İki yıl hayat durdu.
Bildiğimiz her şeyi sorgular olduk.
Evlerdeyken yakın çevremizi özledik, günlük hayatımızın bizi sıkan yanlarını bile özler olduk.
Alışkanlıklarımızda değişiklikler oldu, iş yapış biçimlerimiz değişti, gelecek planları yeniden şekillendi.
O günleri her birlikte yaşadık; sonrasında bütün dünyada hızlı bir açılma olsa da, geriye dönük sorgulamalar başladı.
Dünya medyasını yakından takip ediyorum.
Hepsi de Türk gastronomisinin en önemli adresleri oldu.
Bu markaların yaratıcısı Demirasal ailesiydi.
Kemal Demirasal, Türk mutfağını yeniden yorumlayan menüler hazırladı hep...
Mekanın merkezindeki, iyi yatırım yapıldığı hemen anlaşılan açık mutfak, kendilerinden emin bir şekilde çalışan birçok şef ve başka yerde göremeyeceğiniz sunumlarda hazırlanmış servis edilmeyi bekleyen yemekler...
Bu konseptin yayılmasında bu mekanların önemli bir katkısı oldu.
Birçok kişi için Alaçatı demek; Leyla Figen demekti.
Türkiye’nin bence gurur duyması gereken yerlerinden biri oldu Alaçatı...
Mimarisiyle, kendine özgü havasıyla, mekanlarıyla, o mekanlara hayat veren insanlarıyla fark yarattı.
Leyla hanım işte o isimlerden biriydi.
Harika işler yaptı; birçok kişiyi Alaçatılı yaptı, harika birkaç mekan yaptı, onları bütün Türkiye konuştu.
Çeşme’ye gelenler adres olarak oraları gösterdiler.
Ve bir gün sessizce aramızdan ayrılıp gitti.
Bazı isimler kulağıma geliyor.
Onları ilerleyen günlerde yazarım.
Şimdilik ön yoklamalar yapılıyor.
Kafasında aday adaylığı olan isimler partilerin etkili isimleriyle temastalar ve bazı konuşmalar yapılıyor.
Bunlar siyasetin doğal akşında olan şeyler...
Temaslar için uygun bir zaman ama adayların netleşmesi için tarih henüz çok erken...
Türkiye’de partiler hep hareketli günler yaşarlar ama eninde sonunda Yüksek Seçim Kurulu’nun takvimine uyulur.
Ben çok erken yaşlardan itibaren sivil toplum örgütlerinde görevler aldım.
Geçenlerde tek tek saydım; 30’a yakın derneğin, vakfın ya da meslek örgütünün üyesiyim.
Çoğunda aktif görevler alıp hakkını vermeye çalıştım.
Ama en çok da dediğim gibi gençlerimiz ve eğitim sözkonusu olduğunda insan kendini çok daha iyi hissediyor.
Son yıllarda da onlara ağırlık verdim.
Bu geçiş önümüzdeki yıllarda daha da hızlanacak.
Autopromotec’teki buluşma 16-18 Kasım tarihlerinde yapılacak, ben de hem fuara gideceğim hem de buradaki bazı konferansları takip edeceğim.
Öncesinde online bir buluşma gerçekleştirildi.
“Gelecek burada” başlığıyla yapılan buluşmanın en önemli konuklarından biri de Türkiye oldu.
Türkiye bu fuarda özel stantlarla temsil edilecek.
Avrupa’da otomotiv endüstrisinin kalbi sayılan Bologna’da yapılacak etkinlik, İtalya Ticaret Ajansı (ICE) ve İtalya Dışişleri Bakanlığı tarafından destekleniyor. Avrupa pazarında başka Türkiye olmak üzere Almanya, Fransa, İngiltere ve Kuzey Avrupa ülkelerinin yanı sıra ABD, Japonya, İsrail ve Güney Kore temsilcileri katılacak.
Konut Geliştiricileri ve Yatırımcıları Derneği (KONUTDER) Başkanı Ramadan Kumova diyor ki; “Kira sorununa kalıcı çözüm için ev sahipliği oranını artırmamız gerek. İlk adım konuta erişimi kolaylaştırmak. Özel sektör ve kamu işbirliği ile kredi faizleri yüzde 1’in altına düşürülebilir. Kredinin yanında konut fiyatının da ulaşılabilir olması gerekli. Üretim için de temel ihtiyaç arsa. Bugün arsa sahiplerinin beklentisi ile sosyal konut üretilemiyor. Kamu; arsa ofisini tekrar hayata geçirip ucuz arsa üreterek özel sektörle işbirliği yapabilir. Yapılacak konutların fiyatı ve kalitesi de TOKİ tarafından denetlenir. Daha uzun vadede ise finansal çeşitliliğin artırılması gerekli. Dünyada uygulanan modeller incelenmeli. Mesela; Avrupa’da belediyeler müteahhitlerden mülkler satın alarak ucuza kiraya veriyor, piyasa dengelenince de satıyor. Bunun yanında boş tutulan konutlardan ek vergi alan ülkeler de var.”
Her bir öneriye katılıyorum.
Son madde hariç...
Yani boş tutulan konutlara ev vergi getirilmesine...
Sektör temsilcilerinin de buna destek vereceğini zannetmiyorum.
Çünkü Türkiye’de konut bir yatırım aracı olarak görülüyor.
Bugüne kadar konuta, arsaya yatırım yapanlar da zarar etmedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan NATO zirvesi öncesi önemli bir konuşma yaptı ve dedi ki;
“50 yılı aşkın zamandır Avrupa Birliği kapısında bekletilen bir Türkiye var. Ve şu anda NATO üyesi ülkelerin hemen hemen tamamı AB üyesi. Türkiye’yi Avrupa Birliği kapısında 50 yılı aşkın zamandır bekleten bu ülkelere buradan sesleniyorum. Önce gelin Türkiye’nin Avrupa Birliği’nde önünü açın ondan, sonra biz de Finlandiya ile ilgili nasıl onun önünü açtıysak, İsveç’in de önünü açalım...”
Türkiye’nin bu süreçte eksikleri olabilir.
Ev ödevlerimizi tam yapamadığımız da söylenebilir.
Ve hatta demokrasimizde hatalarımız da olabilir.
Ama söyler misiniz; Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yaptığı yanlışlar yok mu?