“Sofra kültürü ve yemek tarifleri çok küçük yaşlarımdan itibaren en sevdiğim konular arasındadır. Bu nedenle mutfakla ilgili her şeyi yakından ve büyük bir hazla takip ederim. Seyahatlerimde mutlaka yerel tatların servis edildiği lokantalara gider, beğendiğim tarifleri not alırım.”
Kitap kahvaltı ile başlıyor, sonra da diğer tarifler sıralanıyor. Bilinen yemekleri yapmanın dışında yeni yemekler arayanlar için bu kitap yararlı bir kaynak.
Tarifler:
Kahvaltı
Çorbalar
Salatalar
Başlangıçlar
Günlük gazeteye yalnız siyasetin değil sanatın, yaşamın da sızmasını sağlardı.
Onun ardından en güzel vefa örneği, unutmadığımızın göstergesi kitaplarını okumak olacaktır. Onları hatırlatmak istiyorum.
BÂBIÂLİNİN ÖTEKİ YÜZÜ
Her gün gazetenizi alıp okumaya başladığınızda, ardındaki yoğun çalışmaları, gerilim içindeki günlük yaşamı düşünmezsiniz. Tufan Türenç işin mutfağına sokuyor okurunu.
Ünlü adların serüvenleri, davranışları, yaşamın temposunda dostluklar, eleştiriler...
Saint Benoit’nın Çanları
Üzerine yazacağım kitap, kütüphanenizde kuşaktan kuşağa kalacak bir müzik tarihi.
“Besteciler, Yaşamları ve Eserleri”
Ön kapak fotoğrafı Wolfgang Amadeus Mozart (1756 – 1791).
Arka kapakta Maurice Ravel’in bir sözü:
“Bugüne kadar yaşadığım tek aşk ilişkisi müzikle oldu.”
Antonio Vivaldi, Clara Schumann, George Gershwin.
Birçok besteciyi dinliyoruz, müzik tarihindeki yerleri nedir, hangi besteleri tanınmıştır, öğreniyoruz.
James Naughtie
Ramazanda iftar sofralarının çeşitliliği hepimizin iştahını kabartır. O kadar çok yemek kitabı yayımlanıyor ki meraklısı kaynaklar arasında seçim zorluğu çekebilir.
Ayrıca son yıllarda birçok kent kendi mutfağını yaşadıkları farklı şehirlerde de tanıtıyor. Böylece “Eski ağza yeni taam” sözü doğrulanmış oluyor.
Peki, yemek kültürümüz neleri içeriyor? Değişik dönemlerde neler yendi? Hangi yemek kitapları bu konuda bilgimizi arttırıyor?
M.Sabri Koz’un hazırladığı ‘Geçmişten Günümüze Milli Yemek Kültürümüz’, meraklısı olmasak da evimizde bulunması tavsiye edilecek kitaplardan.
Sunuş’ta kitabın niteliğine dair notlar da var:
“İnsanın yiyecek ve yemekle ilişkisi var oluşuyla yaşıt. Bir şeyler ‘yeme’yi öğrenmek tabii bir şey olduğu kadar bunu ‘yemek’ düzeyine çıkarmak da insanın özel gayretleriyle ulaştığı bir sonuç, bir gelişme, bir yaşama biçimi, bir insan-coğrafya ilişkisi.
1980’lerde başlayan ve yaygınlaşan, yerel yemek yarışmaları, yemek konulu bilimsel toplantılar, kitaplar, makaleler, bildiriler büyük bir koleksiyon oluşmasına yol açtı.”
Yeni açılacak kütüphaneye benim adımı vereceklerini söyledi yetkililer.
Böyle onursal bir çağrıya Yemen’de olsam kuşun kanadına biner gelirdim, yürekten ‘Evet’ dedim.
Bazı günler insanın biyografisinde büyük harflerle yazılmalı, ben de böyle bir gün geçirdim.
Açılışa Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in geleceğini belirttiler, ben eski kuşaktan bir İstanbullu olarak, devletin ilgisi her zaman beni mutlu eder.
Okula girer girmez beni Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer ile İstanbul Valisi Ali Yerlikaya karşıladı. Elbette İstanbul Milli Eğitim Müdürü, okulun müdürü onlarla birlikteydi.
Bu tür ödüllendirmelerin yalnız alana değil, bu töreni seyredenlere de bir mesaj olduğu kanısındayım. Bir mesleğe, bir sevgiye, hele kitaba kendinizi adarsanız mutlaka sizi takdir eden, ödüllendiren bir kurum, o kurumu temsil edenler çıkar.
