22 Ekim 2005
Karadeniz’de heyelan ve su baskınlarına yol açan yağışların haftasonunda kesilmesi ile yağışlar yurdun tamamından ayrılmış olacak. Günlerdir bahsediyoruz haftasonunda hava hiç fena değil, sıcaklıklar artıyor, güneş kendini bolca gösteriyor. Hatta önümüzdeki haftanın ilk bir kaç gününde de durum aynı. Ancak iki duruma dikkat, birincisi açık gökyüzü ve yüksek basınç, sis ihtimalini ortaya çıkartabilir. İkincisi sabah ve aşam saatlerinde hava hayli serin. Kıyafet seçiminize ve görüşü düşüren sise karşı sürücülere dikkat diyoruz!
Pastırma yazını bilmeyen yoktur. Peki zamanını biliyor musunuz? Genellikle kasım ayında gerçekleştiği için birçok kişi yalnızca kasım ayı içerisinde pastırma yazı gelir diye bilir. Ancak pastırma yazının zamanı ekimin son haftası ile kasımın ilk üç haftası aralığında, 10-12 gündür.
Hiçbir atmosferik olayda olmadığı gibi pastırma yazında da bir periyodiklik yoktur. Yani her yıl aynı zamanda gelmiyor. Örnek geçen yıl, ekimin son haftasında yazdan günler oldu, sonra kasımın ilk haftasında İstanbul’da kar bile yağmıştı ki ardından gelen günlerde bırakın pastırma yazını, bir süre adam gibi ısınamadık bile. Böylelikle pastırma yazını ekim sonu geçirip, bitirmiş olduk.
Ya bu yıl? Bu haftasonu ısınıyoruz ve ardından gelen birkaç gün hava hiç fena değil, bahardan kalma günler olacağa benziyor. Bu pastırma yazı mı, net bir şey söylemek pek mümkün değil. Zamanlama belki yerinde gibi ama süresi kısa. Bu haftasonundan itibaren beklediğimiz yazdan kalma gün sayısı 3-4. Bu durumda pastırma yazı olma ihtimali azalıyor, çünkü pastırma yazı genellikle 10-12 günü bulur. Kasım içerisinde tekrar ılık hava gelirse, artık bu haftasonunu, ramazanda, Tanrı’nın bize bir ekstrası olarak görebiliriz :)
PASTIRMA YAZIADINI NEREDEN ALDI
Neyse pastırma yazının zamanını geçtik, adı nereden geliyor biliyor musunuz? Hep bir ağızdan ‘pastırmadan’ dediğinizi tahmin ediyorum. ‘Pastırma’ kısmı doğru. Peki ‘Yazı’ nereden geliyor? Yazı sevip benimsediğimiz için ‘Pastırma Ayazı’nı tutup ‘Pastırma Yazı’ yapmışız.
Pastırma Yazı, daha doğrusu Pastırma Ayazı’nın adı, pastırmanın bu dönemde en iyi olgunlukta yapılmasından geliyor. Et ile çemenin iyi bir şekilde kaynaşabilmesi için soğuk ve yağışsız havaya, yani ayazlı gecelere ihtiyaç var. Gece ayaz olmasını sağlayan yüksek basınç, yani açık hava, haliyle gündüze de yansıyor ve güneşin görülmesi ile yazı anımsatan günler oluşuyor. Kurutma işlemi gece açık havada, gündüz ise gölgede yapılıyor.
Bizdeki pastırma yazının ABD’deki muadili Indian Summer (Kızılderili Yazı). Kışa girmeden önce yaşanan ve ilk etkili don olayının ardından yazın geri dönmesi olayı. ‘Kızılderili Yazı’nın adı nereden geliyor?’ diyeceğinizi tahmin ettiğim için ‘Eee onu da bir amerikalıya sorun artık’ demedim, araştırdım. Sonuç şu: Indian Summer (Kızılderili Yazı) adının nereden geldiği pek belli değil. Kimileri Hint Okyanusu üzerinden ticaretin o dönemde canlandığı, kimileri de Kızılderililerin bu dönemde ava çıktıkları için bu adın verildiğini söylüyor.
Not: Bu not omzum üzerinden yazımı okuyup ‘Bünyamin, Kartalkaya’ya, Palandöken’e kar düşmüş, biraz da kardan bahsetsen olmaz mı?’ diyen Mehmet Sümer’e: Mehmet, ben pastırma yazı diyorum, sen ne diyorsun?
