Bu haberlerin piyasaladda nasıl bir etki yaratacağını dünden görmek çok kolay değildi açıkçası. Çünkü Çukurova Grubu’nun BDDK ile anlaşmaya yakın olduğu haberleri hatta anlaşma ile ilgili detaylar, ki bir çoğunun açıklanan anlaşmada yer aldığını görüyoruz, neredeyse bir aydır gazetelede yer alıyordu. Her haberle birlikte de başta Yapı Kredi Bankası olmak üzere Grubun halka açık iştiraklerinin hisse senedi fiyatının etkilendiğini görüyorduk. Keza Garanti Bankası’nda da anlaşmanın kilitlendiğini önce Metin Münir’in Financial Times’e yazdığı haberden öğrendik, sorunların ne olduğunu ise Erdal Sağlam Referans’ta yazdı.
Kısacası her iki haber de piyasaları haftalar öncesinden etkilemeye başlamış ve olası gelişmeler fiyatlar üzerinde etkili olmuştu. Bu tür haberlerin, özellikle de halka açık bankalarla ilgili haberlerin nasıl bir tepki ile karşılandığını gördüğümüz en iyi yer her zaman borsa olmuştur. Her ne kadar bu alandaki tepkiler akl-ı selim sınırlarını biraz aşsa da genel eğilimin ne olduğunu anlamamızı sağlıyor.
Bu bağlamda, Yapı Kredi Bankası hisse senetleri birinci seansta yüzde 7 civarında bir değer artışı yaşadı. Buna karşılık Garanti Bankası hisse senedinde çok küçük bir gerileme izledik. Yani piyasa haberleri doğru yorumlamış durumda. Çukurova anlaşması ile hem banka, hem de sektör çok önemli bir adım attı. Garanti-Intesa görüşmelerinin kesilmesi ise Garanti Bankası’na herhangi olmusuz bir etki yapmayacak. Yani bu iki önemli haber de kısa vadede pek fazla trendi değiştirmeyecek gibi görünüyor.
Piyasada ciddi bir TL sıkışıklığı yaşanıyor. Bankacılar “yatırım fonlarındaki 12 katrilyon liralık para da olmasa bankalar işlem yapacak likidite bulamaz” yorumunu yapıyor. Üstelik bu para sıkışıklığı neredeyse bir aydır piyasa üzerindeki etkisini koruyor.
İşte böyle bir ortamda Hazine iki hafta önce yaptığı ihalede 7.4 katrilyon liralık itfasına karşılık piyasadan 7.8 katrilyon lire çekerek zaten az olan parayı iyice kurutmuştu. Eğer bu ihalede de piyasadan fazla para çekmiş olsa TL iyice kıymete binecek, gecelik piyasada oranlar yükselecek ve kaçınılmaz olarak bu durum da bileşik faizin aşağı inmesinin önüne dikilecekti.
Uzmanlar Hazine’nin bu ihalede az borçlanarak piyasada para bırakacağını düşünüyor, daha doğrusu umuyordu ve nitekim bu umut gerçekleşti. İki ihalede toplam 3 katrilyon 654 trilyon liralık satış yapıldı. Hazine’nin yarınki geri ödemesi 5 katrilyon 470 trilyon lira seviyesinde. Bu rakama bakarak Hazine’nin itfasının %67’si oranında yeniden borçlandığını görüyoruz. Yani piyasada 1,8 katrilyon liralık bir likidite bıraktı.
Bu para bakalım nereye hareket edecek? Piyasa uzmanlarının genel beklentisi itfadan kalan paranın yeniden bono piyasasına yöneleceği yönünde. Uzun zamandır likidite sıkışıklığı nedeniyle hacimsiz hareket eden bono piyasası için 1.8 katrilyonunn yarısı bile faizlerde önemli bir düşüş olasılığı doğuruyor. Ama tabii ki bunun olup olmayacağını ancak yarın göreceğiz.
Eğer dönem itibariyle, artık gerekçe seçimler olabilir, Türkiye’den alınacak bir ihale olabilir, taraflardan biri Türkiye’nin üyeliği ile ilgili olumlu fikir beyan edip desteğini açıklamışsa diğeri hemen aksini yapıp Türkiye’nin AB üyeliğinin karşısındaki görüşlerini dile getirir.
