Paylaş
Aslında bu, gerek Senato, gerek Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komiteleri’ne farklı bürokratların, hatta kabinedeki Bakanların rutin olarak verdiği raporlardan sadece bir tanesi. Malum olduğu üzere bütçeyi, yürütme erkinin aldığı kararlar doğrultusunda onaylamakla mükellef olan yasama erkidir. Dolayısıyla, dönemsel olarak bu tarz raporlar, Kongre’ye farklı konularda iletilmektedir. ABD dış politikasına Türkiye’den, Avrupa’dan ya da Ortadoğu’dan farklı gözlerle bakıldığında her bölge ve her ülke kendi dış politika önceliklerini ABD’nin de birincil dış politika gündemiymişçesine değerlendirir. Oysa ki, ABD’nin mevcut dış politika öncelikleri, bilhassa yeni Başkan görev aldıktan sonra her ülkenin önceliklerinin aksine daha farklı bir noktaya gidecektir.
Bunu nereden mi anlıyoruz? IŞİD, Afrika’daki onlarca mevzu, Suriye meselesi, Kuzey Kore, Latin Amerika’daki gelişmeler, Küba, TTIP gibi birçok olay hem mevcut Başkan Obama’nın son döneminde hem de yeni gelecek ABD Başkanı’nın dış politika gündeminde yer alacaktır. Ancak uzunca bir süredir listenin başında yer alan ve bundan sonra da uzunca bir süre yer alacak olan konu şüphesiz ki; İran ve İran bağlamında Rusya olacaktır.
İşte bu noktada geçtiğimiz günlerde Senato’nun Dış İlişkiler Komitesi’nde rapor sunan CENTCOM Komutanı Lloyd Austin’in ve Başkan Obama tarafından çok yakın zamanda onun yerine getirilmesi düşünülen ve ABD Özel Operasyonlar Komutanı Votel’in yaptığı açıklamalar dikkat çekici.
Votel, kısa vadede ABD’nin Ortadoğu’daki birincil meselesinin IŞİD ile mücadele, orta ve uzun vadede ise İran olduğunu bir kaç farklı örnek ve farklı noktada dile getirdi. Yakın zamanda Washington DC’de bulunduğum sırada yaptığım bazı görüşmelerdeki izlenimlerim Votel tarafından da bir nevi doğrulanmış oldu. ABD’nin dış politika yapıcıları öncelik olarak Suriye’yi ve IŞİD’i çok fazla konuşmuyorlar. Washington’da ABD’nin önümüzdeki dönemdeki en büyük dış politika meselesi olarak öngörülen unsur, İran.
Obama’nın İran’la yaptığı nükleer silahlar konusundaki anlaşma, Rusya ile İran’ın ciddi bir şekilde stratejik ortaklık kurması ve her geçen gün bu ortaklığı daha da ilerletmesi üzerinde ciddi çalışmalar yapılmakta. Ayrıca bölgedeki Şii ve Sünni gerginliğinin de gitgide artmasının beklenmesi sadece Washington’daki karar alıcılar tarafından değil müstakbel CENTCOM Komutanı Votel tarafından da dillendirilmiş oldu.
General Austin de, İran’ın halihazırda hegemonik arzularının devam ettiğini ve ABD ile İran arasındaki ilişkinin hala karmaşık olduğunu belirtti. Bunun karşısında, Suudi Arabistan’ın düzenli ve istikrarlı bir Yemen için Husilere karşı mücadelede bulunduğunu ve İran’ın uydusu olabilecek tüm girişimlere karşı bir tavır takındığını belirtip resmi Hadi yönetimini göreve tekrar getirmek için uğraştığını ifade etti. Suudi Arabistan’ın bu çabalarının İran’ın Arap Yarımadası’nda güç kazanmasının ve El Kaide’nin bölgedeki etkinliğini arttırmasının önüne geçtiğini söyledi. Dolayısıyla İran, Washington için esas sorunu teşkil ediyor.
Şimdi asıl soru; Suriye’de yaşananların herhangi bir şekilde çözüme ulaşması tüm sorunları bitirecek mi, yoksa İran-Rusya yakınlaşmasıyla Ortadoğu’daki nükleerleşme yarışının hız kazanması ve Şii-Sünni gerginliğinin tırmanması bambaşka bir dengeler döneminin kapısını mı açacak?
Ortadoğu’nun kapıları önümüzdeki yıllarda yeni bir kamplaşmaya doğru açılabilir. Şu ana dek her gün çıkar çatışmaları doğrultusunda ittifakların değiştiği, eski düşmanların birbirleriyle müttefik haline gelmeye başladığı dönemlere şahit olduk. Suudi Arabistan ve ABD yakınlaşması, İran-Rusya ittifakı karşısında Suriye sürecinin bitimi ile beraber daha kalıplaşmış bir noktaya taşınabilir. İşte bu yüzden, bölgedeki gelişmeleri kısa vadeli takip etmekten vazgeçmeyip orta ve uzun vadeli bloklaşmalar içinde hesapları doğru yapmak gerekir.
Paylaş