Yazının Devamını Oku 
14 Ekim 2005
Pazar ve pazartesi hissedilmesi beklenen serinleme, sıcaklıkları özellikle önümüzdeki pazartesi düşürecek. Tabii bu dalgalanmanın başlaması ile beraber, yani cumartesi akşamından itibaren Marmara, İç Anadolu ve Karadeniz’e yağış gelecek. Yeni bir yağışlı ve serin hava sistemi geliyor. Pazar ve pazartesi günü hissedilmesi beklenen bu serinleme, sıcaklıkları özellikle önümüzdeki pazartesi düşürecek. Tabii bu dalgalanmanın başlaması ile beraber, yani cumartesi akşamından itibaren Marmara, İç Anadolu ve Karadeniz’e yağış gelecek. Gökgürültülü sağanak şeklinde beklenen yağışlar özellikle pazar günü Orta Karadeniz’de problem oluşturabilir, her ihtimale karşı su baskınları ve sele karşı dikkat!
Bu haftaki yazıma geçmeden minik bir bilgi; sanırım ay sonuna doğru bir pastırma yazı yaşayacağız. Bu hafta bunu çok kurcalamıyorum, daha net değil, ayrıntı önümüzdeki haftaya.
*
Şimdi, doğru bildiğiniz herşeyin aslında yanlış olduğunu, yaptıklarınızı da bu yanlışlar üzerine bina ettiğinizi düşünün. Ne hissedersiniz? Sizi bilmiyordum ama meteorologlar, mevsim geçişlerinde bu duruma ara ara düşebiliyor. Ana mevsimlere iyi refleks veren atmosferik modellerin (üzerinde hava tahmini yaptığımız atmosfer haritaları), ara mevsimlerde (ilkbahar ve sonbaharda) tutarlılığı biraz düşüyor. Bu nedenle bazen bir sabah kalktığınızda önümüzdeki günler için yaptığınız analizlerin aslında hatalı olduğunu, sistemin tamamen değiştiğini sık olmasa da görebiliyorsunuz. Bunun nedeni de şu; matematik modeller ‘farazi atmosfer’ denen bir takım sabit standartlar baz alınarak oluşturulmuştur. Ama geçiş mevsimi dediğimiz sonbahar ve ilkbaharda hem yaz, hem de kıştan örnekler olduğu için modeller, hava sistemlerinin karakterlerini yakalamada bazen zorlanıyor. Yani önümüzdeki günlerde tahminlerde sapmalar meydana gelirse eğer Allah sizi inandırsın bizim (meteorologların) bir günahımız olmayacak, tüm kabahat modellerin :)
Neyse yazımın havasını bir anda değiştiriyorum; ‘Neden sonbahar ve ilkbahara ara mevsim diyoruz? Neden sonbaharı yazın bitişi olarak görürüz de, kışın başlangıcı, ya da başlı başına bir mevsim olarak düşünmeyiz? Sanki şartlı refleks mevsimlere yaklaşımımıza da yansımış. Giyinmekten, üstümüzün başımızın dağılmasından, çamurlanmasından bu kadar mı korkuyor, bu kadar mı rahatsız oluyoruz acaba? Aynen tatillerimizi hep yaza denk getirmelerimiz gibi. Yaz aktivitelerini araştırıyoruz, buluyoruz. Ama sonbahar ve kışa üvey mevsim muamelesi yapıyoruz. Aslında görmek yerine baksak ilginç şeyler çıkartabiliriz.
Genellikle tiril tiril giyinip dolaşamayacağınız bir mevsimdir sonbahar. Sonbahar cesaret ister, üstümüzün başımızın hiç beklemediğimiz bir anda ıslanacağını, çamurlanacağını, saçımızın başımızın dağılacağını, hatta üşüteceğimizi bilerek İstiklal’de dolaşma cesaretidir mesela.
Yaz aşklarının yaprak dökmeye başlamalarının nedeni, havanın kapatması-bulanması, belki psikolojilerin bozulmasıdır. Kendimizi hep canlı renklerin güzelliğine şartlamışız. Bakın size bir portre; yağmurlu bir günde Rumelihisarı’nda, Kale, Don Jon ya da Sade Kahve’de oturuyorum, grinin tonlarını sergileyen gökyüzü ile yeşile dönen denizin iç içe geçtiği tablo manzaram, kahvaltımı yapıyorum, canlı tek renk çayımın kırmızısı. Ve gri bulutların arasından güneşi görüyorum, adeta eksikliğinin borcunu ödüyor, içimi ısıtıyor. (meteorolog deyip geçmeyin, bende daha ne cevherler var ).
Yağmurda yürümek ya da yürüyenleri izlemek, kesin ikisinden birini seviyorsunuzdur. Bağdat Caddesi’nin bir ucundan diğer ucuna vitrinleri, insanları izleyerek yürümek ya da evinizin sokağı gören camı önünde, büskivi ve çayla yolu seyretmek, suyun yol kenarında akışını gözlemek sonbaharın size sunabileceklerinden.
Sonbaharda kurumuş yaprakların yerde rüzgarla sürüklenişi bana hep eskiyi hatırlatır. Üşümek ile üşümemek gibi, dün ve bugün arasında gidip gelmek. Yaa sevin şu sonbaharı, gerçekten sonbahar güzeldir...