Son dönem itibariyle AB’nin iyi polisi Almanya idi. Almanya Başbakanı SPD’li Schröeder ülkesindeki Türklerin oyunu almak için Türkiye’yi mavi boncuğa boğdu. Bunun karşısında ise Fransa yine benzer kaygılarla tam tersi bir tutum izleyip Türkiye’nin üyeliği karşısındaki olmusuz fikirleri dile getiren taraf oldu. Bu tavrın değişmeye başladığının ilk işaretlerini İstanbul’da yapılan NATO Zirvesi’nde aldık. Fransa Cumhurbaşkanı Chirac ABD’nin Türkiye ile igili açıklamalarına kızıp “Biz Meksika ile Amerika ilişkisinin biçimine karışmıyoruz, ABD de bizim Türkiye ile ilişkimize karışmasın” mealinde bir açıklama yaptı ama bir sonraki gün Türkiye’nin AB üyeliğinin geri dönüşsüz bir süreç olduğunu dile getirdi.
O zamana dek Türkiye’nin açık destekçisi olan Almanya ise sessizliğini nihayet bu haftasonu bozdu ve Türkiye’nin üyeliği ile ilgili desteğinde ayak sürümenin ilk işaretlerin vermeye başladı. Almanya Başbakanı Schröeder’in sözleri Türkiye tarafından pek memnuniyetle karşılanmadı. Hele de Türkiye’nin duymak bile istemediği şartlı üyeliği hatırlatan sözler iyice moral bozdu.
Uzun lafın kısası Almanya ve Fransa yeniden rolleri değişti...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bugün Fransa’ya gidiyor. Gezinin resmi gündemi bir yana Başbakan’ın asıl üzerinde duracağı nokta Chirac’tan İstanbul’da sergilediği yaklaşımı devam ettirmesi olacak. Uluslararası politika uzmanları Erdoğan’ın büyük olasılıkla Fransa’dan destek mesajları ile ayrılacağını gösteriyor.
Türkiye ekonomisi de sermaye ve para piyasaları da asli olarak AB ekseni üzerinde şekillenen beklentilerden besleniyor. Bu çerçevede Almanya’dan gelen olumsuz açıklamalara çok aldırış etmemeye çalışan piyasalar şimdi Fransa’nın müstakbel açıklamalarını satın almaya başlayacak gibi görünüyor.
Burada yatırımcıyı uyarmek gerekiyor. Özellikle de borsada Fransa’nın açıklamalarına paralel bir yukarı hareket başlayabilir. Bu hareketin herhangi bir dayanağı olmadığı yukarda da belirttiğimiz gibi ortada. Asıl önemli olan İlerleme Raporu’nun nasıl çıkacağı. AB beklentilerinin nasıl şekilleneceğini bu rapor ortaya koyacak. Onun dışındaki hareketler ise kısa vadeli ve spekülatif olmaya mecbur. Ama siz ben borsadaki keskin hareketleri yakalarım vaktim de param da buna uygun diyorsanız hazırlanın. Başbakan’ın ziyareti sırasındaki açıklamalar kısa vadeli bir yukarı hareketi başlatacak gibi görünüyor. Büyükler bu pilavı ısıtmaya başladı bile...
Çünkü dünkü kapanışlar itibariyle bakıldığında, Fenerbahçe yüzde 2.78 İnfo Yatırım Ortaklığı yüzde 5,14 Desa Deri yüzde 12 Burçelik Vana yüzde 26,76 Türk Traktör yüzde 29,23 Doğuş Oto yüzde 8,94 ve İndeks Bilgisayar yüzde 3,4 oranında değer yitirmiş durumda.
Yatırım Finansman Genel müdür Yamaç Berki ile bugün uzun sayılabilecek bir sohbet gerçekleştirdik. Yamaç Berki de yatırımcıların piyasaya güveninin azaldığı konusunda hemen hemen aynı fikirde. Ama sermaye piyasalarını yakından tanıyan bir isim olarak Berki’nin bu konuda önerileri var. Bugünkü yazımızı da o önerilere ayırdık. Berki şu tespitlerde ve önerilerde bulunuyor. SPK’nın da dikkatine sunarız:
-Halka arz piyasasında yatırımcı ilgisi geçmiş yıllara göre önemli ölçüde düşmüştür.
-Tıkanmanın giderilmesi için şirketler, aracı kurumlar, kurumsal yatırımcılar ile otoriteler arasında diyalog başlatılmalı
-Halka arzın önemli miktarını küçük bireysel yatırımcıya tahsis zorunluluğu getiren mevzuat arbitraj fırsatı yarattı
-Halka açılan şirketlerin fiyat performansı çok daha büyük arzların gerçekleşmesinin önünde engel olarak algılanıyor.
