Eğlence hayatımızı incelersek bize ait birçok unsuru ortaya çıkarırız. Her dönemde, her siyasal aşamada özelliklerinin değiştiğini görürüz.
Büyük kentlerden Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar her yerde eğlencenin çeşidi bize başka tarihler, sosyoloji incelemeleri için ipuçları verir.
Televizyonun yaygınlaşmasından önce nasıl eğlenirdik, gece evlerimizde vaktimizi nasıl geçirirdik? Nerelere giderdik? Değişik sınıflardaki insanlar nerede, nasıl eğlenirlerdi?
Çocukluktan gençliğime uzanan çizgide eğlencenin merkezi Beyoğlu’ydu. Sinema ve tiyatro oradaydı. Yazınsa gazinolar hariç eğlence yaşamı durgundu. Şimdiki gibi festivaller, konserler yoktu.
Günümüzde büyüyen İstanbul’un birçok semtindeki AVM’lerde sinemalar var. Tiyatrolar turneleriyle sadece İstanbul’da değil, Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde perde açıyor. Yazlık bölgelerde de sanat etkinlikleri yapılıyor.
Tarihi yerlerde operalar sahneleniyor, konserler veriliyor. Radyonun da eğlence tarihimizde önemli yeri vardı.
Özgün bilgiler
Gökhan Akçura’nın ‘Yıldızların Altında Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Eğlence Yaşamı’ kitabı o günleri yaşayanların yanı sıra bugünün genç okuru için de özgün bilgiler ve yorumlar içeriyor. İçindekiler listesini okuyun önce:
Yıllar önce dört arkadaş buluşur, sanat etkinliklerine gider, konuşurduk.
Dört arkadaştık; Demir Özlü, Önay Sözer, Sina Akşin ve ben.
Hukuk Fakültesi’nden sonra felsefeyi seçti, bu alanda uluslararası üne kavuştu.
Sanat eleştirisi üzerine çalışmalar yaptı.
‘Sanat: Görünendeki Görünmeyen’ kitabı üzerine yazmıştım.
Kitabında hangi adları değerlendiriyordu?
- Edmund Husserl
- Bin Kimura
Kitabın adı Necati Tosuner’in “Sen bir uçurum kadar tehlikelisin ve bir uçurum gibi bunun farkında değilsin” cümlesinden esinle konulmuş:
‘Nazlı Eray - Başımda Kum Fırtınası Kalbimde Şelale’
Faruk Şüyün gerçekten çok emek vermiş, bir solukta okudum.
Kitap için Faruk Şüyün ne diyor:
“Saatlerce, günlerce konuştuk. O anlattı, ben dinledim. Bazen sorular sordum, bazen yorum yaptım. Büyülü, renkli, sürprizlerle dolu dünyaların yazarının bana anlatacak o kadar çok şeyi vardı ki bu kitap hiç bitmeyebilirdi.”
Ben yazarın konuşmalarından bazı bölümleri seçtim:
“Hayatı daha düzgün yapabilecekken içimdeki kendi fırtınama göğüs gerdim.”
Her sanatçının, edebiyatçının bir ülkesi vardır. Pilevneli’nin de bize tanıttığı, unutulmaz fırça darbeleriyle ölümsüzleştirdiği ‘Fenerbahçe’ var.
Sergi salonuna girince, karşınızdaki büyük ebatta resim, onun bir tür tanıtım belgesi.
Sergiyi sergi kataloğunun yazarlarından sanat tarihçisi Ömer Faruk Şerifoğlu ile birlikte dolaştım.
Şöyle tanıttı sergiyi:
“Her malzemeyi büyük ustalıkla kullanan Pilevneli’nin eserlerine topluca baktığımızda, çocukluk yıllarından aşinası olduğu Bizans ikonlarının modern yorumlarından Bauhaus çizgisinde modern soyutlama, minimal kompozisyonlar ve üç boyutlu uygulamalara ancak nitelik ve nicelikte, kapsamlı bir birikim oluşturduğunu görürüz.
Fenerbahçe’nin sakız ağaçları, farklı mevsim ve saatlerde Tarihi Yarımada’nın karşı kıyıdan büyüleyici görüntüsü ve Çengelköy’de bir cami avlusundaki iri gövdeli çınarlar gibi İstanbul’un değişik semtlerinden görünümlerle kentin günden güne kaybolan güzelliklerini ölümsüzleştiriyor.
