Otomobille, karavanla Türkiye gezisine çıkarsanız, durduğunuz her yerde “Burada ne yenir, en ünlü yemeği hangisidir, bunu en iyi hangi lokanta yapar” diye sorarsınız.
Ömür Akkor hazırladığı ‘Türkiye Gastronomi Atlası’nda işte bu soruları yanıtlıyor. Sizi yemek arama zahmetinden kurtarıyor.
Çok karayolu seyahati yapan biri değilim ama gittiğim kentlerde de böyle bir danışma kitabına ihtiyaç duyarım.
Ömür Akkor, tutkulu bir gezgin, biraz maceraperest, çok şeyin tadını çıkarmış biri.
Hayatından birkaç not yazdığımda gerisini okumak istersiniz...
- Kilis’te doğdu.
- 25.000 kitaplık özel kütüphanesi var.
- Yılda 90.000 km civarında seyahat etti.
Yaşadığınız kentteki müzelere gitmelisiniz. Çünkü sadece bugünün sergileri görsel tarihimizi anlamanızda yeterli değildir. Müzeler sadece belli malzemelerin, resimlerin saklandığı yerler değildir. Böyle bir anlayış müzeyi çağdaş etkinliklerden uzakta tutar.
Sanat tarihi bölümü bulunan üniversitelerin de müzeleri olmalıdır. O üniversitedeki öğretim üyelerinin kimilerinin de eserlerini oraya bağışladıklarını biliyoruz. Söyleşiler için gittiğim Anadolu’daki üniversitelerin, bu özelliği yerine getirdiklerini gördüm.
Yetkililerin verdiği bilgilere, yorumlarla birlikte yazımda yer verdim.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı hizmet veren 3 resim ve heykel müzesi bulunmaktadır. 1963 yılında Erzurum Resim Heykel Müzesi ve Galerisi, 1973 yılında İzmir Resim Heykel Müzesi ve Galerisi ile 1976 yılında Ankara Resim ve Heykel Müzesi açılmıştır.
ANKARA RESİM VE HEYKEL MÜZESİ
Ankara Resim Ve Heykel Müzesi olarak faaliyet gösteren yapı, Yüksek Mimar-Mühendis Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından 1927 yılında Namazgah Tepesi’nde inşa edilmiştir. I. Ulusal Mimarlık Dönemi’nin en güzel örneklerinden olan yapı Türk Ocakları merkez binası olarak projelendirilmiştir. Atatürk, bu projeyi Arif Hikmet’in kendi çizdiği suluboya resminden bakarak beğenmiş ve onaylamıştır.
Ayrıca, binada Türk motiflerinin kullanılmasını istemiş ve yalnızca Türk işçilerinin çalıştırılmasını emretmiştir. Türk taş ustalarının önemli bir kısmı Kurtuluş Savaşı’nda cephede şehit düştüğünden Mimar Koyunoğlu mezar taşı ustalarını toplayarak Marmara adasından binbir güçlükle getirttiği mermerler ile binanın inşaatını tamamlamıştır.
Abdülhak Hâmid’in Maçka Palas’ta oturduğu dairenin satılması ve popüler bir restoran işletmecisine geçmesi, tartışmaları gene alevlendirdi.
Apartmanın dışında bir plaket vardı, umarım ona dokunmamışlardır.
Şair o evde birçok konuğu kabul etmişti, en çok hatırlananı da Nâzım Hikmet’in onu ziyaretiydi. Eşi Lüsyen Hanım’la birlikte birçok edebiyatçıyı o evde ağırlamışlardı.
O katı ‘Gazup Bir Şair’ şiirinde yazmıştı Hâmid:
*
“Sanmayın yer altında bir bodrum,
açmışım gökyüzünde bir uçurum,
ki derûnunda ben varım ancak!