-Orta ve büyük montanlı arzlarda bireysel ve kurumsal tahsisler ile yurt içi ve yurt dışı tahsisler için mevzuatta esneklik gerek
-Halka arzın başarısı için, talep tarfında, yeni iç ve dış kurumsal yatırımcılar kazandırılmalı, sistemden para çıkışı olmamalı
Fakat bu bahar havası sizi yanıltmasın. Piyasalar güzel hayallere inanmayı sever demiştim. Ama kısa vadede hiç bir yerli yatırımcının heyecanlanmasını sağlayacak bir hayal maalesef yok. Bütün beklentiler Ekim ayı için randevulaşmış: AB’den müzakere takvimi ve IMF ile yeni anlaşmanın biçimi...
Oysa dışarda ABD kaynaklı endişeler devam ediyor. Öncelikle geçen haftadan bu yana petrol fiyatlarını bir hayli oynak hale getiren ABD stok verileri endişe yaratıyor. Rakam bu akşam açıklanacak ve eğer stoklarda azalma olduğu görülürse petrol fiyatının yeniden 40 dolara doğru hareket etmesi işten bile değil. Zaten uluslararası piyasaları izleyen analistler de böyle bir hareket beklentisi içinde. Ayrıca yarın ve öbürgün ABD enflasyon verileri açıklanacak. Eğer burada hafif de olsa beklentilerin üzerinde bir artış izlenirse o zaman da sıcak para yeniden ABD dolarına akacak. Çünkü bu veriler sonrası FED’in agresif bir faiz artışı yapacağı beklentisi pompalanmaya başlayacak. Eğer bu beklenti piyasalarda ağırlık kazanırsa nisan aynıda gördüğümüz gibi gelişmekte olan piyasalardan abd’ye doğru bir fon akışı başlayabilir.
Bu durumda da borsada yeni bir düşüş, faizlerde ve dövizde yeni bir yükseliş ile karşılaşabiliriz.
O yüzden önümüzdeki iki gün dünyadaki her yatırımcı gibi Türk yatırımcısı da ABD verilerini izlemek zorunda.
Bugünden itibaren resmin değişmeye başladığını görüyoruz. Bunu ateşleyen etken de önce petrol fiyalarında yaşanan gerileme oldu. Son üç gündür ABD stoklarının azaldığı endişesi ile Brent türü hampetrolün varil fiyatı 29 dolar sınırına kadar çıkmıştı. Ama bugün OPEC’in üretimi artıracağı “hatırlanınca” fiyatlar yeniden varil başına 35.5 dolar seviyesine kadar indi.
ABD Merkez Bankası’nın faiz artırımından sonra ülkenin ekonomik datalarını yakın izlemeye alan uluslararası analisler, FED’in bundan sonraki artırımlarının da agresif olmayacağı konusunda ikna olmuş gibi görünüyor. Bu da tüm dünyada nisan ve mayıs aylarında gördüğümüz dolara hücum eğiliminin yavaş yavaş tersine dönmesine neden oldu. Dolardan çözülen para gelişmekte olan ülke eurobondlarına aktı ve bu pazarın önemli aktörlerinden biri Türkiye’in eurobondarı da talep görmeye başladı.
Eurobondlar talep görmeye başlayınca bu kez de yabancı yatırımcı iç piyasada tahvil ve bono alımına yöneldi. Buun için de dolar bozdurmaya başladı. Bu da uzun zamandır içerde düşüşe direnen doları bugün 10 bin lira kadar geriletti.
Tabii ki bu hareketin çok büyük işlem hacimleriyle oluşmadığını söylememiz gerek. Ama yine de bir anda faizi yüzde 26 seviyesine, doları 1 milyon 430 bine ve borsayı da 18 bin 500 seviyesinin üzerine taşıdı.
İçerde hala yeni bir beklenti yok. Ama eğer bu trend önümüzdeki günlerde de sürerse nihayet yaz rehavetini kıracak bir para girişinin ilk işaretlerini almışız demektir.
Bugünlerde piyasalarda yeniden erken seçim senaryoları tartışılmaya başlandı. Gerçi bu tartışmalara Başbakan Erdoğan’ın dün Fatih Altaylı’nın hazırladığı Teke Tek Programında verdiği yanıttan sonra söylenecek bir şey kalmadı: “Erken seçim yok”. Ama bazı çevrelerin başbakanın yanıtına rağmen konuyu kaşımaya devam edeceğini ve bunun da yatırmcının canını yakma ihtimali bulunduğunu düşündüğümden bir kaç uyarı yapma gereği duyuyorum.
