Paylaş
Bordeaux’da o adreslerden biri...
Bir kez daha iyi anladım ki; tarım uygulamalarında ekosistem ve çevre etkileri dünyanın en önemli gündem maddesi...
Ve çevresel sürdürülebilirlik de trend değil; geleceğin dünyasında en önemli zorunluluklardan biri...
Ali Başman Bordeaux deneyimini ve uygulamalarını anlattı.
Bence Türkiye’de tarım ve bağcılık modeline de örnek olabilir. O notları yazmamıştım.
Üretimde fıçı, şişeleme hatta traktörlerin bile kiralık olduğunu söyledi Başman ve devam etti.
“Evet fıçıları ihtiyacımıza göre yıllık kiralıyoruz. Bu bize esneklik sağlıyor. Bu işi yapan firma sayesinde istediğimiz fıçı tedarikçilerine orman, marka ve yine boyut, yanma derecelerine ulaşabiliyoruz. Kiraladıklarımız bizde 3-4 sene boyunca kalıyor. Bu nedenle her sene yeni fıçılar ilave edilirken eskiyen 3 yıllık fıçılar çıkartılıyor. Böylece ömrünü tamamlamış fıçıları elden çıkarmak da kolay oluyor. Bu kiralama konusu yasal bir konu ve örnek alınması gereken ayrıntılardan biri...”
Şişeleme için genellikle büyük kooperatifler dışında, bütün küçük üreticiler mobil hat kullanıyor. Üretici şişelerini ve mantarlarını ayarladıktan sonra mobil hat ile uygun tarihi netleştirip şişelemesini gerçekleştiriyor.
Fransa’da da personel bulmak hem zor, hem de prosedürler uzun… Deneyimli insanlar artık zor koşullarda tarım sektöründe çalışmak istemiyor ve yerine gelen adaylar daha az deneyimli ve yabancı uyruklu oluyor genellikle...
Başman anlatıyor; “Biz orada traktör şoförü bulmak için oldukça zorlandık. 2016 yılından beri 8 tane farklı traktör şoförü değiştirdik hatta bir ara Türkiye’den gönderilim diye düşündük. Özellikle traktör şoförlüğü Fransa’da yok olmaya başlayan bir meslek. İç bünyenizde bunu sağlayamadığınızda, dış hizmet alabiliyorsunuz. Çoğu bağ işçiliğini, dış hizmet sayesinde tamamlıyoruz. Kendi ekibimiz dışında bir de dışarıdan ekip başı olan ve yönettiği bir takım geçici işçi ile beraber, kış budamalarını, yeşil budamalarını, hasat ve gerektiğinde toprak işleme işlerini yapıyoruz.”
Türkiye’de de hasat dönemlerinde benzer sorunları çok sık duymaya başladım.
Belki de doğru ve başarılı olmuş modelleri kopyalayıp yapmak gerekiyor.
Strateji ve sürdürebilirlik
işleri kolaylaştırıyor
BİR şey daha dikkatimi çekti.
Bordeaux’da müthiş bir planlama ve denetim var.
Kimse kafasına göre bir şey ekmiyor, dikmiyor, hasat yapamıyor.
Her şeyin bir planlama ve strateji üzerine kurulu olduğunu çok iyi anlıyorsunuz.
Yine Kavaklıdere’den örnek vereyim.
Maison Kavaklıdere’ye ait olan iki farklı şatoda toplam 18 hektarlık bir alanda kurulu...
Castillon Côtes de Bordeaux apelasyonunda ortalama 200 üretici ve 2000 hektar bağ alanı var. Bu hesaba göre üretici başına ortalama 10 hektar düşüyor.
Küçük ve kaliteli üretim yapmak isteyen üreticilerin bağ alanları ortalama benzer büyüklükte olması isteniyor. Büyük marka üreticileri yani Castillon apelasyonu dışında başka apelasyonlarda da şarap üreten firmaların daha fazla bağ alanı olabiliyor.
Bir de Castillon Club’ü var.
Stéphane Derenoncourt ve Stephan von Neipperg liderliğinde kurulan kulüp şu an Castillon apelasyonda 19 selektif üyesi bulunuyor. Bu kulübün esas amacı Castillon apelasyonunu dünyaya tanıtmak ve bu bölgeden çıkan ürünlerin potansiyelini herkese anlatabilmek.
Stratejiniz olunca ve bunu sürdürebilir hale getirince işler daha kolay oluyor.
Futbolda gerginliğe değil
gülmeye ihtiyacımız var
OKSİJEN’de İlke Gürsoy’un Jose Mourinho’nun biyografisini yazan Robert Beasley ile yaptığı röportajı okudum.
Şöyle diyor Beasley; “En büyük becerisi takım kurmak ve bu sadece sahadan ibaret değil. Herkesi bir arada ister, Fenerbahçe’yi tabiri caizse ordusu yapar. Bir işkoliktir, güne rakiplerin videolarını izleyerek başlar. En büyük zaafı öfkesidir, sadakate karşı çok sadıktır. Onunla eğleneceksiniz.”
Evet; ben de spora ve futbola öyle bakıyorum.
Bir eğlence gibi...
Bu büyük endüstrinin getirdiği dezenformasyonu bir kenara bırakıyorum her seferinde...
Geçirdiğim birkaç saat benim için bir arınma ve daha çok da eğlence anlamına geliyor.
İşi taraftarlıktan fanatikliğe taşımak hem hoşuma gitmiyor, hem de işime gelmiyor.
İlke Gürsoy’un “’Bu forma artık benim derim kemiğim’ sözünde samimi midir?” sorusunu Robert Beasley şöyle yanıtlıyor; “Kesinlikle. Şu anda Türkçeyi sökmeye çalışıyorsa ve sezona girerken dilinizdeki bazı ifadeleri kullanmaya başlarsa şaşırmayın. Gittiği her yerde yerel kültürü yakından tanımaya gayret etti. Çevirmenle her şeyi halletmeye çalışanlardan değildir. Sezonun başlarında birkaç zekice cümleyle karşınıza çıkacağından eminim. Her zaman nasıl komiklik ya da yaramazlık yapacağını düşünür. ‘İnsanları nasıl güldürebilirim? Onların tepki vermesini nasıl sağlayabilirim? Kendi düşündüğüm şeyleri onların da düşünmesini nasıl başarabilirim?’ Zihni daima ‘Bu durumdan en iyi sonucu nasıl alırım?’ sorusuna cevap arar.”
Başarılı olur ya da olamaz; bilemem.
Ama sporda özellikle de futbolda gerginliğe değil biraz gülmeye ihtiyacımız var.
Paylaş