Paylaş
Dışişleri Bakanlığı, öyle bir atmosferde, 2008 yılının temmuz ayında, yurtdışındaki büyükelçilerini, misyon şeflerini Ankara’ya davet ederek Büyükelçiler Konferansı yapmıştı. Dünyanın değişik başkentlerindeki büyükelçiler ile misyon şefleri Ankara’da toplanmış, hükümet üyeleri ve kritik kurumların yöneticileriyle bir araya gelmişti.
Dünyanın Türkiye’ye bakışını, dünyada ortaya çıkan siyasi/ekonomik fırsatları ve riskleri anlamak, Ankara’nın dış politikasını buna göre şekillendirmek açısından önemli bir zemin ortaya çıkmıştı. Bu sayede o konferans ilk ve son olmadı ve gelenekselleşti.
Onuncusu 12 Ağustos gününden beri Ankara’da yapılıyor. 10. konferansın ilk günlerinde Rusya, Slovakya, Sudan dışişleri bakanları, Türk Hava Yolları Genel Müdürü İlker Aycı, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu gibi isimler konuşmuştu. Cumhurbaşkanı başdanışmanları Mehmet Uçum ve Yavuz Atar, bu yılki konferansa ismini veren “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” hakkında brifing vermişti. Dün ise ASELSAN gezisi ve siber güvenlik sunumunun yanı sıra Savunma Bakanı Hulusi Akar ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun konuşmaları vardı.
Bakan Akar ve komutanların olduğu oturum planlanandan uzun sürdü. Kadın büyükelçiler ile büyükelçi eşlerinin Cumhurbaşkanlığı’ndaki öğlen yemeği programı olmasaydı belki daha da uzayacaktı. Çünkü ABD ile yaşananlar, Irak’ta ve Suriye’de olup bitenler, İdlib’deki çatışmalar, terörle mücadele, ABD’nin İran konusundaki planları, İran’ın tavrı gibi kritik konular gündemdeydi.
Yemek arasında karşılaştığım diplomatların da, işinsanlarının da gündemi ABD ile kriz ve sonuçlarıydı. Herkes Amerikan Başkanı Donald Trump’ın izlediği akıldışı politikalardan yakınıyordu. Trump’ın sadece Türkiye’yi değil başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bütün dünyayı çıldırtan adımlarına dair onlarca örneği konuştuk. ABD’nin panzehirinin Avrupa Birliği olacağı konusunda hepimiz hemfikirdik ama geride bıraktığımız zaman içinde AB ile aramızdaki mesafenin hayli açıldığı da su götürmez bir gerçekti.
10 yıl önceki ve şimdiki sohbetlerimizi karşılaştırmak bile Türkiye’nin dış politikasındaki büyük değişimi anlamaya yetiyordu. Elbette Arap Baharı’nın çöküşü, Suriye iç savaşı gibi birçok olumsuz gelişme yaşanmıştı ama neticesinde Türkiye’nin dış politikasında “çözüm ve diyalog” odaklı pozitif gündem, yerini “restleşme” odaklı negatif gündeme bırakmıştı. AB üyelik sürecinde tarihin tozlu raflarına kaldırdığımızı sandığımız bazı temel insan hak ve özgürlükleri de yeniden diplomasi dosyamıza girmişti.
Büyükelçiler Konferansı’nın yapıldığı otelin önünde çok sayıda siyah cip vardı. Hepsi, konferans konuşmacılarının koruma ekiplerine aitti. O devasa araçların Amerikan menşeili olduğunu fark edince aklıma, sosyal medyada dolaşan “telefona ateş etme”, “balyozla telefon ezme” görüntüleri geldi. “Keşke sağduyulu bir ses çıkıp ‘Türk Lirası karşılığı ödendiğinden onlar artık milli servet, var olanları tepe tepe kullanın, yenisini almayın’ dese” dedim.
O eylemleri kimsenin tasvip etmediğini gördüm. Çok daha akılcı, adil adımlar atılabilirdi. Bakın sadece son bir haftada iki Yunan askeri, bir insan hakları savunucusu ve ODTÜ öğrencileri tahliye edilmişti. Peşi sıra Avrupa’dan gelen mesajlar yumuşamış, hatta desteğe dönüşmüştü.
CHP milletvekili Enis Berberoğlu ve Osman Kavala gibi, Avrupalı siyasetçilerin ve insan hakları savunucularının davalarını yakından takip ettiği isimler için de benzer kararlar çıkarsa AB ülkelerinin ABD karşısında Türkiye’ye verdiği destek de beklenmedik ölçüde artabilir.
Unutmayalım ki Avrupalılar da en az bizim kadar Trump mağduru oldular.
Paylaş