AKP hükümetinin mevcut durum itibariyle, söylentilere göre 2005’in ilk yarısı içinde, erken seçime gitmesinin önünde binlerce engel var. Hemen birini aktaralım: İstihdam artışının sağlanamamış olması...
Türk ekonomisinin uygulanan ekonomik program neticesinde komadan çıktığını hatta yoğun bakım aşamasını bile atlattığını söylememiz gerekiyor. Ama bu hala herşeyin yerli yerine oturduğu anlamına gelmiyor. Ekonomik performansa ilişkin gelecek beklentileri de olumlu ama bunun nasıl başarıldığı ve gelecekte nasıl başarıldığı konusu daha önemli. Verimlilik artışı işçi maliyetleri düşürülerek sağlandı. Bu da çalışma saatleri uzatılarak, maaşlar reel olarak geriletilerek ve en önemlisi işçi çıkartarak sağlandı. Ve krizden bu yana istihdam artacağına azaldı.
Sözde seçime kadar olacak süreç içinde makro rakamlardaki iyileşme devam edecek ama aynı başarının istihdam alanında sağlanacağını söylemek kolay değil. Üstelik ekonomi büyürken işsizlik ve refah artmadığı için de geniş kitlelerin AKP hükümetine desteği artmayacak, tam tersine azalacak. Sizce hükümet böyle bir ortamda seçime gitmeyi ister mi?
Aslında seçim senaryolarına karşı söylenecek çok fazla şey var. Fakat bunları siyasi analistlere bırakalım.
Soru şu: Ortalıkta henüz hiç bir emare yokken erken seçim propagandası yapmak kime yarar?
Yatırımcıya mı, spekülatöre mi?
Piyasa uzmanları sanayi üretiminin yüzde 15 civarında bir artış göstermesini bekliyordu. Bu artış zaten iyimser bir beklenti olan yüzde 15’lik artış beklentisinin bile 1,5 puan üzerinde. Yani yine beklentinin üzerinde bir gelişme sözkonusu. Yılın ilk beş ayındaki sanayi üretimi artışı ise yüzde 13.2 oldu. Bu rakam ile birlikte sanayi üretim endeksi de ulaştığı 125.5’lik seviyesi ile tarihinin en yüksek seviyesini görmüş oldu.
Ama maalesef bu rakamların piyasalarda yeni bir alım hareketi yaratmasına imkan yok. Hatta ufak bir kıpırdanma yaşanması bile çok olası değil. Çünkü piyasalar artık bu meselelerle çok fazla ilgilenmiyor. Ekonominin genel gidişatı, makro rakamlar, ekonominin performansı, ya da şirketlerin planları, hedefleri, stratejileri ile de ilgilenmiyor.
Piyasalar inanabilecekleri hayallere ihtiyaç duyuyor. Bu hayallerin en güçlü olanı ise AB beklentileri, hem basın, hem siyaset hem de ekonomi çevreleri bu rüyanın peşine takılmış durumda. 2005 yılı ile ilgili beklentiler konuşuluyorken hemen hemen herkes 2005 yılında AB ile üyelik müzakerelerinin başlayacağını dile getiriyor.
Bu rüyaya bir tek finans çevreleri inanmıyor. Aslında deliler gibi inanmak isityor ama ağzı o kadar çok yanmış durumda ki bir türlü risk almayı beceremiyor. Böyle olunca da borsa olduğu yerde saymak zorunda kalıyor.
Yine benzer bir rüya da ekonominin son üç yıldır gösterdiği performansı gelecek üç yıl da göstermesi. Finans çevreleri bu konuda o kadar katı ki, “Türkiye disiplinini yitirmemeli. Bunun için de IMF ile yapılabilecek en bağlayıcı anlaşma yapılsın. Biz tek başımıza kalırsak bir daha yanı disiplini sergileyemeyiz” diyor finans çevreleri.
Ama son açıklamalardan anlıyoruz ki IMF ile ilgili haberleri de en erken Eylül ayında alabileceğiz. Tıpkı AB ile ilgili gelişmelerin sonbahardan itibaren esinleşmeye başlayacağı gibi.
Yani sıcak bir yaz olacak ama bunun yatırımcıya faydası olmayacak gibi görünüyor.