Pilevneli
1941’de İzmir’de doğan 2006’da İstanbul’da aramızdan ayrılan Berk’in TRT arşiv kayıtları, İnönü Vakfı’nın işbirliğiyle Lila Müzik tarafından ilk kez CD olarak yayınlandı ve dijital platformlarda dinleyicilerin ilgisine sunuldu.
Eşsiz yorumları ilk kez bir arada dinleyiciye ulaşıyor.
Büyük keman virtüözü Suna Kan onun için ne demişti?
“Sevin inanılmaz bir arpçıydı, büyük bir müzik kişiliği vardı. Bence onu dinleyemeyenlere yazık oldu... Sevin için güzelden keyif almak, güzel müzik dinlemek yetiyordu.
Hayattan, doğadan, güneşin batışından, ayın doğuşundan, kedilerini sevmekten bu kadar zevk alan birini görmek kolay değildir. Hem bir anne hem bir öğretmen hem de bir orkestracı olarak hayatından son derece memnundu. Hâlâ ‘keyif’ deyince aklıma Sevin’den başkası gelmiyor.”
Albümdeki ilk eser olan ‘Konser Aryası’, Lozan Antlaşması’nın 77. yıldönümü nedeniyle İnönü Vakfı tarafından İlhan Usmanbaş’a ısmarlanmıe Sevin Berk’e adanmıştı. Konser Aryası, Berk’in solistliğinde, Gürer Aykal’ın yönettiği TRT Ankara Oda Orkestrası tarafından seslendirildi.
CD’deki ikinci eser olan
Kuşakları anlatan kitapların benim için özel bir yeri vardır. Yalnız edebiyatı değil, dönemin yaşama biçimini, siyasal ve toplumsal ortamını da satır aralarından çıkarabilirim. Metin Celal’in ‘Bir Şiirdi Geçen Yıllar’ kitabında olduğu gibi...
Giriş niyetine okuduğum bölüm:
“Nasıl şiir, roman yazmanın yaşı varsa hatıra yazmanın da bir yaşı var. On yıl kadar önce, sohbetlerde anılardan söz ettiğimde dostlar sık sık ‘Bunları yazsana!’ derdi, ben de ‘Henüz erken’ diye karşılık verirdim. Geçen yıl birdenbire hatıralar kendini yazdırmaya başladı. Yani hatıralarımı yazayım diye oturmadım masaya, herhangi bir konuda yazmam gerektiğinde o konuyla ilgili anılar belleğimde canlanmaya başladı. ‘Eski günlerin özlemi!’ diye düşündüm. Bu bir yaşlanma belirtisidir... .
Yaşlanmanın ikinci belirtisi dostların ölümüdür. Her ölüm erkendir ama dostların, hele genç sayılabilecek yaşlardaki ölümler iyice erkendir.
Bizim kuşaktan, arkadaş çevremizden ilk ölüm sanırım Mehmet Müfit’in vefatıdır. Sonra arkası geldi. Enver Ercan, Mazhar Candan, Atıl Ant, Agâh Özgüç...
Çünkü hatırlamak aslında yeniden inşa etmektir. Farklı geçmişler inşa edebileceğimizin de farkındayım. Bu kitaptaki yazılar da benim geçmişi yeniden inşa etmem olarak kabul edilmeli.”
Ödül hangi dallarda veriliyor ve kimler kazandı:
Gazetecilik Ödülü / Murat Ağırel
Televizyon Ödülü /
Yeşim Karacaoğlu – Mehmet Akif Balıkçıoğlu
Belgesel / Şükran Pakkan
Karikatür Ödülü /
İ. Bülent Çelik
Edebiyat Ödülü /
‘Yirmi Yazar, Fotoğraf – Söyleşi’
İlk sayfada Özgünaydın’ın biyografisi var.
İlk üç yazının sıralanması:
Albüm Üzerine / Doğan Hızlan.
Lütfi Özgünaydın’ın Edebiyatçı Portreleri: İzler, Yansılar, Renkler / Feridun Andaç.
Yazarlar Projesi Nasıl Doğdu / Lütfi Özgünaydın.
Söyleşi ve fotoğrafları olan yazarlar: