15 Ağustos 2008
Sıcaklarla beraberiz tekrar. Mini dalgalanmalar nedeniyle kuzey bölgeler uzun aralıklarla yağış alıyor. İç ve güney bölgeler bunu bile göremiyor. Yine sıcaklığın arttığı, nemin düştüğü, yağış beklenmediği bir hava sisteminin içine giriyoruz. Hem de uzun soluklu, ay sonuna kadar uzanıyor. Bu sıcak sistem içerisinde kuzey bölgelerin bile 35 derecelere çıkacağı günler olabilir. Bültenlerimizi takip edin.
Nem oranı Güney’de yine yüzde 15’lere inmeye başladı. Gelen uzun soluklu sıcak sistem de Arap Yarımadası ve Basra Körfezi’nden geliyor, yani çok kuru. Uzun süre kuru ve sıcak hava tüm yurda gelecek ama özellikle Akdeniz, Ege, İç Anadolu ve Güneydoğu’da sıkıntı oluşturacaktır. Hem sıcaklara hem de orman yangınlarına dikkat. Meteorolojik parametreler ay sonuna kadar hem sağlık hem de orman yangını açısından lehimize çalışmayacak.
Mevsim anormalleri artık mevsim normalleri halini almaya başladı. Sanki kanıksamaya başladık durumu. Yağışsızlıktan bahsediyorum. Her türlü yönüyle incelenmeli ve tedbirler alınmalı, diye tüm dünya konuşuyor ama şu ana kadar bırakın gidişteki yavaşlamayı, fren pedalına basmak için ayaklar yerinden kalkmadı bile. Bakın yakınlarımızda bir savaş patlak verdi. Nasıl bir coğrafya ama? Nedenler farklı belirtilse de herkes biliyor, savaşın nedeni enerji. Bitmedi gitti şu fosil yakıtlar. Sanki bitince savaşlar da biter gibi değil mi? Ama bittiğinde ya da azaldığında savaşların başlama ihtimali bulunan başka bir şey var. Petrol yanıcı, bahsettiğim şey söndürücü, su! Çok enteresan iki yanıcı (hidrojen) ile bir yakıcı (oksijen) bir araya geliyor, söndürücü (su) ortaya çıkıyor. Dünyanın ilk meteorolog subilimci filozofu Tales, dünyanın sonunun su sebebiyle geleceğini, su savaşlarının çıkabileceğini söylüyor. Su, dünya üzerinde sürekli azalıyor. Çünkü insanoğlu dünyaya geldiğinden beri hiç bu kadar tüketici, yok edici olmamıştı. Dünya bu çılgınlıkla insanoğlunu artık besleyemez hale gelirken, bir de bir kişiye 5 tüketmesi öğütleniyor. Dünyanın bir ucunda bir kişi 5 kişinin yediğini yiyor, diğer ucunda 4 kişi aç. Bir ucunda bir kişi 5 kişinin suyunu tüketiyor, diğer ucunda 4 kişi susuz. Güneşle pis suyu arıtmaya çalışıyorlar. ABD’nin Kyoto Protokolü’ne imza atmadığını, hatta 2012’de yenilenecek halini de desteklemeye pek yanaşmadığını biliyorsunuzdur muhakkak. Üç haftadır New York’tayım. Yağmursuz bir gün geçmedi. Bilenler bilir, New York’a yakın yerler; New Jersey, Philadelphia, Pennsylvania yeşildir. Ama öyle böyle değil, bildiğiniz orman. Orman ortalarında şehirler düşünün. Hem orman yeşil, hem şehir hayatı. Nasıl? Tabii yağmurla. Bazı alanları çöl olsa da buralar zaten çöldü ve buralarda hayatlarını zaten iklim koşullarına göre kurmuşlar. Geriye kuvvetlenen tayfunlar kalıyor, onu da idare ederiz artık, diyorlar sanırım:) Espri bir yana, bizim böyle bir lüksümüz yok. Bizim kaynaklarımızın ve iklim değişimimizin (yeni bir şey değil, hep böyleydi) bir kişinin 5 tüketmesine tahammülü yok. Olmayan yağmuru yağdıramayacağımıza göre (son yağmur bombası sonuçlarını gazetelerden okuduk), çok iyi tarım ve su politikaları üretip, suyumuzu iktisatlı kullanmalıyız. Biz fazla tüketerek uzun vadeli geleceğimizden yemiyoruz, bugünü bitiriyoruz, çünkü günübirlik dönüyoruz. Barajların, toprağın, üretimin halini görüyorsunuz.