“Ud sanatçısı ve Kocaeli Üniversitesi öğretim üyesi Enver Mete Aslan’ın ud, İstanbul lavtası ve şehrud icrasıyla hazırlanan ‘Tel Boyunca’ albümü Anadolu’da yaşamış pek çok müzik kültürüne ev sahipliği yapmaktadır. Anadolu topraklarında yaşamış ve yaşayan seslerin bir araya geldiği albüm, Enver Mete Aslan’ın besteleri ile Türk müziği tarihinde önemli konuma sahip bestecilerin eserlerinin bir araya gelmesinden oluşuyor. Bestelerde mehter müziğinden çeşitli dini ve etnik müziklere, peşrevden saz semaisine pek çok örnek ‘ud ve ailesi’ ile kaydedilmiştir. Bu aileye misafir olarak Derya Türkan, Furkan Bilgi, Ali Tüfekçi ve Serkan Mesut Halili de icraları ile müziğe katkıda bulunmaktadırlar. Müziklerin kayıt, miks ve mastering aşamalarında ise Stüdyo Trio çatısı altında Uğur Özcan ve Ferhat Uçar bulunmaktadır. Enver Mete Aslan, yurtiçi ve yurtdışında verdiği konserlerin yanı sıra yaptığı akademik çalışmalarla tanınıyor. Ud için yazdığı iki eğitim kitabı ve İstanbul Lavtası için yazmış olduğu metot kitabı bulunmaktadır.”
Gençliğimde Saadet Teyzem’den ud çalmayı öğrendim, nota okumayı da. Onu dinleyenler çift mızraptaki ustalığını överlerdi. Evmizdeki müzik toplantılarında çalardı, ben de daha sonra müziğe meraklı birçok arkadaşımla evimizin bahçesinde komşulara konserler verirdim. Bir arkadaşımız keman çalardı.
Ud öğrendikten sonra Türk müziğinin birçok notalarını Beyazıt’taki Şamlı İskender’den aldım, bestecilerle orada tanıştım. Ud çaldığım için rahmetli arkadaşım Aydın Emeç de bana bir Manol ud armağan etmişti. Bakımını da Onnik Usta’ya yaptırmıştım.
Birçok notayı da kemençe virtüözü Cüneyd Orhon bana verdi.
Unutulmaz anılarım arasında biri: İstanbul Radyosu’nun alt katındaki kantinde Fehmi Tokay’ın bir şarkısının icrasına benim de udumla katılmama müsaade etmişlerdi. Fehmi Tokay, güftesi Mehmet Gökkaya’ya ait ‘Terket beni artık sende vefa yok’ bestesinin nasıl okunması gerektiğini bize anlatıyordu.
Birlikte çaldığım üstadlar Hüsnü Anıl ve Cüneyd Orhon’du.
Barış Manço’nun ‘Dağlar’ kaydının kemençe solosunu da Cüneyd Orhon çalmıştı.
O besteyi de ilk kez aramızdan ayırdıkları
yi romancı Nermin Yıldırım’ın ‘Ev’ kitabı bu yıl Duygu Asena Ödülü’nü kazanmıştı. Yıldırım’a ödülünü aldığı Duygu Asena’yı sorduğumda özetle şöyle dedi: “Kadınlarla ilgili sorunların yazılmasında, yaygınlaşmasında önümüzü açtı.”
‘Ev’, uzun bir yolculuğun romanı...
Tanıtımından: “Nermin Yıldırım bizleri uzun bir yürüyüşe çıkararak, kendini evinde hissedemeyenlerin, evinden zorlu koparılanların, kaçmak zorunda kalanların, hiçbir yere sığınamayanların dünyasına ortak ediyor.”
Romanın ilk cümlesi: “Gece uzun sürdü.” İlk cümlenin çağrışımıyla geceye dair satırlar, dizeler zihnimde canlandı. Elbette başta Bilge Karasu’nun ‘Gece’si...
Sait Faik Abasıyanık’ın, ağaçlar arasında birden yazmaya başlamasını düşünüyorum. İyi yazarlar çoğunlukla birbirlerini anımsatırlar.
YALNIZLIK BİR TERCİHTİR
“Eve dönmek istemeyen beş yaşındaki halimi düşününce bir yumru yerleşti içime. İnsanın dönebileceği bir yeri olmamasının anlamını bilmiyordu henüz o sersem çocuk. Ya da bal gibi biliyordu da tam bu yüzden, orayı yitireceğini sezdiğinden dönmek istemiyordu.”
Uzun yürüyüşte elbet geri dönmeler vardır, çünkü hayatın o evresinin başı, simge olayları, adları vardır.
