Doğan Hızlan

Okurlar sınıfı geçti

9 Haziran 2020
Kitap konusu açıldığında hemen bir önyargı çıkar ortaya. Biz okumuyoruz. Oysa Türkiye Yayıncılar Birliği’nin istatistikleri bunu doğrulamıyor. Benim gözlemlediğim, genelde kitap okumayanlar bu sözü kullanırlar. Okumamanın gerekçesidir. Evde kalma günleri başlarken birçok yayıncı kitap satışları için karamsar bir ruh halindeydi. Oysa okur ilgisi bu görüşü yanılttı.

Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Kenan Kocatürk iyimser konuştu. Belki karantina öncesi kitap satışları biraz daha fazla olabilir. Ama çoğunluk online kitap alışverişini pek kullanmazdı. Genellikle benim gibilere zaten yayınevi gönderirdi, eksikleri de kitapçıları dolaşarak sağlardık.

Yayınevleri yekilileriyle yaptığım konuşmalarda, bazı izlenimler edindim. Eski kuşak yavaş yavaş interneti kullanıyor, genç kuşaklar ise bütün alışverişlerini online gerçekleştiriyorlar. Home office çalışmaya başlamanın da bu ısmarlama yöntemini öne çıkardığı gerçeğini söyleyenler var.

Hiç kuşkusuz yalnız yeni kitaplar değil, sahafların da bugünlerde satış açısından görüşleri olumlu.

Turkuaz Sahaf’ın sahibi Emin Nedret İşli, bu dönemi ve sahafları şöyle anlatıyor:

“Sahaflık adına söyleyebiliriz ki son iki ayda herhalde bu pandeminin etkisiyle internet satışları oldukça artmış durumda.

Sahaflardan yaşlı genç pek çok esnaf bu işe entegre olmaya başladı bile.

Tabii ki bu işe daha kolay ayak uyduracak olan genç nesle mensup olanlar.

Örneğin benim yerime Sahaf Turkuaz’ı yönetmeye talip oğlum

Yazının Devamını Oku

Caruso’yu dinlerken düşündüklerim

7 Haziran 2020
BBC Music’te Enrico Caruso’nun siyah-beyaz fotoğrafını görünce geçen hafta günlerce onu dinledim.

Dergide fotoğrafın altına bakın ne yazmışlardı:

“İtaliyan tenor nasıl müziğin birinci global yıldızı oldu”.

Onu hangi kaynaktan dinledim:

The Complete Caruso

Including

The Original Master Recordings

From The RCA Label Archives

Yazının Devamını Oku

Hasan Hüseyin’i unutmayalım

5 Haziran 2020
Anma yıldönümü yazıları beni çok mutlu eder. Bir yazarın, şairin, sanatçının yeniden gündeme getirilmesi onun okunmasını sağlar. Ancak bu yazılarda gördüğüm bir eksikliğe değineceğim.

Ondan alıntılar konulur yazıya, fotoğrafla daha da dikkati çeker.

Ne var ki sözü edilen kişinin kitapları bu yazıların çoğunda yer almaz. Sanırım bu biraz da internetin yüzeyselliğine olan inancımızdan kaynaklanıyor.

Orhan Kemal’i yazarsanız, Nâzım Hikmet’le olan Bursa Hapishanesi’ndeki arkadaşlıkları söz konusu olduğunda, onun “Nâzım Hikmet’le 3.5 Yıl” kitabını anmak gerekir.

Tavsiye edeceğim bir başka kitap da Fikret Otyam’ın “Arkadaşım Orhan Kemal–Mektuplar”ı.

Orhan Kemal’i yakından tanıdım, İsmail CemErcan Arıklı’nın birlikte çıkardığı haftalık ABC gazetesinin hazırladığım edebiyat sayfasında ilk röportajı onunla yapmıştım. Edebiyat ile edebiyyat arasındaki farkı anlatmıştı. Bazı sabahları da Nuruosmaniye’deki Meserret Kahvesi’nde görür, konuşurdum.

Meserret’in önünden birçok edebiyatçı geçerdi, Edip Cansever de oradan dükkânına giderdi.

Edip Cansever’

Yazının Devamını Oku

Felsefeyi hayata dahil eden düşünür: Oruç Aruoba

4 Haziran 2020
Bir okur/yazar olarak bir kitabı elime aldığımda klasik bir sorunun yanıtını ararım, ikna edici bir gerekçe bulduğumda okurum ve okuturum.

Bu gerekçeye uyan adların başında Oruç Aruoba geliyor.

Bir yazarın bütün kitaplarını okuduğunuzda şunu söyleyebilirseniz o size karşı görevini yapmıştır.

Aruoba, bizi felsefenin soyut labirentlerinde dolaştırırken rehberlik yaptı.

O, felsefeyi, şiiri, günlük yaşamı yazmanın ustalık bileşkesinde buluşturdu. Çünkü o türleri de özümsemişti. Albert Camus’nün bir sözü yazınsal gerçeği simgeler:

“Anlatamıyorum demek anlayamadım demenin eşanlamlısıdır”.

Bildiklerinizi, okuduklarınızı hayatın içine yediremezseniz, etki gücü yitip gider.

Cesare Pavese’nin “Il Mestiere di Vivere”* kitabını çok severim, Cevat Çapan dilimize Yaşama Uğraşı olarak çevirdi.

Yaşamanın hem sanat hem zanaat olduğunu düşünürsek, bazı kitaplarından bu anlamı da çıkarmak mümkün.

Yazının Devamını Oku

Ruşen Güneş’in ardından

2 Haziran 2020
Değerli sanatçı Ruşen Güneş de aramızdan ayrıldı.

Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) ve Londra Filarmoni Orkestrası’nın viyola sanatçısı olarak görev yapan viyola virtüözü Ruşen Güneş, (1940–2020) Londra’da 80 yaşında vefat etti. İngiltere’de yaşayan ve bir süredir kanser tedavisi gören Güneş, Londra Filarmoni ile BBC Senfoni orkestralarında viyola grup şefliği yapıyordu. Türk bestecilerin dünyaya tanıtılmasına öncülük eden sanatçıların başında geliyordu. CSO’nun ilk solo viyola sanatçısı Güneş, 1998’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca devlet sanatçılığı unvanına layık görülmüştü. 1971 yılında İngiltere’ye taşınan sanatçı, İngiliz Oda Orkestrası’nda 4 yıl solo viyola çaldı, 1979–1987 yılları arasında Londra Filarmoni Orkestrası’nda, 1988-2000 yılları arasında da BBCSO’da sanatını sürdürdü.

Başta Adnan Saygun’un viyola konçertosu olmak üzere Türk bestecilerin eserlerini seslendirmişti. 2014 yılında da Sevda-Cenap And Vakfı Onur Ödülü Altın Madalyası’nı kazanmıştı. Orhan Ahıskalı da sanatçıyla ilgili ‘Viyola Düştü Yola’ adlı bir kitap hazırlamıştı. Albümün başında Şefik Kahramankaptan’ın bir sunumu yer alıyor. Güneş, Orhan Veli’nin şiirleri üzerine besteleriyle özel dinletiler de düzenliyor. Usta bir icracının bir enstrümana müstakil iyi besteleri çalması, müzikseverler için önemli bir çalışma. Ayrıca her zaman dediğim gibi, iyi bir Türk solisti mutlaka kendi ülkesinin bestelerini de çalmalı. Tek bir enstrümanın tınısı, bir dinleyici olarak beni bütün günlük telaşlardan arındırıyor. Bestecinin bir başka yönünü de tanıyorsunuz...

MİLLİ KÜTÜPHANE KORUNACAK

BEŞTEPE’de kütüphane açıldığında birçok okurum bana şu soruyu yönetmişti: Milli Kütüphane ne olacak?

Milli Kütüphane’den hepimizin çalışma, araştırma süreçlerinde yararlanmışızdır.

Ben İstanbul’da yaşamama rağmen arşivi benim için bir kaynak niteliği taşımıştır.

Sık sık andığım gibi, hâlâ onun üyesiyim.

Yazının Devamını Oku

ABD’de bir Türk kadın orkestra şefi

31 Mayıs 2020
Andante dergisinin (Haziran 2020) yeni sayısında müzikseverlerin ilgileneceği bir yazı var:

Ahmet Makal, doktora eğitimini ve şeflik kariyerini ABD’de sürdüren Nisan Ak’la bir röportaj yapmış. Ak, eğitimi, kariyeri ve kadın şef olmanın zorluklarını anlatıyor.

Bütün dünyada kadın şefler artıyor ama eline baget almanın zorluğunu çoğu yaşadı.

Bakın Ak hangi saptamalarda bulundu:

“Kadın şeflerin görünürlüğü benim için çok önemli. Ben genç bir şef olarak sürekli biçimde deneyimli şeflerden ilham alıyorum, anlamaya, onları analiz etmeye çalışıyorum. Şeflikte görsellik çok önemli ama maalesef hâlâ ‘izlediğim’ şeflerin çoğu erkek. Çünkü kadınlar müzik klibi diyebileceğimiz prodüksiyonlar yapmıyorlar. Denk geldiğim zaman seviniyorum. Artık bir kadının kendi Beethoven toplu senfoniler dizisini YouTube’a koyma vakti gelmedi mi sizce de?! Uzun lafın kısası, hâlâ görünürlüğü olan, prodüksiyonu olan kadın şef az. O yüzden benim hiç bir kadın şefi beğenmeme lüksüm yok. Her birinden birçok şey öğreniyorum.

Benim bir orkestraya çağrılmam için zaten o orkestranın cinsiyetçilikle olan imtihanını geçmiş olması gerekiyor. Şeflikte cinsiyet garip bir şey. Podyuma çıkana kadar cinsiyetim var, podyumdayken yok. Podyumdayken diğer her şey önemli. Ama indiğim anda başlıyoruz tekrar kadın şef olmaya. Cinsiyetçilik illegal. Kimse benim yüzüme gelip sen kadınsın diye senden direktif almıyorum diyemez. Bunu belki eskiden söyleyebilirlerdi ama şimdi işlerinden olurlar. Ancak cinsiyetçilik artık daha farklı daha psikolojik boyutlarda oluyor. Ve çoğu zaman kapalı kapılar ardında benim bilemeyeceğim durumlarda oluyor. Ancak işin hikâye kısmına gelirsek, tabii ki benim hayatımda da maalesef çok akıl zorlayan durumlar oldu. Yüzüme ‘Kadınlar doğası gereği şef olamaz’ tarzı cümleler söylendi. Gençtim, hatta çocuktum, cevap veremedim. En azından şevkimi kırmamış. Eminim sadece bu cümle bile birçok kadının bu işi hayal etmesine engel olabilir.”

Ak, başarılı örnekler verdi.

Dünyada her zaman kadın şefler konusu gündeme gelir, yıllar önce saygın bir dergide onların adı verilmişti:

Yazının da başlığı: “Yaşa kadın şef!”ti.

Yazının Devamını Oku

İş Sanat’ta edebiyat günleri

30 Mayıs 2020
Uzun yıllardır edebiyatımızın usta isimlerinin şiir ve hikâyelerini izleyicilerle buluşturan İş Sanat’ta çevrimiçi ‘Edebiyat Günleri’ bugün başlıyor. Üç gün sürecek etkinlikler İş Sanat’ın sosyal medya hesapları Instagram, YouTube, Facebook ve Twitter üzerinden izlenebilecek.

Günlerde kimler var?

Handan İnci

Doğan Hızlan

Cevat Çapan

Haydar Ergülen

Neler var?

Edebiyat Günleri’nde, önceki sezonlarda sahnelenen şiir ve hikâye dinletilerinin tam kayıtları, sanatçıların evde kaydettikleri özel performanslar ile Kibele Sanat Galerisi’nde 2015 yılında gerçekleşen “Biz Mektup Yazardık” başlıklı sergiden ayrıntıların yer alacağı çevrimiçi bir seçki.

3 gün boyunca tüm gün sürecek etkinlikler kapsamında, Darüşşafaka Cemiyeti ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları işbirliğiyle düzenlenen program şöyle:

Yazının Devamını Oku

İyimser bakmak

28 Mayıs 2020
Ünlü bir filozofun sözünü ilke edinmenin tam zamanı:

“Dehanın yüzde doksan dokuzu yaşama sevincidir” demişti. Yanılmıyorsam söz Joseph Joffre’a (1852–1931) aitti.

Tabii ki evde kaldığım, şikâyet de etmediğim için dehadan pay istediğimi sanmayın, şimdiye kadar akli melekelerimde bir bozulma yok.

Gerçi akşam güneş batarken içi sıkılanlar için rahmetli Prof. Dr. Metin Özek ‘deha manyaklı??? deyimini kullanm??t?.

Evden ??kamayanlar?n da bir muhabbet zinciri vard?r, evde kalarak iyi ğı’ deyimini kullanmıştı.

Evden çıkamayanların da bir muhabbet zinciri vardır, evde kalarak iyi çalıştığımızı,  yaratıcı yönümüzü ortaya çıkardığımızı anlatırız.

İki öğretim üyesi arkadaşımla telefonda görüştüm, iki kitap bitirmişler, bir tane arkadaşım önemli bir müzenin yapım çalışmalarında epeyce ilerlemiş.

Dört gün gene çalıştım, yazdım, dinledim.

Pencereden caddeye saat 24.00’ten sonra bakıyorum, trafik tıkanıyor. Bazı atıştırmalık yerlerinin önünde kuyruklar uzadıkça uzuyor.

Yazının Devamını Oku