Hazırlıkları, düzenlemeyi gördükçe, yaşadıkça tören protokol açısından gerçekten çok başarılıydı diyebilirim. Böyle toplantılarda içerik kadar biçim de önemlidir, hatta zaman zaman öne geçer.
Sergilerine giderken her zaman bir yenilikle karşılaşacağımın coşkusunu yaşardım. Resminin arkasında bir dünya görüşünün varlığını hemen fark ederdiniz. Bıraktığı yerden devam eden sanatçılardan değildi; yeniliğini zirveye taşır, ondan sonra bir başka yeniliğin adımını atardı. İslimyeli gibi ressamlar, genç kuşak sanatçılarına değişimin önemini anımsatırdı.
İki işlevi bir arada yansıtmayı başardı. Hem dünden bugüne gelen çizgiyi hem de yarına uzantısını.
Dolmabahçe Kültür Merkezi’ndeki sergiden bir çalışmayı yazarsam onun hakkında izleyiciye bir ipucu veririm.
Balkan Naci İslimyeli’nin tarihi çeşmeden çıkan pvc boruları sergi mekânını dolana dolana bir bardağı dolduruyor.
Onun ‘Gizli İşler’ sergisini de gezmiştim.
İslimyeli sergi için şöyle demişti:
“Bu sergide benim hakkımda yazmak isteyen eleştirmenler için epey ipucu var.”
Evin Galerisi’ndeki Nuri İyem Resim Yarışması’nda da karşılaşırdım.
Yeni LP’sinin adı ‘Sevdiklerim’ (Akustik).
Bir sunuş yazısı var:
“Sevdiğim sanatçı dostlarımın ‘Sevdiğim’ şarkılarından oluşturduğum bir seçkiyi ‘Sevdiklerim’ adıyla bu albümde topladım.
Sekiz unutulmaz şarkıya, özgün düzenlemelerine sadık kalarak, duygularımı ve yorumlarımı kattım.
Değerli piyanist ve aranjör Firuz İsmailov’un akustik bir sound’la yönettiği ‘Erol Evgin Orkestrası’ ile birlikte çalıp söyledik.
Bu kıymetli eserleri yaratan; başta sevgili dostum
Bazı kitaplar sanki bir hatırlatma belgesidir... Adeta geçmişten anımsamak istediklerinizle unutmak istedikleriniz aynı kap içinde size sunulur. Bir ithaf bile bu durumu tetikler.
Zeynep Miraç, iyi bir tiyatro eleştirmeni, iyi bir çevirmen olan Seçkin Selvi üzerine yazdığı ‘Seçkin-Ödünsüz Bir Yaşam’ kitabını bakın bana nasıl imzalamış: “Değerli Doğan Bey, bu kitap sizde kim bilir hangi anıları canlandıracak... Umarım seversiniz.”
Bu yazıyı okuduğumda hüzünlü bir sevinç duydum. Onun hakkında bir kitap yayımlanmasına çok sevindim, yaşadıklarına da onulmaz bir acı duydum. Yaşamının yazılacak yanı, onun bütün olumsuzluklar içinde direnmesi, çalışması, her şeye rağmen dimdik ayakta durmaktan, üretmekten, yaşamdan zevk almaktan vazgeçmeyen korkusuz bir kadın olmasından geliyor. Kitabın arka kapağını okusanız ona hayranlık duyarsınız.
Kimi insanların yaşamını okumadan, siyasal tarihimizi de, toplumsal engebelerimizi de eksik değerlendiririz. Seçkin’in tanıklıklarında, aydınlığa kavuşmayan birçok olay vardır. 1940’larda Neşet Naci Arzan öldürüldü, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan da intihar etti. Türkiye ‘Amerikan Rüyası’nı görürken babası onu Üsküdar Amerikan Kız Koleji’ne gönderdi. O sıralarda Truman Doktrini açıklanmıştı. İyi edebiyat öğretmenlerinden ders almıştı. Edebiyat matinelerine gider, Özdemir Asaf’ı, Haldun Taner’i, Sait Faik Abasıyanık’ı dinlerdi. Seçkin, şöyle tanımlar o dönemi: “Güzel günleri beklemiyorduk, güzel günlerin içindeydik.”
Tiyatronun kapısından ilk kez girdiğinde 8 yaşında olan Seçkin’in seyrettiği ilk oyun, Küçük Tiyatro’nun açılışını yapan, Ahmet Kutsi Tecer’in ‘Köşebaşı’ adlı yapıtıydı: “Beni tiyatroya da çeviriye de bulaştıran Güner’dir (Sümer). Bulaştıran diyorum çünkü her ikisinden de kurtulmuş değilim.”
Seçkin-Ödünsüz Bir Yaşam