Yazının Devamını Oku 8 Ağustos 2008
Size pek sıradışı gelmeyecek bir bilgi; yine yağış yok. Yurdun büyük kısmı kuraklık etkisinde. Yağış olmadığı gibi, nem de çok düşük seyrediyor. Özellikle orta ve güney bölgelerde. Ege’de, Akdeniz’de yüzde 10’larda maalesef. Orman yangını riski sürüyor ve bu risk ağustos ayı içinde her geçen hafta daha da kuvvetleniyor. Bu hafta sonunun sıcaklık değerlerini haritalardan görüyorsunuz. Ayın 20-21’ine kadar sıcaklar sürüyor ve bu uzun soluklu sıcakların tamamı Basra Körfezi ve Arap Yarımadası üzerinden geliyor. Yani yine kuru ve yağışsız bir hava olacak.
Ormanlarımız öyle cayır cayır yanarken, insanlar evsiz kalırken hemen herkesin içi de yandı. Batı Akdeniz’de son yılların en büyük orman yangınını yaşadık. Yetkililer 8 bin futbol sahası büyüklüğünde bir alanın yandığından bahsediyor. Düşünebiliyor musunuz alanın büyüklüğünü? Yılların, hatta yüzyılların ağaçları, 3 günde kül oldu gitti. Yakın geçmişte komşumuz Yunanistan yaşadı çok büyük bir yangın, yine California sıklıkla orman yangını yaşar ki bölgenin iklimi çok sıra dışı da değildir. Gerçi ara ara okyanus rüzgarı alır ama genellikle 12 ay ılıman bir havası vardır. Neyse yıl 2008, şu yangınlara bir çare bulunamadı. Her yıl ormanlarımızı kaybediyoruz. Bu orman yangınından ne zaman kurtulacağız biliyor musunuz? Ormanlarımız bittiğinde...
Her yıl dönemsel olarak mevsimlik işçilerimiz yaşadıkları bölgelerden başka bölgelere çalışmak için taşınıyorlar. Bakın 8 bin futbol sahası büyüklüğünde alanın yandığı söyleniyor. Her 10 futbol sahası büyüklüğündeki alana 1 kişi düşse, 800 kişi bu büyüklükteki alanı dolaşır, takip eder. Bu sezon da çok uzun bir zaman değil ki zaten, 2 ay. Ağaç dikme kampanyaları gibi, orman koruma kampanyaları da yapılabilir. Alın size kaynak, ekstra bir bütçeye de gerek kalmaz. İnanın sivil toplum kuruluşları bu işe el atarsa kaynak hemen bulunur. Tabii burada ayrı bir sıkıntı ortaya çıkıyor. Burada görevlendireceğiniz binlerce kişinin "Abi havaya bak mis gibi, ormanlık alan, gel bir mangal sefası yapalım" dememesi lazım.
California’dan bahsettim, bizim gibi orman yangını mağduru yerlerden biri. Amerika bu konuyla ilgili olarak bir araştırma yapıyor. Yanmayan bir kimyasal. Üzerine sıktığınız hiçbir şey yanmıyor. Elinize sıkıyorsunuz, bir tabaka oluşturuyor ve bırakın elinizin yanmasını, ısınmıyor bile. Tamam, belki bu proje şu haliyle ormanlara uygulanamayabilir ama üzerinde çalışıp geliştirilebilir. Ne bileyim, farklı bir bileşikle inceltilmiş, toz halinde bir malzeme, her yıl ormanlık alanlar üzerine enjekte edilebilir. Bilmiyorum, işin uzmanı değilim, bildiklerimle duyduklarımı birleştirip aklıma gelen alternatifleri yazıyorum. Bu iş bir geri besleme, küresel ısınma meteorolojik koşulları değiştiriyor. Değişen iklim koşulları orman yangınlarını destekliyor. Ormanların yok olması küresel ısınmaya hız veriyor. İşin kötü tarafı yangın öyle pis bir şey ki, yalnızca ağaçları yok etmiyor, toprağı da, üzerindeki mikro yaşamı da yakıyor. O bölgede bir süre bırakın ağaç, hiçbir şey yetişmiyor. Bunun üzerine çok çalışılması lazım, projeler üretilmesi lazım. Yıl 2008, böyle olmamalı, olmasın da.
Size pek sıradışı gelmeyecek bir bilgi; yine yağış yok. Yurdun büyük kısmı kuraklık etkisinde. Yağış olmadığı gibi, nem de çok düşük seyrediyor. Özellikle orta ve güney bölgelerde. Ege’de, Akdeniz’de yüzde 10’larda maalesef. Orman yangını riski sürüyor ve bu risk ağustos ayı içinde her geçen hafta daha da kuvvetleniyor. Bu hafta sonunun sıcaklık değerlerini haritalardan görüyorsunuz. Ayın 20-21’ine kadar sıcaklar sürüyor ve bu uzun soluklu sıcakların tamamı Basra Körfezi ve Arap Yarımadası üzerinden geliyor. Yani yine kuru ve yağışsız bir hava olacak.
