26 Ağustos 2005
Karadeniz’de sel ya da heyelan tehlikesi var. Dikkat diyerek yazıma başlıyorum. Orta Karadeniz’de bugün, yarın ise bölgenin orta ve doğu kesimlerinde problemler yaşanabilir. Unutmayın, hava sıcaklığı ile deniz suyu sıcaklığının birbirine yaklaşması tehlike demek ve Karadeniz’de bilhassa cumartesiden pazara geçişte hava sıcaklığında hissedilir bir azalma bekliyoruz.
*
Eveeet, benim tatilim bu yıl için sona eriyor. Siz bu yazıyı okurken ben gecemi-gündüzümü karıştırmış, jet lag’den kurtulmaya çalışıyor olacağım. İnsan her sene Amerika’ya gidemiyor ki, gelmişken New York’u da göreyim dedim. Olaydaki hatayı sonradan anladım, biliyorsunuz Kaliforniya’ya gelip, ‘Hazır ABD’deyken New York’a da gideyim’ demek, İstanbul’dan Dubai’ye gitmişken Somali’yi de görüp geleyim demek gibi bir şeymiş. Bu ülkenin bir ucundan, öbür ucuna gitmek 5.,5 saat sürüyor. Bir sefer niyet ettim, psikolojimi New York’u görmeye hazırladım ya, gitmeliyim. Dünyanın en güzel havasına sahip olduğu düşünülen Kaliforniya’dan New York’a gelince hava birden rahatsız etti, ama çabuk alıştım, zira İstanbul’a benziyor. Tuğba’dan (programımızın prodüktörü) İstanbul’un hava durumunu öğrenirken, ‘İstanbul ile New York’un hava durumu aynıdır’ söylemini bilfiil görmüş oldum, yağmurlu-yağmurlu, güneşli-güneşli, aynı (bunun bilimsel açıklamasını istemeyin, hálá izindeyim!). Neyse gelelim New York’a!!!
New York yalnızca havasıyla değil, sürati, kalabalığı, trafik kurallarının hiçe sayılması gibi birçok noktada İstanbul’a benziyor. Aslında New York City, Manhattan’dan oluşuyor. Belki birçok kişi bilmiyordur, Manhattan bir ada, hem de gayet küçük bir ada. Şehrin dev gökdelenler ile dikine büyümesinin nedeni de bu zaten, ada olduğu için enine büyüyemiyor. Şimdi bu şehrin başarılı ve başarısız yönlerine bakalım. Adamlar dünyanın ticari kalbi olan bu şehri büyütebilmek için sürekli gökdelenler dikiyorlar ve inanın inşaatlar bu küçük adada, bu keşmekeşin içerisinde sıkıntı oluşturmuyor. Sonra İstanbul’un 40’ta, belki de 50’de biri (tam alanını öğrenemedim, ama bir ucundan bir ucuna 3-3,5 saatte yürüyebilirsiniz) büyüklüğündeki bu adaya günde 14 milyon insan giriş-çıkış yapıyor. Bu kalabalıkla, bu kadar küçük bir alanda güvenlik sağlamayı bırakın (İkiz Kuleler’e saldırıyı saymazsak), bu insan sirkülasyonunu düzenlemek bile mesele. Manhattan, etrafındaki şehirlere 9-10 köprü, 4 tünel ile bağlı (maalesef koca İstanbul’a biz 2 köprü, 0 tünel inşa edebilmişiz bugüne kadar). İkiz Kuleler’in yıkılmasının ardından en yüksek gökdelen olan 86 katlı Empire State Binası’nı taa 1900’lerin başlarında yapmışlar. Manhattan’a uyumayan şehir demelerinin nedeni, dünyanın her yeriyle çalıştıkları için saat farkından dolayı 24 saat boyunca muhakkak bir yerler ile bağlantıda bulunmak zorunda olmaları. Her ne kadar ışıl ışıl olsa da şehir bir beton yığını, ama insanları rahatlatmak için şehrin göbeğine ‘Central Park’ gibi bir park yapmışlar. Yaklaşık olarak boyuna 2.5, enine 0.5 mil olan parkta 4 ayrı göl, içinde sincapların dolaştığı adeta bir orman ve tarihi bir meteoroloji istasyonu bulunuyor. Gelelim olumsuz yanlarına; 1 saatlik otopark ücreti 40-50 dolar. Hatta arabalarını bir gece Manhattan’da bırakmak zorunda olan bazı uyanıklar 250 dolar vermek yerine, herhangi bir sokağa park edip 150 dolar cezayı ödemeyi tercih ediyorlarmış. Yollar rezalet, tam tarla. Trafik kurallarına uymak bu şehirde pek popüler değil :) Çok milletten insan barındırdığı için Kaliforniya’daki güler yüzü göremiyorsunuz. Gelişmiş ve eski bir metrosu var, ancak etraf çok dökük. Burayı de geçtik...