Yazının Devamını Oku 
7 Ekim 2005
Bu haftasonu yurdun büyük kısmında güneş görülecek. Karadeniz’de ise bugün tehlike söz konusu. Rize dolaylarının yaşadığı sel ve heyelanın üzerinden 10 gün bile geçmeden yeni bir sistem daha geliyor. Bugün özellikle etkili olabilir. Her ihtimale karşı dikkat! Bugünlerde herkes İstanbul’da trafikten şikayetçi. 350 farklı noktada çalışma var. Ben her akşam 2-2,5 saatte evime ulaşabiliyorum. Yaşadığım ilçenin hem Ankara Asfaltı’nda, hem Minibüs Caddesi’nde, hem de Bağdat Caddesi’nde çalışma var. Ve bunlar dışında başka ana arter yok. Bu çalışmaların yapılması gereklidir ve bugüne kadar yapılmış çalışmaları sanırım hiç kimse yadsımıyordur, memnuniyetle bahsediyordur ama benim son çalışmalara ilişkin sorum var. Yetkililerimiz ‘bu kadar çok noktada aynı anda çalışma yapılması ne tür problemler oluşturacaktır?’ diye üniversiteler ile görüştüler mi, hiç uzman görüşü aldılar mı?
Oluşabilecek olumsuz etkilerin birkaçını sıralayayım, sonra kendi alanımdaki etkilerden kısaca bahsedeceğim. a-Yüzbinlerce insanın bu kadar saat trafikte vakit geçirerek ve strese girerek oluşturdukları iş kaybı, b-Bir yerden bir yere giderken 2-3 saat geçiren insanların psikolojilerinin bozulması, c- Üstüne üstlük çalışmaların ramazan ayına denk gelmesi ve oruç tutanların stresini bir kat daha artırması, d-Fosil yakıt tüketiminin artması, buna bağlı olarak bireysel bütçe sarsılmaları, çevre kirliliği (özellikle bitki ve ağaçların strese girişi) ve milli servetin bir kısmının çöpe gidişi, e- Hava kirliliği ve son olarak f-İnsan sağlığı tehdidi.
Bunlar çalışma yapıldığı için değil, çok noktada bir anda çalışma yapıldığı için! Hava kirliliği ve insan sağlığı üzerindeki etkilerine kısaca değineyim. Kömür gibi havada is ve duman oluşturmadığımız için kirleticileri şu anda fark edemiyor olabiliriz. Acilen birçok noktada ölçümler yapılmalı. Zira şu anda trafikteki araçlar her zamankinden en az üç kat oranında daha fazla çalışır durumda. Dolayısıyla atmosfere yayılan kirleticiler de arttı. Bunlar uzun vadede küresel ısınmanın tetikleyicileri, ancak bunun ötesinde kısa vadede risk daha büyük, zira insan sağlığı söz konusu. Unutulmamalı ‘insanoğlu ortalama değil, anlık yaşıyor’. Bir anda alacağımız fosil yakıt atığı gaz belki uzun süren tedavilere yol açacak ve biz nedeninin bile farkına varamayacağız. Yalnızca fosil yakıtlardan göreceğimiz zararla kalsak iyi, araçların bu kadar trafikte kalması ve atmosfere yaydıkları gazlardan bitkiler ve ağaçlar strese giriyor. Özellikle orman ortasından geçen yollarda (TEM) büyük risk ortaya çıkıyor. Strese giren ağaçların salgıladıkları bir takım gazlar oksijen parçalıyor. Ormanlık bölgelerde çokça bulunan O2 parçalanıyor O1 ve O1 haline geliyor. Oksijen ile oksijen atomu birleşince O1 + O2=O3 oluyor. O3 ozon demek, yer seviyesinde ozon demek, ciddi insan sağlığı tehdidi demek!!! Ölçüm yapılan anda belki normal değerler görülebilir ama anlık ya da kısa zaman aralığındaki yer seviyesi ozon sıçrayışları ciddi sıkıntılar doğurabilir. Üniversitelerle fikir alışverişlerinde bulunuldu mu, merak ediyorum.
Bir başka yeni adet de yollara (asfalta) beyaz fon üzerine kırmızı ile ‘XXXXXXX BELEDİYESİ’ yazılması. Geçenlerde gece bu kocaman beyaz şeridi yerde görünce çok büyük bir kasis var ve arabamın göreceği zararı bırakın, kafamı tavana vurup boynumu inciteceğim refleksi ile ani bir fren yaptım. Neyse ki arkamda araç yoktu, yoksa ciddi bir kaza ile burun buruna gelebilirdim. Burada ikinci sorumu soruyorum: ‘Yere yazılan bu yazının sürücülerin hayatına kattığı yarar nedir?’
Yazının Devamını Oku 
30 Eylül 2005
Cumartesi günü Ege ve Marmara’nın batısı üzerinden Türkiye’ye girecek yağışlar pazar günü orta ve batı bölgelere sarkacağa benziyor. Yağışlar ağırlıkla sağanak şeklinde. Yeni haftanın ilk gününde yağışların doğuya doğru ilerlemesinin ardından havanın bir kaç günlüğüne toparlanması bekleniyor.