Ormanlarımız öyle cayır cayır yanarken, insanlar evsiz kalırken hemen herkesin içi de yandı. Batı Akdeniz’de son yılların en büyük orman yangınını yaşadık. Yetkililer 8 bin futbol sahası büyüklüğünde bir alanın yandığından bahsediyor. Düşünebiliyor musunuz alanın büyüklüğünü? Yılların, hatta yüzyılların ağaçları, 3 günde kül oldu gitti. Yakın geçmişte komşumuz Yunanistan yaşadı çok büyük bir yangın, yine California sıklıkla orman yangını yaşar ki bölgenin iklimi çok sıra dışı da değildir. Gerçi ara ara okyanus rüzgarı alır ama genellikle 12 ay ılıman bir havası vardır. Neyse yıl 2008, şu yangınlara bir çare bulunamadı. Her yıl ormanlarımızı kaybediyoruz. Bu orman yangınından ne zaman kurtulacağız biliyor musunuz? Ormanlarımız bittiğinde...
Her yıl dönemsel olarak mevsimlik işçilerimiz yaşadıkları bölgelerden başka bölgelere çalışmak için taşınıyorlar. Bakın 8 bin futbol sahası büyüklüğünde alanın yandığı söyleniyor. Her 10 futbol sahası büyüklüğündeki alana 1 kişi düşse, 800 kişi bu büyüklükteki alanı dolaşır, takip eder. Bu sezon da çok uzun bir zaman değil ki zaten, 2 ay. Ağaç dikme kampanyaları gibi, orman koruma kampanyaları da yapılabilir. Alın size kaynak, ekstra bir bütçeye de gerek kalmaz. İnanın sivil toplum kuruluşları bu işe el atarsa kaynak hemen bulunur. Tabii burada ayrı bir sıkıntı ortaya çıkıyor. Burada görevlendireceğiniz binlerce kişinin "Abi havaya bak mis gibi, ormanlık alan, gel bir mangal sefası yapalım" dememesi lazım.
California’dan bahsettim, bizim gibi orman yangını mağduru yerlerden biri. Amerika bu konuyla ilgili olarak bir araştırma yapıyor. Yanmayan bir kimyasal. Üzerine sıktığınız hiçbir şey yanmıyor. Elinize sıkıyorsunuz, bir tabaka oluşturuyor ve bırakın elinizin yanmasını, ısınmıyor bile. Tamam, belki bu proje şu haliyle ormanlara uygulanamayabilir ama üzerinde çalışıp geliştirilebilir. Ne bileyim, farklı bir bileşikle inceltilmiş, toz halinde bir malzeme, her yıl ormanlık alanlar üzerine enjekte edilebilir. Bilmiyorum, işin uzmanı değilim, bildiklerimle duyduklarımı birleştirip aklıma gelen alternatifleri yazıyorum. Bu iş bir geri besleme, küresel ısınma meteorolojik koşulları değiştiriyor. Değişen iklim koşulları orman yangınlarını destekliyor. Ormanların yok olması küresel ısınmaya hız veriyor. İşin kötü tarafı yangın öyle pis bir şey ki, yalnızca ağaçları yok etmiyor, toprağı da, üzerindeki mikro yaşamı da yakıyor. O bölgede bir süre bırakın ağaç, hiçbir şey yetişmiyor. Bunun üzerine çok çalışılması lazım, projeler üretilmesi lazım. Yıl 2008, böyle olmamalı, olmasın da.
Yazının Devamını Oku 1 Ağustos 2008
Sıcaklıklar bir süredir indi normallere, öyle de gidiyor. Ara ara yağışları da görüyoruz. İhtiyacımızı karşılıyor mu? Hayır ama ara sıra içimizi açıyor. Bu haftasonu da son zamanların (yılların) klasiği, yine yağış yok. Yalnızca Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu’nun kuzeyi yağış alıyor. Sıcaklar normallerde. Zaten bu dönemin normalleri Akdeniz’de 37-38, Güneydoğu’da 41-42 dereceler. Ağustosun 4-5 gününü geçirdikten sonra yine aşırı sıcaklar görebiliriz, Kuzey bölgelerde de.
İklimimizin değiştiğini görebiliyoruz. Bu belki en çok ilgimizi çeken haberler arasında. Haberciler için de bulunmaz bir değer, müthiş bir kaynak, çünkü araştırmalar en çok izlenen haberlerin meteoroloji ve iklim haberleri olduğunu ortaya koyuyor. Yani geleceğimizi bilmek istiyoruz.