Hayli Türk var, özellikle mevsimlik çalışmaya gelenler. New York’a gidecekler deneyebilir, bisikletle ya da atlar ile şehir turu attıran faytonculara doğru, ‘Merhaba, kolay gelsin’ diye seslenin, inanın mutlaka karşılık alacaksınız, şahsen, bizzat, kendim denedim!
Son olarak enteresan bir istatistik; Manhattan’da 100 yaşını aşmış 600’ün üzerinde insan yaşıyormuş, 25 bini de 80 yaşını aşmış. Central Park’ta bakıcılarıyla beraber dolaşan yüz yaşını geçmiş onlarca dede ve nine görebilirsiniz. Neyse, bu kadar tatil yeter, haftaya meteoroloji dersleri tekrar başlıyor, hazırlıklı gelin...
Yazının Devamını Oku 
19 Ağustos 2005
Bu haftasonu minik sıcaklık dalgalanmalarıyla yer yer yağışlar bekliyoruz. Haritalarda da gördüğünüz gibi yağışlar haftasonunun tamamında değil. Orta ve güney bölgelerde sıcaklar görülse de, Marmara, Kıyı Ege ve Batı Karadeniz’de yine yaz değerlerine çıkacak olsa da, geçtiğimiz hafta içerisindeki sıcaklar bir süre ölçülmeyecek.
İki haftadır bahsediyorum, Amerika’da Kaliforniya’dayım, burada gördüklerimin işe yarar kısımlarını sizlerle paylaşmaya çalışıyorum. İnanın bazen ‘Bunlar keşke benim memleketimde de olsa’ diyorum ama bazı noktalar var ki, ister istemez klasik cümleyi kuruyor, ‘Cennet vatanım’ diyorum. En basitinden doğal güzellik adına bizim sahillerimiz kadar güzel sahilleri yok.
Geldiğimde ilk dikkatimi çekenlerden biri, göz göze geldiğim herkesin, tanımasa da hemen selam vermesiydi. ‘Amma medeni insanlar, aferim valla’ dedim. Ama sonradan öğrendim ki, gülümseyip selam verenlerin bir bölümünün amacı dost-düşman, zararlı-zararsız ayırt etmekmiş. Neyse, ben trafik konusuna tekrar döneceğim (geçen hafta da bahsetmiştim).
*
Trafik ışık ve tabelalarının yanı sıra birçok düzenleme, yerdeki, asfalt üzerindeki yazı ve işaretlemelerle yapılmış. Yolların yönleri, girilip girilmeyeceği, park yapılıp yapılmayacağı. Geçen hafta da bahsetmiştim, insanlar trafik kurallarına o kadar radikal şekilde riayet ediyor ki, kavşaklardaki STOP noktaları trafik ışığı ya da polis varmış gibi düzenleme sağlıyor. Tabii asfalt üzerindeki şerit, yazı ve işaretler trafik düzenlemesinde bu kadar büyük yük taşıyınca sürekli yenileniyor. Bu arada benim gibi kaldırım renklerine ve yerde yazan yazılara dikkat etmez, park yapılmaz levhası ararsanız, 40 dolar ceza elin memleketine ödersiniz.
Komik ve Türk usulü tablolarla da karşılaşıyorsunuz. Dünyayı bağımlı yaptıkları kola bu ülkede sebil, restoranlarda kola sınırsız, utanmasalar kola hayratları kurucaklar. Bir ikincisi bizdeki ‘Cumadayım, döneceğim’ misali, burada da dükkan kapılarında ‘Sörfteyim, döneceğim’ yazılarını görmeniz mümkün. Farklı para kazanma yöntemleri uyguluyorlar. Örneğin Los Angeles şehir merkezinde taksiler tavanlarından sonra jant kapaklarına da reklam almışlar, yine Amerika’da nadir rastlanacak bir görüntü olan bisikletle (Japonya’dakiler gibi, bizdeki faytonların ufağı) arkasında insan taşıyan araçlar reklam alarak para kazanıyor. Ve bu işin büyük kısmını kızlar yapıyor. Size gözüme takılan minik ama radikal ayrıntıları anlatmak istedim. Ancak buraya gelip de, gitmeden dönülmemesi gereken iki yer var, adamlar teknolojiyi çok güzel bir şekilde eğlenceye çevirmişler. İlki Universal Stüdyoları, ikincisi ise Sea World (Deniz Dünyası). Universal Stüdyoları’nda gözümüzün önünde yanan denizi, havaya uçan tekneleri, yanarak kuleden denize düşen insanları, suyun içinden motorla çıkan adamlarıyla tam bir korsan filmi çevirdiler. Sea Wold’de ise bir kısmı eğitilmiş birçok deniz canlısının yanı sıra, ağustos ortasında açık havada ama ortamı eksi 30 derecenin altına çekilmiş kutup ayılarını dahi görebiliyorsunuz. Evet, tatilde ama işimin başındayım. Sembolik olarak meteorolojiden bahsedelim, burada havalar güzel, ortam güzel, yine gelecek ben! Tatil havailiğiyle bazen böyle şeyler çıkabiliyor, affedin...
Yazının Devamını Oku 
12 Ağustos 2005
Bu haftasonu hava hiç fena degil. Sıcakları, özellikle nemle birleşince bunaltan sıcakları programlarınıza dahil etmeyi unutmayın. Sıkıntı oluşturan yağış Karadeniz’den ayrılıyor.Plan programa başladınız mı? Bu haftasonu hava hiç fena değil. Hiç fena değil derken rekor olmasa da sıcakları, özellikle nemle birleşince bunaltan sıcakları programlarınıza dahil etmeyi unutmayın. Bilhassa kalp ve tansiyon hastaları. Sıkıntı oluşturan yağış Karadeniz’den ayrılıyor.Geçen hafta bahsetmiştim izne çıkacağımdan. Okuyanlar sanırım tahmin etmişlerdir nerede olduğumu. Bu arada geçen hafta yazımı okumadıysanız, yazımda tatile gideceğim yerle ilgili bilgiler vermiştim ve ‘Tahmin edin nerede olacağım?’ demiştim. Sanırım bulmanız zor olmamıştır, Kaliforniya’da, Los Angeles’tayım. Maalesef biz genellikle gelişmiş ülkelerin teknolojik gelişimi ve bilgisinden önce kültüründen, hayat tarzından, yaklaşımlarından etkileniyoruz. Gerçi son dönemde bunu kırmaya başladık ama ben size Amerika’nın, daha doğrusu CA’nın eğlencelerinden, mekanlarından yani şaşaasından bahsetmeyeceğim. Geleli iki gün oldu. İki gün içerisinde jet lagdan sonra insan iki şeyini; birincisi havasını, ikincisi suyunu demeyeceğim, trafiğini görüyor. Havası çok durağan. Aldığım bilgilere gore yaz-kış sıcaklık farkı yaklaşık 10 derece. Kışın üzerlerine aldıkları en kalın giyecek sweatshirt. Yazları sıcaklık 30 dereceyi nadiren geçiyor. Kıyıları tabii okyanusa açık olduğu için su yaz sonuna doğru ısınıyor. Yakın çevresindeki şehirlerde önemli meteorolojik olaylar yaşansa da Los Angeles’da ciddi bir hareket yok. Pek yağış yok, ama çok kısmetliyim zira mart ayından bu yana ilk yağmur dün yağdı.Gelelim trafiğe! Trafiğe çıktığım anda bir çok kolaylık dikkatimi çekti. Arkadaşımın anlattıklarını da içine katınca bazı detaylarla nasıl çözüme gidildiğini görüyorsunuz. Öncelikle yollar beton ve beton asfalt karışımı bir şey. Güneşli gün sayısı çok fazla olduğu için, asfaltın ışınım ile güneşten alınan ısının yola zarar vermesi böylelikle engellenmeye çalışılmış. İkincisi, ışıklar kavşakların karşı tarafına konmuş. İlk sıradaki araçların ışıkları rahat görmesi sağlanmış ve bizdeki gibi ek olarak konan ufak ışık maliyetinden kurtulmuşlar. Kavşaktan geriye doğru