Kuzey bölgelerde hafta boyunca kendini gösteren moral bozucu gri gökyüzü bugün değişiyor. Hava toparlanıyor ve sıcaklıklar bir kaç derece artıyor. Ancak yeni yağışlı sistem kapıda! Cumartesi günü Ege ve Marmara’nın batısı üzerinden Türkiye’ye girecek yağışlar pazar günü orta ve batı bölgelere sarkacağa benziyor. Yağışlar ağırlıkla sağanak şeklinde görülecek. Marmara ve Ege’de su baskınlarına, problemlere yol açabilir. Yeni haftanın ilk gününde yağışların doğuya doğru ilerlemesinin ardından havanın birkaç günlüğüne toparlanması bekleniyor. Ekim ayına giriyoruz, olacak bu kadar yağışlar. Pastırma yazı ise ekim sonu-kasım başı gibi olur artık.
*
Sizce kasırga ve tayfunlara hangi cinsiyetin adları veriliyor? Kadın? Erkek? Eğer ‘Sürekli kadın isimleri veriliyor’ diyorsanız konu üzerine ya eksik, ya da yanlış bilgiye sahipsiniz. Amerika Birleşik Devletleri’nin güney kıyılarını vuran son tayfunlarla beraber bu soru çokça gündeme geldi. Tayfunlara neden kadın isimleri veriliyor? Aslında öyle değil, daha doğrusu bir süredir öyle değil. Bu tayfunlara isim takma alışkanlığı 1900’lerin başlarına dayanıyor. Avustralyalı meteorologlar sevilmeyen siyaset adamları ile başlamışlar isim koyma işine. Ardından 2. Dünya Savaşı’nda ABD Deniz Kuvvetleri meteorologları sevgililerinin adlarını vermeye başlamışlar. Tayfunlara kadın ismi takma ilk burada ortaya çıkıyor. Sonrasında çok kısa bir dönem ‘Charlie’ benzeri isimler kullanılmış. 1953-1954’ten itibaren ise kadın isimleri tamamen yerleşmiş. Meteorologlar, tayfunlara kadın ismi vermenin nedenini de ‘tahmin edilmeleri, keşfedilmeleri zor olmalarından dolayı’ şeklinde açıklıyorlar. Kadın okuyucularım, lüften, bana öyle bakmayın, 1950’lerde ben daha doğmamıştım! :) Neyse, bu yalnızca kadın ismi verme işi, feminist grupların tepki göstermelerine kadar devam etmiş. 1970’lerin sonlarında tepkiler üzerine erkek isimleri de konmaya başlanmış. Şu anda hem kadın, hem erkek isimleri verilmekte.
Aslında bu isimler öyle her tayfunda aranıp bulunan isimler değil. Önümüzdeki yıllarda oluşacak tayfunların-kasırgaların isimleri şimdiden belli. Tayfunların meydana geldiği bölgeye göre ilk harfleri alfabetik gidecek şekilde isimler önceden belirlenmiş. Örneğin bu yılın isimleri bazı bölgelerde şöyle; Atlantik tayfunlarının isimleri; Arlene, Bret, Cindy, Dennis, Emily, Franklin, Gert, Harvey, Irene, Jose, Katrina, Lee, Maria, Nate, Ophelia, Philippe, Rita, Stan, Tammy, Vince, Wilma. Kuzey Doğu Pasifik tayfunlarının isimleri; Adrian, Beatriz, Calvin, Dora, Eugene, Fernanda, Greg, Hilary, Irwin, Jova, Kenneth, Lidia, Max, Norma, Otis, Pilar, Ramon, Selma, Todd, Veronica, Wiley, Xina, York, Zelda. Filipin bölge isimleri; Auring, Bising, Crising, Dante, Emong, Feria, Gorio, Huaning, Isang, Jolina, Kiko,Labuyo, Maring, Nando, Ondoy, Pepeng, Quedan, Ramil, Santi, Tino, Undang, Vinta, Wilma, Yolanda, Zoraida.
Tabii sürekli ad bulmak kolay olmasa gerek ki, bu isimler belirli yıl aralıklarında tekrarlanıyor, ancak büyük zarar veren tayfun isimleri tekrarlanmıyor, örneğin Katrina!
Okuduğunuz gibi hem kadın, hem erkek isimleri var. İrili ufaklı, fırtınaya dönüşmüş tüm hava sistemlerine isim verildiği için aslında medyaya yansıyamamış onlarca fırtına var. Bizim aklımızda kalanlar ise, tabii ki vurucu olan tayfun ve kasırgaların isimleri oluyor. Nasıl bir tesadüftür bilmiyorum ama büyük hasarlara neden olan tayfunlar genellikle kadın isim sırasına denk geliyor. Bence bu bir tesadüf, samimi söylüyorum, yoksa inanmadınız mı?! :)
Yazının Devamını Oku 
23 Eylül 2005
Bu haftasonu Karadeniz, İç Anadolu, yer yer Güney Ege ve Akdeniz’de yağışlar var. Dikkati özellikle Karadeniz’e çekiyoruz, su baskınları yaşanabilir. Uzun vadeye baktığımızda şunu söyleyebiliriz; önümüzdeki 15-20 günlük zaman diliminde sıcaklık dalgalanmalarını daha sık ve büyük değerlerde göreceğiz. Bu hem yazdan, hem de sonbahardan günlerin art arda olduğu anlamına geliyor.
*
Mangal sever misiniz? Şöyle sarmısak, zeytinyağı, biber salçası, kekik ve bilumum baharatlarla (ki ben kimyonun burada liderliği zorlayacağını düşünürüm) iyi terbiyelenmiş mangalda kuzu şişi de tek geçerim valla! Sizce hangi hava iyidir? Temiz olan mı, kirli olan mı? Ya da alveollerinizin çapı ne kadar biliyor musunuz? Allah aşkına bu soruların cevabını bilmiyorsanız niye mangal yapıyorsunuz? ;) Kafalar biraz karışmış olabilir, artık konuya girsem iyi olacak sanırım.
Havada irili ufaklı milyonlarca partikül var. Tabii bir şekilde oluşan bu partiküllerin yanında bir de insanoğlu her zamanki gibi atmosfere müdahil durumda.
Bacalardan çıkan gazlardan sigara dumanına, filtre edilmemiş dizel egzozlardan çöplerin yakılmasına kadar birçok şekilde atmosfere partiküller salıyoruz. Mangal yakarak ve havai fişekler atarak da bu partikül artışına destek veriyoruz. Avrupa standartlarına göre otomobil katalizörlerindeki metal parçacıkları dahi tehlikeli sınıfta.
Standart şu; bir metreküplük havadaki ince toz parçacıkları 50 mikrogramı geçmemeli. Ve bu seviye aşımı yılda 35 günü aşmamalı, aşan kentlere ciddi cezalar veriliyor. Verilmeli de, çünkü; Avrupa Birliği’nin yaptırdığı araştırma sonucuna göre, yalnızca Avrupa’da bu toz parçacıklarından yılda 310 bin kişi ölüyor. Yanlış okumadınız 310 bin kişi! Kirletildikten sonra havanın temizlenmesi de çözüm değil, zira ıslak sokak temizliği ve kurum katalizörleriyle havadan belli partiküller alınabiliyor, bahsettiğimiz partiküller mikron seviyesinde, temizlendiği düşünülen havada da aynı partiküller bulunuyor. Bu partiküller 0,1 mikrometre büyüklüğünde. Temizlenemiyor ve bir nefesle alveollere kadar ulaşabiliyor. Mikron seviyesindeki parçacıklar kana karışıyorlar. Tansiyon, kalp atışı ve kanama zamanı değişikliğine sebebiyet verebiliyor. Aman sıkışık trafikte camlarınız kapalı, havalandırmanızı açarken iç sirkülasyon düğmesi de muhakkak basılı olsun. Trafiğin yoğun olduğu zamanlarda yüksek toza bağlı enfarktüs ve inmeler yaşanabiliyor. Tabii bu söylediklerimden ‘Aman Allahım, ne yapacağız?’ gibi korku cümleleri kurmayın zira bu söylediklerim günlük yaşamda gördüğümüz problemlerin ve ölümlerin yalnızca bazı sebepleri. Yani şu an büyük şehirlerde yaşanan bazı problemlerin açıklaması bir anlamda.
Bu partiküller yalnızca alveollere kadar ulaşarak sağlık problemlerine yol açmıyor. Bir partikül ne kadar küçülürse yüzeyi o kadar artar. Yüzeyin artışı oksijenle temas halinde olan bölgenin de arttığı, aşırı oksijen de yanma-patlama anlamına geliyor. Almanya’da 70’lerin sonlarında, Bremen’de bir değirmende patlama sonucu birçok çalışan hayatını kaybetti. Evimize ekmek ya da başka şekillerde giren un, yığınlar halindeyken merkezinde bir patlayıcı olabilmiş. Bu nedenle ince partiküller yanıcı maddelerle birleştiği anda patlamalara neden olabiliyorlar. Bir örnek daha; bazen madenlerdeki kömür tozları patlamaya destek olmakta.
Velhasıl burada aktarmak istediğim; atmosfere salınan ince tozlar belki farkında değiliz ama ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor ve biz bunların nedenlerine bakmaksızın bir çok kişinin yaşadığı bir kalp ya da bir astım krizi olarak görüyoruz. Yapılacak şey şu; tozlu bölgelerde pek bulunmamak ve araçlarda önlemimizi almak, ikincisi atmosfere hem dünya devletleri, hem de birey bazında en az seviyede müdahil olmak. Aynen küresel ısınma için yapılması gereken gibi.