Ben şunu merak ediyorum: Bu konuyla ilgileniyor muyuz? Yoksa yalnızca makus kaderi bilmek hoşumuza mı gidiyor? Bu iklimin bir mikro, bir de makro değişimi ve etkileri var. Makro değişimi biliyorsunuz; atmosferin kirlenmesi, kimyasının bozulması, küresel olarak ısınması ve dolayısıyla iklimin değişmesi. Mikro ise şehirleşme, albedo (bir bölgeye gelen ışınlar ile giden ışınların oranı) değişimi.
ŞEHİRDEKİ PARKLAR VE ALBEDO DEĞİŞİMİ
Albedo nasıl dağişir? Şehirleşmeyle mi? Hayır! Şehirleşmenin nasıl olduğuyla ilgilidir, nasıl bir şehirde yaşamak istediğimizle alakalı olarak değişir. Albedoyu şöyle izah edeyim ; güneş ışınlarının bir bölgeye gelme ve gitme oranı beton bir alanda farklı, yeşil ya da ormanlık bir alanda farklıdır. Bulduğumuz her iki metrekareye bir bina dikersek doğal olarak yeşil alan kalmaz. Burada sözünü ettiğim, orman alanları falan değil, bildiğiniz şehir içindeki yeşil alanlar, parklar. İstanbul sıkıntıları, problemleri olsa da tüm dünyanın gıptayla baktığı, ekonomisiyle, kültürüyle, coğrafyasıyla gurur duyduğumuz bir şehir. Dünyada beşi biryerde böyle bir şehir var mıdır ki nefes alacak bir parkı olmasın? Adamlar betondan, çelikten bir şehir yapmışlar New York’ta. adı Manhattan, ortasında Central Park var. Londra, Frankfurt, Tokyo hangi metropole bakarsanız bakın, koskoca alanlar park olarak korunmuş.
Hem görsel, hem ekonomik, hem ruhsal hem iklimsel olarak bu tür alanların büyük şehirlerde önemi çok büyük. İstanbul’un yeşillendirilmesi, lalelerine kavuşturulması çok güzel, insanın içini açıyor, ama benim behsettiğim bu değil tüm metropollerde bulunan geniş yeşil alanlar, Hyde Park, Green Park, Central Park gibi. Kültür ve coğrafyası buna elverişli olmayabilir, dörtte biri, olmadı beşte biri kadar olsun.
MİKRO ETKİLERİ BİZ EKLİYORUZ
Geçen hafta Marmara’nın şehirlerindeki yağış farklılığından bahsetmiştim. İstanbul’un baraj doluluk oranının yüzde 25, Bursa’nın yüzde 80 olduğundan bahsetmiştim. Tamam, coğrafya olarak bu iki şehir, topografyası, rüzgarları, nemliliğiyle birbirinden farklı ama bu kadar mı? Aradaki farkı uçuruma çeviren coğrafya etkileri dışında şehirleşme ve albedo değil de ne? İnanın mikro iklim değişimi içinde plansız şehirleşmenin yeri çok büyük. Kuraklık olarak biz üzerimize düşeni alıyoruz, bunun üstüne mikro etkileri de ekliyoruz. Öyle ya da böyle iklim ve nefes için bir yerden başlamak lazım...
Yazının Devamını Oku 25 Temmuz 2008
Türkiye’nin tamamında olmasa da ciddi sıcaklar yaşandı son günlerde. Özellikle iç ve güney bölgelerde. Marmara biraz serinledi ve bir süre de böyle gidiyor. Ancak Akdeniz’deki 4-5 derecelik sıcaklık azalışı, pazartesiden itibaren tekrar terse dönüyor, sıcaklık yükseliyor. Güneydoğu’nun ise 40 derecelik ateşi düşmüyor. Bu arada haritada net göremeyebilirsiniz, cumartesi Batı Karadeniz sağanak yağış alacak... Yaz uyarılarından sıcaklarla ilgili alınacak tedbirleri ve orman yangını uyarılarını ezberlediniz ama bu sizde aman bir kanıksama oluşturmasın. Özellikle sıcaklarla nem bilgilerini öne çıkarttığımız günlerde daha dikkatli olun diyoruz. Hem sağlık hem orman yangını yönünden.
Öte yandan boğulma vakaları ve Güneydoğu’da damdan düşmeler sonucu oluşacak olumsuz durumlara karşı da mevsimin risk oluşturduğunu hatırlatıyoruz.
