Paylaş
Sarp Kaan, “En İyi Çocuk Oyuncu” ödülünü almak için sahneye çıktığında, öyle bir şey söyledi ki, hepimizi derinden etkiledi.
“Bugün ilk hayalimi gerçekleştirdim. Şimdi bir hayalim daha var; savaşların bittiği, şiddetin olmadığı ve dostluk olduğu bir dünya diliyorum. Bazen sosyal medyada ve televizyonda üzgün çocuklar görüyorum, onların da mutlu olmasını çok istiyorum. Bu ödülü, Narin gibi hayalleri yarım kalmış tüm çocuklar için alıyorum.”
Bu sözleri duyunca, salonda bir an için nefesler tutuldu. Koca koca insanlar olarak, bu küçük çocuğun büyük hayali karşısında hepimiz duygulandık. Bir çocuğun masumiyeti, sadece kendi mutluluğunu değil, başkalarının mutluluğunu da düşünebilmesi, hepimize unutulmaz bir ders verdi.
Altın Kelebek’in tarihi başarılarla dolu. Yarım asırdır sahneye çıkan sanatçıların konuşmaları, teşekkürleri, anıları bu törende yer aldı. Ama bazı anlar var ki, tüm bunların ötesine geçiyor. Sarp Kaan’ın sözleri işte böyle bir andı.
Sadece yeteneğiyle değil, yüreğiyle de fark yarattı. Bu ödül onun için bir ilk, ama belli ki son değil. Şimdiden çok şey başarmış bir çocuk olarak sahnedeydi, ama konuşmasıyla büyüklere bile örnek oldu.
Sarp Kaan’ın “savaşların olmadığı bir dünya” dileği, aslında her çocuğun hayali. Ve bu hayal, hepimizin sorumluluğu. Çocukların üzülmediği, hayallerinin yarım kalmadığı bir dünya kurmak bizim elimizde.
Bu yıl Altın Kelebek sahnesinde bir kez daha gördük ki, başarı sadece ödüllerle ölçülmüyor. Bazen bir çocuk çıkar, sahnede birkaç cümle söyler ve herkesi düşündürür. Hepimize unuttuğumuz bir şeyi hatırlatır.
Hayaller saf, masum ve gerçek olmalı...
Sarp Kaan Altınçapa, yalnızca ödül konuşmasıyla değil, hayaliyle de geceye damgasını vurdu. Ve bizlere umut ettiğimiz bir geleceği tekrar hatırlattı.
Şiddetsiz, savaşsız ve dostluk dolu bir dünya... Ne dersiniz, bu hayali gerçekleştirmek için çalışmaya başlamanın zamanı gelmedi mi?
TARİHİN İRONİK ADALETİ
Şimdi Esad bir sığınmacı
Suriye’den gelen haber, bir devrin sona erdiğini gösteriyor. Beşar Esad rejimi düştü, Baas Partisi’nin 61 yıllık iktidarı son buldu. Esad, ailesiyle birlikte Moskova’ya sığınmış. İnsan sormadan edemiyor. Bir zamanlar milyonları yerinden eden bir lider, şimdi kendi vatanından kaçmak zorunda kalıyorsa, buna ne demeli? Tarihin adaleti mi, yoksa hayatın acımasız ironisi mi?
Esad’ın adı, sadece bir rejimi değil, aynı zamanda korkunç bir insanlık trajedisini de temsil ediyor. Yüz binlerce insan, onun otoriter yönetimi altında hayatını kaybetti. Şehirler yok oldu, hayatlar karardı. Ama belki de en acı tarafı, milyonlarca insanın, çocukların ve kadınların ülkelerinden koparılmasıydı. Bombalar sadece binaları değil, insanları da yıktı.
Şimdi Esad, tıpkı yerinden ettiği o insanlar gibi bir sığınmacı. Geride bıraktığı ülke, acının, gözyaşının ve yıkımın izlerini taşıyor.
Esad, iktidarı boyunca gücü hep kendinde gördü. İnsanların hayatlarını hiçe sayarak tahtını koruyabileceğini sandı. Ama unuttuğu bir şey vardı. Halkının kanı üzerine kurulan tahtlar er ya da geç yıkılır.
Bugün Beşar Esad’ın Moskova’da olduğunu öğreniyoruz. Belki de Suriye’den kaçmak zorunda kalan bir mülteciyle aynı duyguları yaşıyor.
Suriye’nin geleceği, halkının ellerinde yeniden şekillenecek. Belki zor olacak, belki uzun sürecek. Ama bu yıkımın ardından bir umut doğacak. Ve o umut, Esad gibi liderlerin yarattığı karanlığa karşı insanlığın cevabı olacak.
Bir ülke vicdanıyla da büyük olabilir
Dünyanın dört bir yanında sınırların sıkıca kapandığı, dikenli tellerin örüldüğü, insanların duvarlarla ayrıldığı bir Türkiye tüm dünyaya insanlık dersi verdi. Savaşın, yoksulluğun ve umutsuzluğun ağırlığı altında ezilen insanlara kucak açtı. Bu bir vicdanın, bir medeniyetin, bir kültürün göstergesiydi.
Türkiye, bu insanlara yalnızca sınırlarını değil, aynı zamanda kalbini de açtı. Bu, herhangi bir ülkenin kolay kolay yapabileceği bir şey değildi. Avrupa, sınırlara duvarlar örerken; Amerika, mülteci kotalarını tartışırken Türkiye, bu tartışmaları bir kenara bıraktı.
Elbette, milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapmak kolay bir iş değil. Türkiye, bu süreçte ekonomik ve sosyal zorluklarla karşılaştı. Bu dünyada eşi benzeri olmayan bir insani duruşun simgesiydi.
Türkiye’nin bu tutumu, aslında tüm dünyaya bir mesaj: İnsanlık, sınırların ötesindedir. İnsanların etnik kökeni, dini ya da milliyeti ne olursa olsun, zor durumda olan birine yardım etmek, her şeyin üstündedir. Türkiye’nin yaptığı tam da buydu. Bu süreçte elbette eksiklikler, sorunlar oldu. Ancak Türkiye’nin bu tavrı, bir ülkenin sadece ekonomik ya da askeri gücüyle değil, vicdanıyla da büyük olabileceğini gösterdi.
Tersine göç konutta normalleşmeyi sağlar mı?
Türkiye bu olağanüstü coğrafyada olağan dışı fiyat hareketleri yaşadı. Ukrayna Rusya savaşı, Ortadoğu’daki gelişmeler ve elbette Suriye’den gelen büyük göç akını konut fiyatlarını da artırdı. Belki bu tersine göç normalleşmeyi sağlayabilir. Ama ben bunun düşünüldüğü kadar hızlı ve etkili olacağını da düşünmüyorum. Çünkü Türkiye’nin dinamik nüfusu ve kentsel dönüşüm ihtiyacı yeni konutların yapılmasını zorunlu hale getiriyor. Bunun için de hem hızlı hareket etmek, hem de kaynak yaratmak zorundayız. O yüzden Suriyelilerin ülkelerine dönmesini beklemek yerine konut arzı ve kentsel dönüşüm için çok daha farklı çözümlere ihtiyaç olduğunu hatırlatmak isterim.
Paylaş