Yazının Devamını Oku 
16 Eylül 2005
Bugün orta ve batı bölgelerde yağış bekliyoruz. Yağışlar sağanak, hem de gök gürültülü sağanak şeklinde bekleniyor. Su baskınlarına sebebiyet verebilir. Cumartesi hava toparlanıyor, pazar günü ise sıcaklıklar 2-3 derecelik düşüşün ardından tekrar artıyor.
Yağışlara bakıp moralinizi bozmayın. Eylül ayında olacak o kadar! Bugün orta ve batı bölgelerde yağış bekliyoruz. Eylül ayında o kadar yağış olacak diyorum, ama şunu da eklemem gerekiyor, yağışlar sağanak hem de gök gürültülü sağanak şeklinde bekleniyor. Uzun soluklu değil ama su baskınlarına sebebiyet verebilir. Cumartesi hava toparlanıyor, pazar günü ise sıcaklıklar 2-3 derecelik düşüşün ardından tekrar artıyor.
‘Şimdi daha yaz bitmemiş, ara ara yağışlar olsa da güneşi görüyorken, ısısını hissederken moralimizi bozmanın alemi var mı?’ demeyin, çünkü ben gerçekleri ve yalnızca gerçekleri söylüyorum, işte sonbahar aslında yazın geride kaldığını, artık kışa doğru ilerlediğimizi haber veriyor. ‘Çizgisel kirletici kaynakları’ dediğimiz otoyollardan üretilen kirleticiler üzerine kışın yeni kaynaklar eklenecek. Doğal gaz kullanılmaya başlandı birçok merkezde ama görüntü itibarıyla temiz olsa da neticede doğal gaz da havayı kirletiyor. Hatta küresel ısınmaya neden olacak şekilde atmosfere karbon salınıyor. Türkiye’de de birçok yerel yönetim çalışmaları yapılıyor, bunların üzerine fikir olur düşüncesi ile dünyada uygulanan birçok önlemler var, bunları hatırlatayım istedim.
*
Isınma ve sanayi için kaçınılmaz bir şekilde fosil yakıt tüketiliyor, en azından çizgisel kirletici kaynakları biraz dizginleme amaçlı, Roma Belediyesi, tarihi bölgelerde her ayın 3 pazarında otomobil yasağı getirdi. Hafta içi bir gün de tek veya çift plakalı otomobillerin kullanılmasına izin veriyor. (Gerçi tek veya çift plaka uygulaması Türkiye’de de düşünülmüştü ama tarihi ve turistik bölgelerin belirli günler trafiğe kapatılması düşünülebilir.) Hava kirliliğine ve trafiğe karşı Londra’daki önlem ise vergi yolu ile oluyor. Londra’daki önlem biraz daha çağdaş, şehrin girişlerindeki kameralar her otomobilin fotoğrafını çekiyor. Siz de hemen her süpermarkette bulunan ödeme noktalarından, 8 paund’luk şehre giriş ödemenizi yapıyorsunuz. Eğer gece 12.00’ye kadar ödemeyi yapmazsanız ödemeniz gereken cezalı vergi 40 paund’a çıkıyor. Aynı uygulama Stokholm’de de planlanıyor, ama daha karara bağlanmış durumda değil, 2006 bekleniyor.
Tabii Amerika’yı tekrar keşfetmeye gerek yok, olumsuz tecrübeleri biriktirmekte üzerimize yoktur biliyorsunuz, bu nedenle iyi sonuç vermeyen yöntemleri de bilmekte fayda var, başarısız bir örnek Paris’te uygulanıyor. Buradaki yöntemin temelinde karbonun hava kirliliğinin yanı sıra yer seviyesi ozonunu artırması var. Şehrin ozon seviyesi artışını engellemek, dolayısıyla araç kullanımını en aza indirmek için halka ücretsiz park alanı sunuluyor, ama dediğim gibi iyi sonuç vermiş durumda değil!
Yerel yöneticiler tarafından hem küresel ısınma, hem de hava kirliliği adına düşünülen projeler varsa eğer kış gelmeden bu bilgiler de ek olsun dedim. Yoksa etliye sütlüye karışmam, neme lazım ben tahminimi, uyarımı yapar geçer giderim, polemiğe de girmem :)
Bu arada sabah ve akşam saatleri hava serin oluyor, tedbirli olun! Demedi demeyin! Bakın yine uyarımı yaptım! Benden günah gitti...
Yazının Devamını Oku 
9 Eylül 2005
Sıcaklıklar toparlanmış olsa da ağustos değerleri yok. Eylül ortalarına kadar bu şekilde, ardından yine düşüş yönünde dalgalanma var. Hafta sonunda durum nasıl? Haritalardan da göreceğiniz gibi yağış dar bir alanda, cumartesi günü başkent çevrelerinde, pazar günü de Karadeniz’de görülecek. Geçtiğimiz haftasonundaki sonbaharın ‘Ben geldiiiiiiiiim’ demesinin ardından sıcaklıklar toparlanmış olsa da ağustos değerleri yok. Uzun vadeli öngörümde ayın 15-16’sına kadar bu şekilde, ardından yine bir düşüş yönünde dalgalanma var. Hafta sonunda durum nasıl? Haritalardan da göreceğiniz gibi yağış dar bir alanda, cumartesi günü başkent çevrelerinde, pazar günü de Karadeniz’de görülecek.
*
Pek uzun olmayan sıradan bir yaz geçirdik. Avrupa’da da benzer şekilde, iki kez ve kısa süreli vuran sıcaklar dışında, sıradışı bir yaz söz konusu değildi bu yıl. Gelelim bundan önce, bu yaz için yapılmış öngörülere, hatırlıyor musunuz? Birçok üniversiteden (özellikle yurtdışı kaynaklı) bu yazın aşırı sıcaklarla dolu uzun bir yaz olacağı açıklamaları geliyordu, hatta daha da ileri gidip son 200 yılın en sıcak yazı olacağı iddia ediliyordu. Ben o dönemde ‘Önlem alınsın ama böyle bir iddiada bulunmak yanlış, hatta bir o kadar yazın sıradan geçme ihtimali de var’ diyordum. Geçtiğimiz kış ortasında, yaz için bu öngörüler yapılırken İTÜ Avrasya Yer Bilimleri’nden Prof. Dr. Mehmet KARACA ile yaptığım sohbeti size aktarmıştım. Sohbetin konusu; Andromeda, 13. Savaşçı ve Jurassic Park gibi romanların yazarı Michael CRICHTON’un son bilimkurgu romanı üzerineydi. Kitapta, bilimsel çevrelerin savunduğunun aksine, kutuplarda sıcaklığın azaldığı, buz kalınlığının arttığı öne sürülüyor, ısınmaya sera gazlarından çok, yol ve binaların yol açtığı iddia ediliyordu. Neticede bu bilim kurgu bir roman ama birçok çevreciyi ve bilim adamını karşı karşıya getirdi. Prof. KARACA kitabın iddialarına tam olarak katılmasa da, yapılan iklim değişimi senaryolarının tutarsızlıklarına ve çok değişkenli ve kaotik atmosferin; bırakın 20-50-100 yıllık öngörülerinin yapılmasını, eldeki datalar ile geçmişe dönük iklim modellemelerinde dahi başarısız olunduğuna, daha atmosferi tanımaya çalıştıklarına dikkat çekiyordu.
Bakacak olursanız içinde bulunduğumuz yaz mevsimini örnek verebiliriz, son 200 yılın en sıcak yazı olacağı iddiaları ile herkes tedirgin edilirken, bırakın sıradan olmasını, hayli kısa sürdü diyebiliriz, en azından geç geldi. Aman buradan bu tür modelleme çalışmalarının yapılmaması gerektiğini savunduğum çıkmasın, akademik çevreler bu çalışmaları yapmalı, devletler bazında bilgi paylaşımı ve önlemler alınmalı ancak sokaktaki insanı ilgilendiren kısmı daha hassasiyetle verilmeli ve öğretilmesi gereken bilgiler arka planda kalacak şekilde hareket edilmemeli. Şimdi burayı biraz açayım. Bakın dünyayı savaş psikolojisine soktular, tüm dünya silahlanmaya gidiyor ve bu sektörde büyük teknolojik gelişmeler oluyor. Yönlendirme başka bir yöne yapılsaydı, örneğin; eğitim ve sağlık, o zaman gelişme bu yönde olacaktı. Aynı yanlış deprem konusunda da yapılıyor, ekranlar ‘deprem olacak mı? olmayacak mı?’ programlarıyla dolu. Bu durumda sokaktaki insan evimi nasıl depreme dayanıklı hale getiririm yerine, depremin olup olmayacağını merak ediyor. Akademik araştırmalar yine yapılsın ve risk durumlarında vatandaşlar yine uyarılsın, ama sokaktaki insana ulaştırılan deprem yarışmalarına harcanan iş gücü, para ve bilgi, depreme karşı ve deprem karşısında ne yapılabilirin eğitimine harcansa daha iyi olmaz mı? Silahlanma örneği gibi küresel iklim değişimi için de, sokaktaki insana, bir gün söylenenin ertesi gün çürütüldüğü bilimsel sonuçları iletmek yerine, çevreyi koruma ve atmosfere en az seviyede müdahil olma yolları anlatılsa, gelişim bu yönde olacaktır. Ve inanıyorum ki çok daha büyük adımlarla yol alınacaktır.