Türkiye kaç bölge? 7 değil mi? Marmara’yı Ege’den ayıran ne? Yani örneğin Balıkesir neden Ege bölgesinde değil? Ya da Kahramanmaraş Güneydoğu’da, Gümüşhane Doğu Anadolu’da değil? Bölgelere ayrılmanın belki birçok nedeni vardır ama bunun başında iklim ve meteorolojik nedenler geliyordur. Hava durumlarında bile adet olmuş bölge bölge veriyoruz. Bu durumda haftalık raporlar, uyarılar, hatta iklim değişimi raporları bile bu bölge adlarıyla kolay anlaşılır hale geliyor. Doğu Karadeniz aşırı yağışlı, su baskınlarına dikkat, desek Gümüşhane’de sağanak olacak da Erzurum’un kuzey köylerinde sıkıntı olmayacak mı? Ya da Marmara’nın doğusu dediğimizde Düzceliler "Bana ne kardeşim, Marmara’nın doğusu dedi" diyecek.
Bakın Meteoroloji kuraklık raporu açıkladı. Sitesinden takip edebilirsiniz. İçler acısı, kavruluyoruz. Kuraklık haritada net bir şekilde belirtilmiş, Türkiye’nin 2/3’ünü sarmış. Ancak Marmara Bölgesi’nde normale göre yalnızca yüzde 3’lük bir azalma var, hatta geçen yıla nazaran yüzde 40’lık bir artış bile olmuş. Eee normallerde bir yağış aldıysak neden çiftçi krizde? Neden İstanbul için su tasarrufu diye bas bas bağırılıyor?
Belki duymuşsunuzdur, kuraklık tarımsal ve meteorolojik olarak ikiye ayrılıyor. Yani yağmur yağar, bir bölge normallerde ve belki üzerinde yağış alırsa bu meteorolojik olarak normal bir durumdur, kuraklık yoktur. Ama bu yağmur çiftçinin istediği zamanda ve yere yağmazsa bu sefer yağmur yağmış olsa da tarımsal kuraklık vardır.
MARMARA’DA YAĞIŞ ARTTI AMA İSTANBUL’DA DEĞİL
Size bu konuyla ilgili Marmara’nın kuraklık raporuyla bağlantılı olarak üçüncü bir ayak daha! CNNTürk’deki hava durumu raporlarımızda barajlardaki doluluk oranlarını veriyoruz. İstanbul ve Bursa! Bu iki şehir coğrafyası biraz farklı olsa da aynı bölgede ve birbirine de yakın. Kışın başında bu iki şehrin barajları da tamtakırdı. Şu an İstanbul yüzde 30’ların altında. Bursa ise yüzde 100’ü gördü, son buharlaşmalarla yüzde 85’lere indi. Bu ne anlama geliyor? Bursa ve çevresine kuvvetli yağmurlar yağmış ama İstanbul’a öyle değil. Bu durumda bir İstanbulluya mikrofon uzatıp "Marmara geçen yıldan yüzde 40 daha fazla yağış aldı, normal bir yıl oldu, ne dersiniz?" desek sanırım "Kamera nerde? Nereye el sallayacağım? Kamera şakası değil mi?" der. Ama Bursa için çok gerçekçi olur. Bursa’da yaşayan da Marmaralı, İstanbul’da yaşayan da. Şimdi Marmara genelinin ortalaması kime hitap edecek?
Küresel iklim değişimi birbirine yakın coğrafyaları da değiştiriyor. Bir bölgenin doğusu-batısı, kuzeyi-güneyi 180 derece zıt hava koşullarını yaşayabiliyor. İzahların da bu farklara bağlı olarak yenilenmesi gerekiyor. En azından bir paragraf açılıp "illerin farklı yağış almasından kaynaklanan izafi bir yağış artışı" diye bir cümle eklenebilir.
Velhasıl Marmara’nın yağışı geçen yıla nazaran arttı ama her Marmaralı üzerine alınmasın...
Yazının Devamını Oku 18 Temmuz 2008
Bir günlük bir yağış Marmara’ya geldi ve şimdi de Karadeniz’den ayrılıyor. Haftasonunda da tekrar normalleri aşan sıcaklıklar ölçülmeye başlıyor. Haftasonu tatilcilerine Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu’nun kuzeyindeki pek kuvvetli olmayan yağışlar dışında bir yağış yok, güneş bolca görülüyor ve ısısını tekrar hissettiriyor. Kuzey bölgeler 30 derecenin üzerine çıkıyor, güney yine 40 dereceye ulaşıyor, hatta Güneydoğu 40 derecenin de üzerinde.
