Forbes’in bir başka araştırması da yaşanabilir şehirler üzerine yapılmış.
Tabii ilk 10’da Türkiye’den herhangi bir şehir yok.
Dünya çapında 128 büyük şehir incelenmiş, her birine 100 üzerinden puanlar verilmiş.
Çalışma koşulları, şehirlerdeki mutluluk, cinsiyet eşitliği, ortalama çalışma saatleri, minimum yasal yıllık izin ve güneş ışığı saatleri gibi değişik parametreler de ankete dahil edilmiş.
Özellikle İskandinav ülkeleri olmak üzere Avrupa şehirleri, mükemmel ebeveyn izni politikaları, artan ücretli izin günleri ve esnek çalışma düzenlemeleri sayesinde listenin başında yer almış.
Partiler şimdi liste hazırlığında, birçok partide aday adaylığı başvuru süreleri bitti.
Kamuoyuna yansıyan isimlere baktım; tanıdık bildik isimler...
Her parti için bu geçerli...
Siyaseti biraz takip ediyorsanız zaten bu isimleri bir şekilde tanıyorsunuz.
Kimi il, ilçelerde görev yapmış; kimini meclis üyeliklerinden tanıyoruz. Kimilerini de siyasi kulislerden...
Normal mi; normal tabii...
Türkiye’de siyaset biraz da böyle yapılıyor.
Bu konuda İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin önemli çalışmaları var.
Her detayı yakından takip ediyorum.
Sünger şehir konseptini Profesör Kongjian Yu önermiş.
Yu, ekolojik bir şehir plancısı ve peyzaj mimarı... Aynı zamanda Pekin Üniversitesi’nde peyzaj mimarlığı profesörü ve Pekin’deki planlama ve tasarım ofisi Turenscape’in kurucusu.
Yu şöyle diyor; “Beton, çelik, borular ve pompalardan oluşan gri altyapı, acil bireysel sorunları çözmek için gerekli olabilse de, çok büyük miktarlarda beton ve enerji tüketir, dayanıklılıktan yoksundur ve genellikle daha yüksek bir felaket riski biriktirir. İnsan ve doğa arasındaki bağlantıyı koparır.”
İnovasyon, sürdürülebilirlik sadece kullandığımız ürünlerde değil artık yaşadığımız şehirler için de geçerli...
Şimdi, siyasetin o yoğun gündemine girmeden yazmak istedim. İklim kriziyle ilgili bazı radikal önlemleri almak zorundayız. Hepimiz farkındayız; bu sürecin başlangıcındayız. Ve hala yapabileceğimiz şeyler olduğunu düşünüyorum. Bilim; yaptığımız bazı yanlışların sonuçlarını şimdiden öngörebiliyor. O yüzden atılacak adımlar var. Hepimiz daha fazlasını yapabiliriz. Ve devletlerin de iyi örnekleri yaymasıyla dünyayı hep birlikte daha yaşanabilir hale getirebiliriz. İşte o örneklerden birini yazmak istedim.
Londra’dayken İngiliz medyası yoğun olarak bazı çevreci yasakları tartışıyordu. Örneğin yıl sonuna doğru tek kullanımlık plastiklere geniş kapsamlı yasaklar getiriliyor. İlk uygulamalar Ekim 2023’te yürürlüğe girecek, sonra kapsamı genişletilecek.
O günlerde Çevre Bakanı Therese Coffey yasakları duyurdu.
Yasak tek kullanımlık plastik tabakları, tepsileri, kaseleri, çatal bıçak takımlarını, balon çubuklarını ve belirli polistiren bardakları ve yiyecek kaplarını içeriyor.
Bunun için bir geçiş süreci belirlenmiş; işletmelerin yeni döneme geçiş için hazırlık yapması isteniyor.
Tahminlere göre İngiltere yılda 2.7 milyar tek kullanımlık çatal bıçak takımı ve 721 milyon tek kullanımlık tabak kullanıyor. Elbette çoğu plastik ve ancak yalnızca yüzde 10’u geri dönüştürülüyor. 2.7 milyar parça çatal bıçak dizilmiş olsaydı, dünyanın etrafını sekiz buçuk defadan fazla döneceği hesap ediliyor.
O yüzden bir haftalık oturumlar benim için de ufuk açıcıydı.
Sonuç bildirgesinde yer alan 211 maddenin 27’si şerhle, kalanı ise oy birliğiyle karar altına alınmış.
Bu toplantıyı da izledim.
Demokrasinin sevdiğim detayı da bu işte...
Temsil ettikleri grupların düşüncelerini sivil toplum liderleri açıkça söyleyebiliyor, katkı yapabiliyor ya da itirazı varsa şerhini ortaya koyuyor.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer de demokrasi vurgusu yaptı ve dedi ki...
Hiroyuki Unemori, yıkıcı depremler sonrasında neler yaptıklarını şöyle anlattı;
“Japonya’da her yıl 6’nın üzerinde 20 deprem oluyor. Bu anlamda şehir planlamasında bir sonraki aşamayı uyguladık. Bina standartları geliştirilerek, şehirler sonraki depremlere göre hazırlandı. Yeniden güçlendirme süreci farklı aşamalardan geçiyor. Önce geçici konut ve altyapıyı ortaya koyduk. Daha sonra yeniden yapılandırma sürecini tamamladık. Sonra toplum merkezleri gibi kamuya açık binalar yapıldı. Burada insanların bir araya gelebileceği yerleri nasıl yaptığımız da önemli...”
Biliyorum yıkıcı depremler hepimizde bir travma yarattı.
Sadece deprem bölgesinde değil, Türkiye’nin tamamında bu ruh halini hissediyorum.
Normale dönebilmemiz için dirençli kentler yaratmamız lazım.
Ama bunu bir an önce ve bilimsel altyapıyla gerçekleştirmeliyiz.
Hep söylüyorum.
Türkiye güçlü, birçok alanda da dünyayla rekabet edebilir bir ülke...
Ama kentleşmede iyi sınavlar veremedik.
Hepimiz daha iyi şehirlerde yaşamayı hak ediyoruz.
Dirençli kentler kavramını sürekli akıllarda tutalım.
Kentsel dönüşümü gerçek anlamda yerine getirelim.
Birçok uzmanla konuştum.
Paketin olumlu olduğunu ama desteklenmesi gerektiğini söylediler.
Neden böyle söylüyorlar.
Çünkü son yıkıcı depremden sonra kentsel dönüşme bakış çok değişti.
İnsanlar depremin bu travmatik etkisiyle oturdukları evlere, çalıştıkları yerlere daha dikkatli bakmaya başladılar.
Ama bu dönüşümün gerçekleşmesi için bence daha büyük ve somut desteklere ihtiyaç var.