yaklaşık 30-40 metre mesefeye kadar, zemine yakın renkte yola paralel çizgiler var. Kavşağın yoğunluğunu belirleyen bu sensörler ışıkları kumanda ediyor. Tali yollardan ana yola çıkışta ışıklar var ve bu ışıklar yaklaşık üçer saniye aralıklarla yeşil ve kırmızı yanarak ana yola kontrollü bağlantı sağlıyor. Bir diğeri bizim bir türlü yapamadığımız olay, car pool, diğer HOV (high occupancy vehicle) dedikleri, birden fazla insan taşıyan ve fosil yakıttan ziyade elektrik ağırlıklı çalışan çevre dostu araçlara sağladıkları öncelik. Bazı bölgelerde sarı bir şeritle ayırdıkları sol şerit bu araçlara tahsis edilmiş. Kavşaklarda hem yere, hem de kaldırımlarda tabelalara konan STOP işaretleri fermuar mantığı ile tamamen trafik ışığı görevi görüyor (tabii insanların trafik kurallarına uydukları gerçeğini de atlamamak lazım). Los Angeles’ı görenler ya da yaşamış olanlar ‘İyi bu kadar şey yapmışlar ama sabah ve akşam neden trafik var?’ diyebilir, demeyenlerin de bu soruyu akıllarına ben atmış olayım. Onun cevabı da şu; Kaliforniya’da 13 milyon insan yaşıyor, 14 milyon araç kayıtlı. Varsın o kadar trafik olsun. Arkası haftaya. Herkese iyi tatiller, ama çoğu bana, çünkü bakın yıllık tatilimde bile çalışıyorum, sizler içi efem...
button
Yazının Devamını Oku 
5 Ağustos 2005
Haftasonu Marmara, yer yer Karadeniz ve İç Anadolu’da yağış bekleniyor. Sıcaklıkların yakın bir gelecekte tekrar bu haftaki aşırı değerlere yükselmesi beklenmiyor, en azından Marmara ve Ege’de. Bu haftasonu biraz serinliyoruz. Tabii bu serinleme haftaya yüzde 60-65’lerde seyreden nemin yere inmesine neden olacak. Bu haftasonu Marmara, yer yer Karadeniz ve İç Anadolu’da yağış bekleniyor. Sıcaklıkların yakın bir gelecekte tekrar bu haftaki aşırı değerlere yükselmesi beklenmiyor, en azından Marmara ve Ege’de.
‘Siz bu yazıyı okudugunuzda ben çok uzaklarda olacağım’. Bu cümle belki bir Türk filmi repliğini andırdı ama şaka değil. Siz bu yazıyı okurken ben son iş günümde hafiften de işi şişiren, ‘Yok mu tatil? Nereye gidiyorsun bu yıl?’ cümleleri ile başlayan konuşmalarla etrafını sinir eden, çevresine anlamsız gülümsemeler yollayan, ara ara evi arayıp annemin güneşin zararlı etkilerinden korunmam için gerekli olan 30 koruma fatörlü güneş kremimi valizime koymasını hatırlatan (hani meteorolojik bir yazı ya, teknik bir mesaj vermek lazım ), oturduğu koltukta sıkıntı varmışçasına yerinde duramayan biri olarak saati takip ediyor olacağım. Tabii konseptte bir bütünlük olması gerekiyor, bu nedenle, yine siz bu yazıyı okurken ben son iş günümde klasiğin dışına çıkıp şirkette kapri, sandalet, güneş gözlüğü ve şapka ile dolaşıyor olacağım.
Bu yıl gittiğim yeri yazmayacağım, birincisi bazen yanlış anlaşılıyor, ‘Eveeeet, demek ki bugünlerde hava burada iyiymiş’ sonucuna gidilmesin, ikincisi minik bir oyun oynayalım diye. Gideceğim yerle ilgili bir kaç bilgi vereyim, siz tahmin edin. Zaten önümüzdeki hafta oradan yazacağım için nerede olduğumu da öğrenebilirsiniz. Gideceğim yer deniz aşırı, coğrafya olarak Türkiye’ye nazaran hayli düzlük, meteorolojik anlamda tam bana göre, daha doğrusu ilgi alanıma giriyor, ülkede her yıl fırtınalar, hortumlar, siklonlar oluşur. Suyu biraz serin (haliyle, kıyıları büyük su kütlelerine açık), havası çok değişken değil, ama yakın çevresi yaz ayları çok ısınırken gideceğim yer 28-29 dereceyi pek geçmiyor. Gideceğim yer ülkenin büyük bir şehri ama kalabalığı ve ticari kaosu ile bilinen bir yer değil. Şehrin direkt sınırı olmasa da, şapkaları, gitarları ve öğle uykuları ile meşhur bir ülkenin komşusu. Son olarak, (sanırım burada herkes tahmin edecek) bu şehrin uzun plajında paten kayan kızlara sıklıkla rastlamanız mümkün, iyi ki de mümkün :)
Neyse, bu tatil sohbetine nasıl olsa haftaya da devam edeceğiz, bu nedenle burada kesiyorum.