Geçen çarşamba günü Marmara’daki yağışın bir benzeri önümüzdeki hafta pazartesiden salıya geçerken yine görülebilir. Pazartesi sıcaklık yurt genelinde aşırı seviyelere çıkıyor, salı Marmara ve Kuzey Ege’de büyük değerlerde azalacağa benziyor. Bu durumda da yağış olasılığı ortaya çıkabilir. Birer günlük olsa da yağış bizim yağışımız, ihtiyacımız var.
*
Kuraklık haberlerini izliyor musunuz? Sıkıntı her geçen gün kendini daha net gösteriyor, çünkü zayiatlar raporlanmaya başlıyor, rakamları elimize alıp okumaya başlıyoruz.
Geçen hafta, küresel iklim değişimi ile Türkiye’nin nereye gittiğini belirlememiz ve buna uygun üretime gitmemiz gerektiğinden bahsediyordum. Haberleri takip ediyorsunuz; çiftçiye yapılacak desteklerden, yeni projelerden bahsediliyor ama ben burada geçen hafta da kısaca değindiğim bir şeyi hatırlatmak istiyorum. Türk bilim adamlarının bir araya gelip, Türkiye’yi bekleyen gelecek senaryolarını belirleyip, buna göre hangi tarım ürünlerine yönelinmesi gerektiğinin belirlenmesi gerekiyor. Bunun akabinde de çiftçi bu kadar kaybettim demesin, mevsimsel değişimlerden daha geniş aralıkta etkilenen ürünlere yönelsin ve kaybetmesin. GAP projesi tahıl ambarı Güneydoğu için belki bir kurtuluş olacak ama madem dünyada tarımını doğrultan ülkeler fark oluşturuyor biz de doğudan batıya, güneyden kuzeye her metrekareyi değerlendirmeliyiz.
Son günlerde kuzey bölgelerdeki serinleme sıcak geçen yazı unutturmasın. Ve önümüzdeki günlerde de yine sıcaklarla sıklıkla karşılaşacağız. Sıcak geçen yazlarda da maalesef boğulma vakaları artıyor. Çalışırken haber merkezine yine bir boğulma vakası haberi geldi ve haberdeki şikayetler cankurtaranın olmaması yönündeydi. Lütfen denize girdiğiniz plajda cankurtaranın olup olmadığına dikkat edin ve çocuklarınızın hiçbir koşulda çok fazla açılmasına izin vermeyin.
Sahillerimizde yapılan iyileştirmeler, cankurtaranlar ve yapılan yayınların neticesinde 2008’de boğulma oranlarındaki ciddi düşüş ümit verici.
Yazının Devamını Oku 11 Temmuz 2008
Sıcaklık kuzey bölgelerde tekrar düşüşe geçti. Güneyde 40 derecelere ulaşıyor. Güneydoğu’da 40 derecenin de üzerinde. Hafta başında tüm yurtta sıcaklıklar normalleri aşacak. Sıcaklık kuzey bölgelerde tekrar düşüşe geçti. Ancak bu düşüş sıcaklıkların yalnızca aşırı kısımlarını rötuşladı. Ancak güneyde yine 40 derecelere ulaşıyor. Hatta Güneydoğu’da 40 derecenin de üzerinde. Güneyi ısıtan, nemi düşüren kuvvetli rüzgarlar orman yangınlarına yol açıyor. Ancak bu rüzgarların hafta sonunda nispeten zayıflaması bekleniyor. Pazartesi gününden itibaren sıcaklar tekrar kuzey bölgelere taşınacak. Şu anki görüntüler pazartesi, salı ve çarşamba yine tüm yurtta sıcaklıklar normalleri aşacak. Rüzgarlar Ege kıyılarında ve aralıklarla Marmara’da sert esiyor.
*
Kuraklık ve kuraklığa bağlı gelecek sıkıntılar memleketin kaderi sanırım. Yani uygun tarım politikalarında uygun üretim koşullarına geçilmezse... Yani makus kaderi beklemek sanırım bizim kaderimiz.
Dünya üzerindeki 1400’ün üzerindeki ülke gibi biz de kuraklıktan nasibimizi alıyoruz, hem de bayağı hatırı sayılır seviyelerde. Geçen yıl yaşadığımız kuraklık özellikle Güneydoğu’yu vurdu, dolayısıyla hepimizi. Tüm Türkiye’nin 1-1,5 aylık mercimek ihtiyacı yandı gitti, buğday yine aynı şekilde ve benzeri diğer ürünlerde de aynı. Şimdi çiftçi ne yapıyor? Yeni hasadın ekimine hazırlanıyor ve su lazım. Güneydoğu’da yağış var mı? Hayır! 40 derecelere yerleşmiş sıcaklık dalgalanmıyor bile. Yağış yok!
Hep oluşturulması gereken tarım ve su politikalarından bahsediyoruz. Türkiye’deki gelişen iklim değişiminin artık belirlenmesi gerekiyor. Birçok ürün yağışsızlık sebebiyle kuruyor gidiyor, bu bir! İkincisi ise birçok bölgede oluşan mevsimsel ısınma değişimleri, sıcakların ya da soğukların zamanlarının kayması ve şiddetlerinin değişmesi bitkileri de strese sokuyor ve gelişimlerini etkiliyor. İkinci kaybı da burada yiyoruz. Bitkilerin tahmin etmedikleri zamanda sıcaklar gelince şaşırıyorlar, gelişimlerini kesmeleri gereken sıcaklık değerleri erken geldiğinde gelişimleri tamamlayamadan kalıyorlar. Bu sefer hem kalite, hem rekolte düşüyor.
Dünyanın tarıma döndüğü, organik ya da başka şekilde yaşamın tarımda olduğunun anlaşıldığı bu dönemde ayakta kalmak istiyorsak kendimizi iyi tanımamız gerekiyor. Topraklarımızı, havamızı, yetiştirdiklerimizi, yetiştiremediklerimizi, yetiştirmemiz gerekenleri iyi bilmemiz gerekiyor.
Bu konu çok ciddi. Musluklarımızdan su akınca her şey tamam, akmayınca kötü! Melen’de sıkıntı olunca, barajlar yine düşmeye başlayınca biz de sulardan bahsetmeye başladık. Yeni projeler üretilebilir, musluklarımızdan sular akabilir ama topraklarımızı musluklara hortum bağlayarak sulayamıyoruz, ya da evde kabak, patlıcan, mercimek ya da buğday yetiştiremiyoruz. Önce ülkemizdeki mevsimsel ve iklim değişiminizi iyice belirlememiz, bu değişime uygun tarım ürünlerini bulmamız ve suyumuzu yönetmeyi öğrenmemiz gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 4 Temmuz 2008
Bu hafta sonunda yine yağış yok, sıcaklıklar yine normalleri birkaç derece aşıyor. Nem oranları özellikle iç bölgeler ile Ege’de çok düşük, yüzde 20’lerin altında. Bir 5-6 gün daha yağışsızız, kuraklık yaşayan Türkiye’me duyurulur. Marmara’nın yazı istatistiklere göre temmuzla beraber başlıyor ama bu yıl haziran ortasından beri hayli yüksek sıcaklık değerlerini kayıtlara geçirebildik. İstanbul 32-33 dereceleri gördü, Antalya 40 dereceye ulaştı, başkent 35 dereceye yükseldi. Bu tür örnekleri önümüzdeki haftanın ortalarında yine görme ihtimalimiz var. Eğer sistem hareketinde önemli bir değişim olmazsa bu sıcakları önümüzdeki hafta salı-çarşamba ve perşembe tekrar yaşayacağız.
Bu hafta sonunda ise yine yağış yok, sıcaklıklar yine normalleri birkaç derece aşıyor. Sıcaklıkları normallere göre birkaç derece aşırtan rüzgarlar Basra Körfezi’nden kuru havayı da getiriyor. Nem oranları bugünlerde özellikle iç bölgeler ile Ege’de çok düşüyor, yüzde 20’lerin altına iniyor. Evet nemin düşük olması hissedilen sıcaklıkların yükselmesini engelliyor ama bu sefer de orman yangını riskini artırıyor. ALO 177 orman yangını ihbar hattı olduğunu tekrar hatırlatalım.
Bugünlerde yağış yok, önümüzdeki hafta da aşırı sıcakları bekliyoruz ve diyoruz ki bu sıcaklar da Basra Körfezi’nden gelecek, yani kuru bir yapıya sahip, yani bir 5-6 gün daha yağışsızız, kuraklık yaşayan Türkiye’me duyurulur.
*
Küresel iklim değişimi, kolay söylenişiyle küresel ısınma. Aslında biliyoruz ki küresel ısınma bir sonuç değil, iklim değişiminin bir nedeni. Bizim sonuçta etkilendiğimiz iklimin değişimidir. Bakın etkilendiğimiz bu iklim değişimi ve küresel ısınma ile ilgili yazılarda sıkça kullandığımız iki kelime var: "Mahvettiğimiz dünyamız" ya da "Mahvettiğimiz atmosfer"!
Ben yazılarımda mahvolan atmosfer ya da dünya değil, biziz diye sıklıkla bahsediyorum. Atmosferdeki ilk kirletici gaz hangi gazdır? Oksijen! Nasıl? Evet atmosferde normal şartlarda bulunmayan, sonradan eklenen gazlara kirletici deniyor ya, işte atmosfere ilk olarak dışarıdan eklenen gaz oksijen olduğuna göre ilk kirletici de oksijen oluyor. Ama bugün oksijen olmazsa dünyada yaşam olmuyor.
Atmosfer ve doğa kendi kendine bir değişim ve yenilenme içerisinde. Meydana gelen değişiklikler onun zaten yaşantısı. Ama olan bize oluyor. Oksijenin ilk kirletici olması örneği gibi enteresan bir araştırma sonucu daha elde edilmiş.
Amerikan Science dergisinin haberi. Uluslararası bir ekibin araştırmasının sonucunu yayınladı. 2600 metrelik rakımdaki 171 orman bitkisi takip edilmiş. 1905-1985 yılları arası ile 1986-2005 yılları arasındaki yaşamaları ve yaşam konumları karşılaştırılmış. Sonuçta bu orman bitkilerinin yok olmak yerine yaşadıkları alanları değiştirdiklerine, daha yüksek rakımlara taşındıklarına şahit olmuşlar. Her 10 yılda bu orman bitkileri 29 metre yukarı taşınmış.
Doğada bunun gibi belki binlerce değişim söz konusu. Ama bu 8değişimi geri çevirme noktasında bir şeyler yapamazsak ya da korunamazsak olan bize olacak. Bir yılda doğa olayları nedeniyle 200-300 bin kişinin ölümünü kanıksadık, televizyonlardan Hollywood filmleri gibi izler olduk.
Yazının Devamını Oku 27 Haziran 2008
Sıcaklık pazar günü birkaç derece azalıyor, temmuzun 2-3-4-5’inde de kuzey bölgelerde normaller civarına iniyor. Sonrasında yine sıcaklarla beraberiz. Yağış önümüzdeki günlerde bölgesel olarak Doğu Anadolu’nun kuzey kesimlerinde bekleniyor. Bunun dışında yağış yok. Ağır yiyeceklerden uzak durun, özellikle öğle saatlerinde alkolden de. Bol ve açık renkli kıyafetler tercih edin. Hava vücudunuz ile kıyafetiniz arasında sirküle olabilsin, şapka kullanın, uzun süre direkt güneş ışınlarına maruz kalmayın...
*
Hazirandan beklenmedik sıcaklık değerleri var. Biz bültenlerimizde sürekli uyarılarda bulunuyoruz, özellikle güneşin zararlı etkilerine karşı ama sanırım bu sanki yalnızca tatilcilere söylüyormuşuz gibi algılanıyor. Aslında çarşıya, pazara, elektrik faturası ödemeye, giderken, yani açık havaya çıkarken öğle saatlerinde bu UV’ye (Ultraviyole) maruz kalıyoruz. Yani UV yazlık mekan, kışlık mekan diye ayırt etmiyor. Yalnızca tatilcilerin değil, herkesin uygulaması gereken öneriler bunlar. Aynen yaşlılara ağır sıcaklarda aktivitelerini yavaşlatmalarını istememiz gibi. Gelen elektronik postalardan anlıyorum ki "aktivitelerini yavaşlatın" dememizden sanki tatilde denize gidenleri, ya da animasyonlara katılanları kastediyormuşum gibi algılanıyor. Aslında diyoruz ki; bir güne, ya da herhangi bir zaman aralığına 3-5 tane işi sıkıştırıp metabolizmayı zorlamayın.
Eğer çocukluğunuzda geçirdiğiniz güneş yanıkları ve buna bağlı lekeler varsa daha hassas davranmanız gerekiyor, zira cilt altına yerleşmiş kanser hücrelerini harekete geçirebilirsiniz.
Güneş kremi kullanıyorsunuz. Güneş koruma faktörleri bulunan kremler daha çok UV-B’ye karşı sizi korur. Ama UV-A daha derine inebiliyor ve deri kanserine neden olabiliyor. Bu nedenle aldığınız ürünün UV-A’ya karşı da korumalı olduğuna dikkat edin. Hele açık renkli bir tene sahipseniz 30 koruma faktörlü ve UV-A korumalı ürünler kullanılmalı.
Eğer derinizde yanık varsa; hiç güneşe maruz kalmayın. Çünkü derinizi güneş ışınlarına karşı koruyan doğal bariyer tahrip olmuş, UV’den çok daha fazla etkileneceksiniz demek.
Güneş kreminizi sürseniz de uzun süre güneş ışınlarına maruz kalmayın. Yüzde yüz koruma diye bir şey yok, unutmayın.
Yazının Devamını Oku