Tiryakisi olduğum topluluklardan İncesaz’ın Mavi Kayık (3) albümündeki parçalar da çalışma odamın duvarlarına sindi.
Tanburi ve besteci Erol Sayan, 1936 yılında Kastamonu’nun Araç ilçesinde doğdu. Endüstri meslek lisesinden mezun oldu. 1961 yılında Ankara Radyosu’nun açtığı ‘Saz Sanatçısı’ sınavını kazandı.
Bestekâr İsmail Baha Sürelsan’ın uzun yıllar kendi evinde sürdürdüğü ‘Akademik Müzik’ çalışmalarına katıldı. Çeşitli korolar kurdu.
310 civarında bestesinden 156’sı TRT repertuvarında yer aldı.
2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü müzik alanında Erol Sayan’a verildi.
İki CD’lik albümünün adı bir bestesinden alınma, Şu Gönlümü Yaralayan Bu Bahtımı Karalayan (Sizden Biri), güftesi İlkan San’a ait.
Birinci CD’de 15 beste, ikinci CD’de 13 parça seslendirilmiş.
Orhan Pamuk’un, Nobel Edebiyat Ödülü aldığı törende yaptığı konuşmayı içeren kitabının başlığı ‘Babamın Bavulu’ydu.
◊ Heinrich Böll savaştan sonra yazdığı kitabın adını ‘Babasız Evler’ koymuştu.
◊ Bu konuda edebi belleğimizde canlanan ilk kitap İvan Sergeyeviç Turgenyev’in ‘Babalar ve Oğullar’dır. Kuşaklar arası kavganın tanınmış romanının kahramanı Arkadiy Petroviç yıllar sonra evine bambaşka biri olarak döner. Arkadaşı Bazarov onu etkilemiştir. Misafir olduğu evin toprak ağalığı düzenini eleştirir, aradaki uçurum büyür.
◊ Reşat Nuri Güntekin’in ‘Yaprak Dökümü’ de, değişimi temsil eden çocuklarıyla Ali Rıza Bey’in muhafazakâr ahlak anlayışının ekseninde bir ailenin parçalanmasını anlatır. Dizi olduğunda da çok beğenilmişti. Kuşaklar arası çatışmalar bugün de sürmekte, romanlara yansımaktadır.
Sevecen bir üslup
◊ Yusuf Atılgan, ‘Aylak Adam’da bir ikilemi sergilemektedir. Babasının imkânlarıyla yaşamakta ama bir yandan da onun yaptıklarını hafızasından atamamaktadır. Onun çocukluğunda bıraktığı iz silinmemektedir. Babası nasıl bir adamdır? Kaba, saldırgan, kadın düşkünü...
◊ Oğuz Atay’ın ‘Korkuyu Beklerken’ kitabında yer alan ‘Babama Mektup’ da baba kavramını değerlendiriş olarak yorumlanabilir.
Mezarı İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından onarıldı. Anmaya İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da katılacak.
Çağrıdaki yazıdan bir alıntı:
“Ülkenin siyasi tarihi içinde ilerici aydınların çilesinin timsali olmuş şair Dinamo, ‘Kutsal İsyan’ ve ‘Kutsal Barış’ adlı destansı romanlarıyla da ülkenin kurtuluş ve kuruluş yıllarını anlatmıştır. Bir şiirinde, kısa biyografisini bakın nasıl anlatır:
Ben, o günlerin çocuğuyum işte
Ben yaralı Hasan,
Geçtim semender gibi
Ateş ormanlarının arasından,
Alanım dışında bir kitap olduğunun da altını çizmiştim.
Okurum Sabri Çiğdem’den bir e-posta aldım.
Okurlarımla paylaşmak istedim:
“Sayın Hızlan,
Bugünkü köşe yazınızda, Nuri Aksel’in size gönderdiği ‘Fluid Mechanics’ isimli kitaptan bahsetmişsiniz. Ben ‘Akışkanlar Mekaniği/Fluid Mechanics’ dersini, bundan 55 yıl önce Deniz Harp Okulu’nda öğrenci iken almıştım. 1969 yılında, Deniz Kuvvetlerimiz adına, Amerikan Deniz Kuvvetleri’nin Kaliforniya’daki üniversitesi olan U.S Naval Postgraduate School’a giderek oradan ‘Fluid Mechanics and Heat Transfer’ üzerine ‘master’ çalışması yaptım ve 1972 yılında, atandığım Deniz Harp Okulu öğretim üyeliğim esnasında, öğrencilere bu dersi verdim.
1974 yılında tüm Harp Okulları dört yıllık eğitime geçtikleri zaman, Deniz Harp Okulu Makina Mühendisliği Bölüm Başkanı olarak, hem bölümün kurucu başkanı oldum, hem de bu dersi vermeye devam ettim. Amerika’dan dönerken, okuduğum bütün derslerin kitaplarını getirdim ve 1990’lı yıllarda bütün bu kitapları Deniz Harp Okulu Kütüphanesi’ne bağışladım. Ayrıca, emekliliğim esnasında, 1993-2003 yılları arasında Koç Holding Eğitim Merkezinde eğitim uzmanı olarak görev yaptım ve bu esnada topladığım 250 kitabı da Deniz Harp Okulu Kütüphanesi’ne bağışladım.
Şimdi, artık 75 yaşındayım ve öğrencilerim aracılığıyla, Deniz Harp Okulu Kütüphanesi’ne kitap bağışı topluyorum.
Ben, hem bibliyofil, hem de bibliyomanım. Sizden istirhamım, eğer bu kitabın fotokopisini bana gönderme lütfunda bulunursanız, 55 yıllık özlemimi, kitabı inceleyip gerçekleştirdikten sonra, onu da Deniz Harp Okulu Kütüphanesi’ne bağışlayacağım. Yeni basılmış olan bu kitabın eğitime çok yararlı olacağını düşünüyorum.
Arayan kişi bana bir kitap göndereceklerini, kitaplığımda yer almasından mutlu olacaklarını söyledi.
Kitabın beni pek ilgilendirmeyeceğini ama yazarının bu kitabın kitaplığımda bulunmasını arzuladığını belirtince, nasıl bir kitap diye sordum. Cevap kısaydı, bir bilim kitabı.
Telefonu eden kişi bu isteğin sahibini açıkladı. Malik Aksel’in oğlu Nuri Aksel’in olduğunu söyleyince, teşekkür ederek konuşmayı noktaladık.
Bursa Kitap Fuarı’na gittiğimde Malik Aksel’in (1901–1987) diğer oğlu Murat Aksel’le görüşmüştüm. Babasının bütün resimlerini Bursa Büyükşehir Belediyesi Kent Müzesi’ne bağışlamıştı.
Malik Aksel, erkek öğretmen okulunda okudu, hocası ressam Şevket Dağ’dı.
İki kitabını anmalı, ‘Sanat ve Folklor’, ‘İstanbul’un Orta Yeri’.
Ahmet Muhip Dıranas onun resimlerini şöyle değerlendiriyor:
“Tablolarına en çok insan figürü koyanlardan biri.”
Bu çelişkiyi anlamış değilim. Aletleri satın alanlar, neyi çalacaklar. Teknolojinin müziğe sağladıkları yetersiz.
Eskiden AVM’deki kitapçılarda gerek Türk gerek CD-long play ve DVD bulunurdu. Çoğu mağaza bunları kaldırdı, dinleyenlere karşı kabul edemediğim bu anlayışı geri getirmek ancak devlet desteği ile gerçekleşecektir.
Kulaklıklarla, Bluetooth’la sürdürülmesine karşıyım.
Bir tek Tünel’de Lale Plak vardı, onun sahibi Hakan Atala da müzikten anladığı için, bir dinleyicinin çeşitli türlerdeki seçişine yardımcı olurdu. Devlet, Kültür ve Turizm Bakanlı?? ona bir mek?n bulmal?.
ğı ona bir mekân bulmalı.
Çoğu şeyi ben bir bütün halinde değerlendiririm. AVM’lerde kitapçılar, kırtasiye de satıyorlar. Gelin görün ki içi bittiğinde yedekleri bulamıyorsunuz.
Onlar da sattıkları müşterilerin yaz-at anlayışından olmadığını bilmeli.
Okuduğum müzik dergilerinde de birçok yeni long play ve CD çıktığını okuyorum, eleştiriler yayınlanıyor. Neden onları buradaki mağazalarda bulamıyorum.
Edebiyat tarihinin hiç eskimeyen bazı soruları vardır. Her dönemde sorulur, her kuşak cevap verir. Siyasal ve toplumsal değişimlerin doğrultusunda bunlardan yararlanabiliriz. Neymiş o soru? ‘Millî Bir Edebiyat Yaratabilir miyiz?’
Nusret Safa Coşkun’un (1915-1971) bu sorusunu 46 ünlü yazar yanıtlıyor. Yayına Şaban Özdemir hazırlamış.
Millî kelimesinin etkisini kaybetmeyen çekici bir yanı vardır. Dilde başlayan millileşme hareketinin seyrini takip ederseniz, bugünü daha iyi ve daha doğru anlayabilirsiniz. Edebiyat tarihini idrakinizde de size yardımcı olur.
Özdemir’in Sunuş’unda, benim de katıldığım Orhan Okay’ın bir saptaması var:
“Kronolojik bir düzen bahis konusu olmaksızın, hatta hiç şüphesiz kalabalık mensuplarından birkaçının bile ortak kararları olmaksızın, bütün bu siyasi-ideolojik-edebî akımların bu buhranlı yıllar sürecinde, çeşitli zamanlarda birbirine yaklaşarak, hedefi az çok belli fakat sınırları ve prensipleri fazla net olmayan bir bileşkede buluştukları hedef ‘millî edebiyat’tır.”
Her edebiyatçının gündeminde olan bu soruyu Şinasi Özdenoğlu da 26 edebiyatçıya sormuş, 1947’de kitap halinde yayımlanmıştır.
Söyleşilerdeki üslup kitaba bir roman/deneme lezzeti katmış
Sedat Ergin’in yazısının doğrultusunda kaleme almış.
Bazı otomobillerin fotoğrafını gördüm, ne Ertuğrul Özkök’ün ne Sedat Ergin’in ehliyeti yok. Onlara birer Bentley armağan etsem kapıda kalacak.
Ben çok az otomobil kullandım, kırk seneye yakın da direksiyon başına geçmedim.
Çok kısa mesafeleri aşmadım, Fatih–Taksim, Cağaloğlu–Taksim. Genellikle gezi amacıyla annemi, teyzelerimi alırdım, muavinliği de annem yapardı. Bana sağa dön derdi, dönerdim, sola dön derdi, dönerdim.
Bir gün muavinsiz araba kullanayım dedim, Cağaloğlu’ndan çıktım, Göztepe Sosyal Sigortalar Hastanesi’ne gitmeye kalkıştım. Binayı görüyorum ama birden ters yola girdiğimi fark ediyorum. Sora sora bir buçukta çıktığım yolun sonunda hastaneye altı buçukta vardım.
Yol bilmeyen dostlarımdan biri de rahmetli arkadaşım Turhan Selçuk’tu. Bir gün Cağaloğlu’ndan birlikte Yeşilköy Çınar Oteli’ndeki karikatürcülerin kokteyline gidiyoruz.
Florya’ya varıyoruz ama otele bir türlü ulaşamıyoruz, tahmin edeceğiniz gibi rehber de benim. Sonunda aynı köprünün atından birkaç kez geçtiğimizi fark ettik.
Büyük Rus yazarı