Açılış gününü hâlâ anımsıyorum, bir ekiple açılışa gitmiş, orada da bir gece kalmıştım.
Baksı Müzesi, yalnız bulunduğu coğrafyadaki etkinliklerle yetinmedi. Başka kentlerden sergileri, sanatçıları da oraya getirdi, sergiler açtı, konserler düzenledi. Ayrıca orada yaşayanlara ekonomik kazançlar da sağladı. Hâlâ toplantılarına katılıyorum, etkinliklerini izliyorum, yazıyorum, duyuruyorum.
Şimdi de yeni çalışmalarla ilgili yazıyı size aktaracağım:
Tohumları 20 yıl önce atılan ve 2010’da kapılarını ziyarete açan Baksı Müzesi, iki yeni sergiyi sanatseverlerle buluşturuyor. ‘Kıraçta Heykel’ sergisi Baksı tepesini heykellerle kuşatıyor. Farklı kuşaklardan dokuz sanatçının açık havaya yerleşen yapıtları bundan böyle tepeden Çoruh nehrini seyredecekler, Baksı’nın doğası ve öyküsüyle bütünleşecekler.
İkinci sergi ise geçtiğimiz yıl ilk kez verilen ‘Anadolu Ödülleri’ne değer bulunan projeleri bir araya getirmeyi ve tanıtmayı amaçlıyor. Bu sergi, Anadolu’dan ilham alan ve ona değer katan çalışmalara topluca bir bakış olanağı sağlıyor, sivil topluma ve yerel yönetimlere yeni öneriler sunuyor.
Sanatın ve doğanın birlikteliğine övgü niteliğindeki ‘Kıraçta Heykel’ sergisi, izleyiciyi mekânsal sınırların dışına çıkarıp doğayla buluştururken, heykellerin rehberlik ettiği şiirsel bir yolculuk vadediyor.
Baksı Müzesi’nin yer aldığı kıraç sırttan Çoruh nehrini seyreden bu sanat yapıtları, içine yerleştikleri coğrafyayla yeni anlamlar kazanırken, kadim uygarlıklara ev sahipliği yapmış bu mekâna da taze bir bakış getiriyor.
Ferhan Şensoy’un oyunlarını da seyrettim, kitaplarını da okudum.
Elbette onu sahnede görenlerin belleklerinde unutulmaz görüntüler yaşayacak ama adını sürdürecek olan kitaplarıdır.
Yıllar önce yayımlanan ‘FerhAntoloji’ üzerine yazımdan bir bölümü aktaracağım:
“Sıkılmadan, mizahın zeki kıyılarına vurmuş şiir ve düzyazı örnekleri.”
Haldun Taner, onun ‘Kazancı Yokuşu’ kitabı için bakın ne yazmış:
“Yazgıdaşları imişçesine yansıttığı Kazancı Yokuşu’nun insancıklarını da bu külfetsiz anlatısı içinde bizlere sevdiriyor. Bu insancıklar nasıl ezildiklerinin tortusunu günlük yaşam sevinci içinde unutuyorlarsa, yazar da sanki onlardan biriymiş gibi toplumsal ukalalıklardan, yazarca bilgiçliklere yeltenmeden anlatısının tadını çıkara çıkara onlara ayna tutuyor.”
Kitaplarından bir alıntı:
“Baba Tahir emretti günlük tutun mollalar!”
Sanatçının yaşamını, sanatındaki evrelerini de titiz bir araştırmacı olan Serhan Yedig kitaplaştırdı.
Bu tür kitapların hazırlanmasının güçlüğünü bilirim, okuduğumda verilen emeğin derecesini hemen teslim ettim.
Biyografi kitaplarının ayrıntılı olanı bize bir kişinin ekseninde dönemin siyasal, toplumsal özelliklerini de yansıtır, böylece bir sanatçının yetişme ortamının köşe taşlarını da öğrenir, değerlendirmemizde onları da yorumlarımıza katarız.
Kitabın alt başlığı:
‘Piyano Çalmak Güzelliklerde Yaşamaktır’
Kitabın başında ödül töreni fotoğrafı ve SCA Müzik Vakfı Başkanı Ali Başman’ın konuşması var.
Ödül gerekçesini de bu konuşmadan öğreniyoruz: