazıt Devlet Kütüphanesi olurdu. Rahmetli kütüphanenin müdürü Muzaffer Gökman bana özel bir yer verir orada çalışırdım.
İstanbul Müzik Festivali başladığından beri yazları seviyorum. Eskiden bahçe sinemaları, Türk müziğinin icra edildiği bahçeler vardı. Onlara giderdik.
Dergilerde, kitap eklerinde neleri okumalıyız diye öneriler var.
Elbette çoğu yeni çıkan kitaplar.
Bir okur klasikleri okumadıysa, yeni kitapları anlayacağına inanamıyorum.
İlki 1989 yılında kaset olarak çıkan albümün LP olarak yayınlanması, 2 Haziran’da kaybettiğimiz Hasan Saltık’ın hazırladığı son projeydi.
Sözleri Fikret Kızılok’a ait dokuz eserin yer aldığı albümün renkli parçalarından ‘Why High One Why’ın toplu vokalinde kimler vardı?
Bedri Baykam
Ferhan Şensoy
Esin Afşar
Sadun Boro
Dr. Memduh Eren
İlhan Koman’la tanışmış, birkaç kez de sohbet etmiştim. Necmi Sönmez’in hazırladığı ‘İlhan Koman Sözlüğü’ sadece bir büyük heykeltraşın değil, Türkiye’de heykelin, heykeltıraşın da seyir defterini veriyor. Sönmez, Koman’ın Türkiye’de başlayıp Stockholm’de noktalanan yaşamını, sanatını ayrıntılarıyla bize sözlük düzeninde aktarıyor. Kitapta Türkiye’den Stockholm’e gidişin bütün aşamalarını okuyabilirsiniz. Ünlü ‘Akdeniz’ heykelini Yapı Kredi Kültür Merkezi’nin Galatasaray’daki binasında, rölyeflerini de Anıtkabir’de görebilirsiniz.
Sönmez, sanatçıyı şöyle tanıtıyor:
“17 Haziran 2021’de 100. doğum gününü kutladığımız İlhan Koman, geliştirdiği deneyleriyle, heykel, matematik, statik, alternatif enerji üretimi gibi alanlarda ‘değiştirilemez ya da tartışılamaz gibi görünen kuramlara meydan okuyarak’ çağdaş Türk ve İsveç sanatında eşi benzeri görülmemiş eserler üretti. Onun yeni, farklı ve beklenmeyecek kadar cesaretli çalışmaları Edirne, İstanbul, Paris, Brüksel ve Stockholm kentlerinde geçen yaşamıyla birleştiğinde sanatsal ve bilimsel açıdan örnek bir hayat ortaya çıkmaktadır.”
Kitaptaki önemli bölümlerden biri de ‘Akdeniz’ heykelinin yapılış ve yerleştirme öyküsü. Bakın nasıl anlatıyor: “Ben de o heykelde (Akdeniz) böyle bir sinetik yanılgıdan istifade ederek, dalgalardan teşekkül eden, dalgaların meydana getirmeye çalıştığı bir ilaheyi, mabudeyi sembol olarak aldım.”
İlhan Koman Sözlüğü
Necmi Sönmez
Doğan Kitap
‘SANAT NEDİR’ DERSENİZ...
Yazının başlığı beni tedirgin etti:
‘Afyon’a caz değil sucuk ve kaymak heykeli mi yakışır?’
Afyonkarahisar Kent Konseyi Başkanı Şemsettin Yasan, caz festivaline halkın ilgi göstermediğini, Afyon’a yakışmadığını söylemiş. İhsan Yılmaz soruyor:
“Afyon’un orta yerine kaymak ve sucuk heykeli mi dikilmeli?”
Ben artık belediyelerin, özellikle şahıs heykelleri yapmasına karşıyım. Modern heykeller meydanları, parkları, büyük binaların girişlerini süsler. Bunu yapacak çok iyi heykeltıraşlarımız var.
Daha geçenlerde karpuz heykeli tartışması yaşandı. Polemikleri sevmem, bir sonuç çıkmaz, herkes fikrini söylemenin rahatlığına kavuşur sadece.
Sayın Yasan halkı öne sürüyor. Yeniliklerin yapılmaması, çoğunluğa tabi olunması için öne sürülen ve doğru olmayan bir gerekçe.
Afyon’daki müzik festivalini ilk ben yazdım. Anımsatayım: