Ben büyük şehirler dışındaki girişimlere, etkinliklere, müzelere çok önem verir, onları desteklerim.
İyi sanatçı Hüsamettin Koçan’ın “Baksı Müzesi” benim için böyle bir serüvendir. Koçan, bir sanatçı olarak kendi yarattıkları ekseninde bir yaşam sürdürebilirdi, bunca çabayı göstermesine de gerek yoktu.
Baksı Müzesi’nin açılışının ilk gününe gittiğimde, Ahmet Kutsi Tecer’in ‘Orda Bir Köy Var Uzakta’ şiirindeki dizeler aklıma düşmüştü. Oysa Tecer birçok köyü gezmiş, Anadolu’nun kültürünü, Âşık Veysel’i bize tanıtmıştı.
İlk çalışmalar, bir büyümenin çabasını simgeliyordu.
Yıllar sonra TÜYAP Kitap Fuarı’nda Baksı standında, Murat Yeşilyurt’un drone’la çektiği panoramik duvar panosunu gördüğümde müzenin geldiği yeri iyice fark ettim.
Baksı bir müze değil, bir bölgenin kaderini değiştiren bir kuruluş. Sergiler açılıyor, konserler veriliyor. Orada yaşayanlar müziğiyle, resmiyle, kültürüyle sanat gündemini takip edebiliyorlar. Müze için İstanbul’da yapılan pek çok toplantıya katıldım. Müzeye destek için sergiler açıldı, genç ressamlar oraya giderek atölye çalışmaları yaptı.
Sanatın ekonomiyle ilişkisini unutmamalıyız. Müze çatısı altında yörenin kadınlarının yaptığı geleneksel dokumalar çağdaş tasarımlarla ürün haline döndü ve ekonomik bir katkı sağlandı.
Sasa’nın serüvenini okuyalım. Bir sanatçının çalışmalarının tarihi beni her zaman ilgilendirmiştir.
“İki yıl önce Kalan Müzik ve Hasan Saltık’la yollarımın kesişmesiyle çocukluk hayalim ve bugüne kadarki bütün müzikal birikimimi dinleyicilerimle buluşturma fırsatı yakaladım. Hasan abinin vakitsiz kaybı kolumu kanadımı kırılmış hissettirmişken sevgili Nilüfer abla ve Helin’in tekrar bana kol kanat germesiyle kayıtları Hasan abinin bıraktığı yerden hep beraber bütün güzel duygularla tamamladık.
Düzenlemeleri ve yönlendirmeleriyle yorumuma ve duyguma değer katan değerli aranjör büyüklerim, üstatlarım, arkadaşlarım, hocalarım Erdal Erzincan, Cumhur Bakışkan, Engin Arslan, Ali Ekber Kayış, Ömer Avcı, Merih Aşkın, Coşkun Karademir, Murat Çorak, Levent Güneş, Nebi Demirel’e ve bu albümde emeği geçen herkese teşekkürler.
‘Sızı’nın çağrıştırdıkları:
İncecik değer, için için dokunur. Ağlatmaz da kimi tebessüm ettirir, kimi nefesini keser. Şaşarsın.
Sızı, ruhuna değmiş olan her şeyin yüzünde yansımasıdır. Bakarsan görürsün.
Dile vuran ezgidir, dinlersen duyarsın.
Liseden beri okuduğumuz bir isim: Tevfik Fikret. Yalnız edebiyat dünyasında değil, siyasette de farklı görüşlerin odağı. Karşıtları da, onaylayanları da onu ilgi çekici kılıyor. Peki, eski kuşak onun için neler yazdı, yeni kuşak onun eserlerini nasıl yorumladı?
Turgut Çeviker’in hazırladığı ‘Tevfik Fikret’ kitabı zengin görsel malzeme içeriğiyle onu tanımanızı sağlayacak. Edindiğiniz bilgilerle zor da olsa nesnel bir karara varacağınızı umuyorum. Hayatını ve eserlerini taraf tutmadan değerlendirirseniz bu kitap da amacına ulaşmış demektir.
Tevfik Fikret
Turgut Çeviker
KÜY (Koç Üniversitesi Yayınları)
Kitabın hemen başındaki dörtlüğü onun kişiliği konusunda bir izlenim verecektir:
“Kimseden ümmid-i feyz etmem, dilenmem perr-ü bal
Kendi cevvim, kendi eflâkimde kendim tâ’irim
Kıymet Giray’ın hazırladığı ‘Tuvallerde İstanbul’ kitabı Artam Antik A.Ş. tarafından yayımlandı.
Nurcan Artam 40. yıl yazısında kitabın özelliğine değiniyor:
“40. yılımızı kutladığımız ‘Tuvallerde İstanbul’ sergimiz, yıllar içinde müzayedelerimizden önemli koleksiyonlara giden yapıtlardan bir seçki sunuyor. 1600’lerden başlayıp 1900’lerin sonlarına değin uzanan ve her biri klasik resmin ihtişamını sunan bu yapıtlar, bugün artık unutulan İstanbul’un tuvallere taşınan güzelliklerini bizlere taşıyor. Bu yayın da referans kitap olarak hazırlandı.”
Başlarken yazısı Kıymet Giray’ın:
“Tuvallerde İstanbul Sergisi, İstanbul tarihinin, 17. yüzyıldan başlayarak üç yüz yıl boyunca yapılmış olan sanat eserleriyle gözler önüne serilmesidir. İstanbul’un üç yüz yıllık tarihi gelişimine tanık olan yabancı ve Türk ressamların tuvallerinde resimledikleri eşsiz manzaralara hayran olmak, aynı zamanda kentin tarihi belleğini ve sanatın tarihinin dönemlerini algılamak ve anlamaktır.”
Albümün başlık sırası:
Oryantalist Ressamların Fırçasından İstanbul
Opera temsillerinde söylemişler, onların da çoğu CD veya LP olarak yayınlanmadığından unutuluyorlar. Yaşarken, günlük gazetelerde de başarılarından pek söz edilmezdi. Ancak, aramızdan ayrıldıktan sonra birkaç satırla yer alıyorlardı: “... hayatını kaybetti.”
İnternetteki bilgilerin sağlamasını yazılı kaynaklardan yapıp uyarımın doğruluğunu gördüm.
Attila Manizade adını Atilla Manizade diye yazmışlar. IV. Murat operasındaki bir kayıttan dinleyebilirsiniz.
Attila Manizade
Diskoteğimden çıkarıp dinlediğim CD hangisi:
Bass: Attila Manizade
Sings opera arias and duets by
Wolfgang Amadeus Mozart
Nâzım Hikmet’in kitaplarını günümüzde rahatça alıp okuyabiliyoruz. Eserlerinin yasak olduğu günleri yaşayanlarsa o günleri belleklerinde saklar. Yön dergisinde çıkan şiirleri ve ardından Nadir Nadi’nin anılarında şairin adının geçmesi eserlerini okumayı özgürleştirdi. O zamana kadar birçok kişinin kitaplığında Bulgaristan’dan gelen Türkçe baskılar vardı.
Güney Özkılınç’ın ‘Nâzım’ın Bursa Yılları’ kitabı şairin Bursa Hapishanesi’ndeki yıllarını anlatıyor. Daha önce de Orhan Kemal’in şairle Bursa Hapishanesi’ndeki dostluğu kitaplaşmıştı. O kitaptan bir bölümü notlarımın arasında buldum.
Orhan Kemal izinli olduğu bir gece Bursa’daki sevgilisine gitmek istiyor. Nâzım bu ilişkiyi biliyor, tehlikesini de tahmin ediyor. Orhan Kemal gitmeye yeltenirken onu önlüyor. Bakın ne diyor? “Lenin, ‘en yetenekli arkadaşlarımız kadın etekleri altında yok oldu’ der.” O da ustasını dinleyip gitmiyor.
Orhan Kemal’in yanı sıra Nâzım’ın Bursa Hapishanesi’nde birlikte yattığı İbrahim Balaban’la tanıştım, Balaban’ın Şile’deki atölyesine de gittim.
Güney Özkılınç’ın daha önce ‘Yüzümde Nâzım İzi Var’ kitabı çıkmıştı. Özkılınç, yeni kitabının başında kitaba katkısı olanlara teşekkür ediyor.
Ataol Behramoğlu ‘Güney Özkılınç’ın Çalışması Üzerine’ yazısında Bursa Cezaevi’ndeki çalışmalarından söz ediyor:
“Nâzım Hikmet’in Bursa Cezaevi’nde geçirdiği toplam olarak yaklaşık 11 yılın, büyük şairimiz ve edebiyatımız bakımından ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. İlk kez otuzlu yaşlarında, ikinci kez kırkına yaklaşmışken kapatıldığı Bursa Cezaevi’nden, ellisine merdiven dayamışken ve bozulmuş bir sağlıkla çıkan Nâzım Hikmet, buna karşın bu yıllar içinde, insanüstü bir erdem ve çalışkanlık örneği göstererek başta ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’ olmak üzere en seçkin yapıtları arasında yer alan ürünleri verdi.”
Nâzım’ın Bursa Yılları
Bir yandan da hazır yemek düşkünlüğüne, alışkanlığına bakarak sağlıklı bir değerlendirme yapamıyorum.
Okuduğum dergilerden biri de ‘Yemek ve Kültür’. Dergide yemenin tarihi ve kültürü üzerine iştahımızı arttıracak bilgiler veriliyor.
Son sayıda Muriel Barbery, ‘Balık’ yazısında çocukluk günlerine gidip ailenin yemeklerini anlatıyor.
Yazarın ‘Gurmenin Son Yemeği’ kitabı Türkçe’ye çevrilmişti.
Burada balık çeşitleri üzerine yaptığı yorumları, bence her balık sever için yararlı bilgiler içeriyor.
Benim ailem de yemeğe meraklı
Bazı yazarların bu tür incelemelerden, özel sayılardan sonra yeniden okunması gerektiğini her zaman söylerim. Yıllar içinde bu incelemelerle, eleştirilerle yeni bakış açıları kazanırız.
Birsen Karaca’nın Sunuş’unda derginin hazırlanış sürecini, çalışmaların niteliğini öğreniyoruz:
“Doğumunun 200. yıldönümü olması nedeniyle 2021 yılı Rusya’da ‘Dostoyevski Yılı’ olarak kabul edildi.
Dostoyevski Özel Sayısı’nı çıkarmayı planlarken belirlediğimiz hedef, Dostoyevski’yi Türk okurlarına olabildiğince farklı yönleriyle tanıtmak, çok boyutlu bir çalışma gerçekleştirmekti.
Dostoyevski Özel Sayısı’na Türkiye dışında Rusya, Ukrayna, Bulgaristan, Azerbaycan, İran gibi ülkelerden farklı uzmanlık alanları olan bilim insanları, araştırmacılar ve yaratıcı yazarlar toplam 83 makaleyle katkıda bulundu.”
Hayatından, yazarlığından önemli kesitler:
Dostoyevski