Yazının Devamını Oku 
2 Eylül 2005
Sıcaklıklar azalıyor, sağanak yağışlar bekleniyor. Özellikle Karadeniz’de cuma, cumartesi ve pazar günü sel tehlikesi var. Bölgenin doğusunda toprak yapısı maalesef heyelana da çok elverişli. Bu nedenle dikkat diyoruz. Yurdun büyük kısmındaki sıcaklık düşüşü 3-4 gün sonra toparlanabilecek.
Eylüle girişimizle beraber sonbahar yüzünü bir gösterip çekmeye hazırlanıyor. Sıcaklıklar azalıyor, sağanak yağışlar bekleniyor. Tehlike söz konusu. Düşmesi beklenen hava ısısı deniz suyu sıcaklığının altına inecek ki, bu durum deniz üzerinde aşırı buharlaşmaya yol açabilir, aşırı buharlaşma da aşırı yağışa. Özellikle Karadeniz’de cuma, cumartesi ve pazar günü sel tehlikesi var. Bölgenin doğusunda toprak yapısı maalesef heyelana da çok elverişli. Bu nedenle dikkat diyoruz, önleminizi her ihtimale karşı alın. Yurdun büyük kısmındaki sıcaklık düşüşü 3-4 gün sonra toparlanabilecek.
*
Tayfun-tornado (hortum)- siklon; bunlar doğu kıyıları okyanusa açık ülkelerin baş belası meteorolojik olaylar. Katherina tayfunu Amerika Birleşik Devletleri’nin güneydoğusundan girdi, ülkenin kuzeyine doğru son buldu. Geride, şu an itibariyle tahmin edilen 10-25 milyar dolar arasında maddi hasar ve 100’ün üzerinde ölü bıraktı. Türkiye’de, bu tür meteorolojik olaylar için özel adlar kullanmadığımız, her sert rüzgara fırtına ve kasırga dediğimiz için, ne zaman bu tür bir tayfun dünyanın bir köşesinde oluşsa klasik soru ortaya çıkıyor, ‘Bu kasırga bize doğru gelir mi? Böyle bir fırtına bizim ülkemizde de oluşur mu?’ Her sert esen rüzgara fırtına demezsek, ya da Türkiye ve dünyadaki her meteorolojik olayın gerçek adını kullanırsak bu tür kaygılar içerisine girmeyiz. Her sert rüzgar aynı değildir. Bizdeki fırtınalar ile ABD’nin güney- doğu kıyılarını vuran tayfun, elma-armut gibi birbirinden tamamen farklı meteorolojik olaylar. Oluşumları, coğrafyaları, hareket yönleri, sistemin kendi içindeki rüzgar yönleri, güçleri, ulaştığı hızları, tahribatları birbirinden tamamen farklı. Bizde de ufak çaplı hortumlar oluşuyor ancak, Amerika’daki gibi güçlü değil ve sistemateği farklı, yani yine aynı şeyler değil. Türkiye’de böyle bir tayfun nasıl oluşur? Uzun zaman geçmesi lazım, kıtalar yer değiştirir ve bizim yaşadığımız ülkenin doğu kıyıları okyanusa açık olursa olur :)
Bakın bu hortum ve tayfunlar nasıl oluşuyor ve gücünü nereden alıyor? (Geçtiğimiz haftalardan birinde kısaca bahsetmiştim.) Yaz aylarında okyanusun yüzey sıcaklığı normallerine göre bir miktar yükselir ve buna bağlı olarak buharlaşma artar. Gözünüzde bir huni canlandırın, bu huni dar alanda çok büyük değerlerde basınç düşüşü ile oluşuyor. Nemli hava bu huninin helezon şeklinde dönüşü ile oluşan vakum ile iç duvarlarından sarmal çizerek yukarı, bulutun içine taşınır. Tabii su buharı, yukarı doğru taşınırken sıcaklık düşüşünden dolayı yoğuşmaya, Kümülüninbus bulutunun iç duvarlarını oluşturmaya başlar. Bu hareket ile hem Kümülüninbus bulutu büyür, hem de su buharının yoğuşmasından dolayı gizli ısı açığa çıkar (nasıl çaydanlıktaki suyunuzun buharlaşması için ocaktan ısı alması gerekirse, su buharı da soğuk hava ile karşılaşıp suya dönüşürken ortaya ısı yayar). Açığa çıkan gizli ısı kasırganın ana enerji kaynağıdır. Bu nedenle sistemin büyüklüğü ve gücü, okyanus üzerinde bulunduğu müddetçe artmaya devam eder. Siklon, hortum ya da tayfunun karalar üzerinde bu denli yıkıcı olmasının nedeni de bu zaten, karaya ulaşana kadar gücünü artırıyor, yani sistem karaya en kuvvetli haliyle vuruyor. Tayfun karaya ulaştığı anda artık altında okyanus değil kara olduğu için, sistemi besleyecek su buharı kaynağı ortadan kalkıyor. Ortalığı yıka-devire enerjisini tüketiyor, sistem son buluyor.
Yazının Devamını Oku 