Tatil deyince hemen herkesin aklına ilk gelen deniz ve güneş. Kılıfını uydurmuşuz, ‘vücudumuzun güneşin bazı ışınlarına ihtiyacı var’ diye, sonra da gün boyu yatıyoruz güneşin altına. Bu güneş ışınlarına çocukların ve bazı rahatsızlıkları bulunanların ihtiyacı var. Bunun dışında bizim kollarımızdan, bacaklarımızdan, yüzümüzden gün içerisinde dışarıda dolaşırken alacağımız güneş ışınları ihtiyacımızı karşılayacak seviyede. Bunun için sere serpe güneş altına yatmak gerekmiyor. Amacımız bronz bir ten rengine kavuşmaksa, güneşin zararlı etkilerinden korunmak için kullanacağınız güneş kreminin en az 15 koruma faktörlü olmasına dikkat ettiniz mi problem ortadan kalkar. Bir de şunu hatırlatmak istiyorum, geçtiğimiz haftalarda da değinmiştim, güneşten gelen UV (ultraviyole) ile dünyanın yayınladığı IR (infrared) ışınları var. Bunlar farklı dalga boylarında ışınlar. Sıcaklık hissini veren uzun dalga boylu IR, renk değiştirmemizi sağlayan ve aynı zamanda belirli bir açının üzerinde geldiği zaman kanserojen etkisi bulunan UV. Bu nedenle güneşten zarar görmek, sıcaklıkla ya da bunalma ile orantılı değil. Hava normal sıcaklıkta olsada, ya da bulutlu bir havada güneş ışınları direkt olarak yakmıyor olsa da öğle saatlerinde açık havada korunmadan dolaşmayın. Herkese iyi tatiller...
Yazının Devamını Oku 
29 Temmuz 2005
YAZ! YAZ! dedik sonunda geldi sıcaklar. Yurdun büyük kısmında etkili oluyor. Güneyde 40 dereceye ulaşan sıcaklıklar ölçülüyor. Kuzey bölgelerde de 30 derecenin üzerinde. Özellikle kalp ve tansiyon hassasiyeti olanlara sıcaklara karşı dikkat diyoruz. Bu arada haftasonunda İç Ege, Batı Akdeniz ve İç Anodolu’nun batısında beklenen 3-4 derecelik serinleme yağış getirebilir, özellikle üreticilere ve Batı Akdeniz’deki tatilcilere duyuruyoruz.
*
Güneşin sıcak yüzü, dalga sesleri, yolculuklar, dinlence, eğlence... Bunlar size neyi hatırlatıyor? Tatiiiiiil... Evet ama tüm yıl üniversiteye uzanan zorlu yolda gece gündüz dinlenmeden, canlarını dişlerine takıp (biraz fazla dramatize ettim galiba, neyse) çalışıp ÖSS sınavına girmiş arkadaşlar için bu tatil kokan sözcükler hiçbir şey ifade etmiyor belki. Bugünlerde aldığım telefon ve mail’lerin çoğunluğu üniversite tercihi yapan öğrenciler ya da anne-babalarından geliyor. Ben, belki ufak bir ışık olur düşüncesi ile bölüm tercihi yapanlara okuduğum bölümü, Meteoroloji Mühendisliği’ni anlatayım. Öncelikle size Meteoroloji Mühendisliği Bölümü’nü yazın ya da yazmayın demiyorum, zira getirisi götürüsünden önce kişinin sevdiği bir alanda okuması gerekiyor. Meteoroloji Mühendisliği Bölümü hem bilim adamı, hem de mühendis yetiştirir. Yani hem arazi, hem de ofis insanı olursunuz. Bu önemli bir vasıf.
Meteorolog olacak kişi üç boyutlu düşünme yeteneğine sahip olmalı. Sayısal derslerinin, fizik ve kimyasının iyi olması ve bu dalları sevmesi gerekir. Doğayı sevmeli, etrafındaki olaylara ilgili olmalı, gördüğü canlılardan farklı hareket eden bir organizma ile uğraşacaklarını bilmeli. Bazen karşımda sanki benimle mücadele eden bir canlı varmış gibi hissediyorum, eş zamanlı olarak da bu mücadelede kızacağın bir muhatap bulamıyorum. Meteoroloji okumanın bir numaralı avantaji her yer sizin için bir labaratuvar. Öğrendiğiniz tüm kural ve kanunları direkt test edebilir, alanınızda gözlemleyebilirsiniz. Zevkli kısımlarını geçip zorluklarına ve bitiminde ne yapacağınıza bakalım.
Öncelikle bir İTÜ’lü olacaksınız (Meteoroloji Mühendisliği Bölümü yalnızca İTÜ’de mevcut). Yani ilk iki yılınız temel mühendislik dersleri ile geçecek, zor ama iyi bir mühendislik eğitimi alacaksınız. Eğer medyadaki meteoroloji mühendislerini referans alarak bölüm tercihi yapacak olursanız hata yaparsınız. Zira yanlış isem hocalarım beni düzeltsin, her yıl yaklaşık 10-15 mezun veren bir bölümden bahsediyoruz. Şu an medyada çalışan bildiğim kadarı ile 6-7 meteoroloji mühendisi var. Büyük her televizyon kanalının zor ama 3’er meteorolog alacağını düşünecek olsak, 20-22 kişi eder ki, bu da bölümden iki yıl içinde mezun olan insan sayısının dahi altında kalır. Ama meteoroloji istikbal vaat eden, süratli gelişen bir alan. Bakın artık meteoroloji mühendisleri ofis açıp hava ile ilgili ürettikleri bilgileri satabiliyorlar. Bu nedenle önümüzdeki yıllarda yeni açılımlar da olacaktır. Belki medyada da daha fazla istihdam oluşacak. Burada anlatmak istediğim, meteoroloji mühendisliği medyada çalışma ve hava tahmini ile kısıtlı bir bölüm değil. Devlet Meteoroloji İşleri, Devlet Su İşleri, Çevre Bakanlığı ve İl Çevre Müdürlükleri, Elektrik İşleri Etüt İdaresi, Türkiye Elektrik Dağıtım Kurumu, Tarım Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, Havacılık ve Uzay Ajansları, Türk Silahlı Kuvvetleri, Devlet Oşinografi Dairesi, Türk Hava Yolları, Kitle İletişim Kurumları, özel televizyonlar ve enerjiyle ilgili özel sektörler meteoroloji mühendislerinin çalışma sahaları. Aslında düzenleme iyi yapılırsa alan geniş, gelin gelin yer var burada :)
Yazının Devamını Oku 
22 Temmuz 2005
Hafta içerisinde aşırı sıcakları yaşadık. Sıcaklıklar düşmeye başlıyor, bugün orta ve kuzey bölgelerde 2-5 derece azalıyor. Ancak bu azalma sıcakların yalnızca aşırı değerlerini alacak, yani sıcaklardan bunalanlar; aman serin hava geliyor izlenimine kapılmayın. Sıcaklıklar yine yaz değerlerinde. Marmara’da 30, Ege’de 34-35 derecelerde. Tatil ya da iş için ard arda yağışlı günlere ihtiyacı olanlara, hafta içinde de bahsediyorduk, yakın bir gelecekte kayda değer bir yağış yok. Ama orta ve doğu Karadeniz hariç, pazar günü Sinop, Kastamonu çevreleri sağanak yağış alabilir. Bu yağışlar da şu an itibariyle pek uzun soluklu görülmüyor. Aşırı değerlerini kaybetmeye başlayan sıcaklıklar ayın 28-29’u gibi tekrar bunaltacak gibi. Ama daha uzun bir vakit var önümüzde, gözünüz kulağınız bizde olsun.
*
Bu hafta size pek aşina olmadığınız bir konudan ‘FOSİL YAKITLARIN TÜKETİMİ SONUCU KÜRESEL ISINMA’dan bahsedeceğim. Espri bir yana, bu sefer boyutu ve açısı biraz farklı. Geçen yıl karbondioksit deposu olan okyanuslar üzerine yapılmış bir araştırmaya değinmiştim. Okyanuslardaki karbondioksitle beslenen deniz canlılarının artmasıyla, okyanusların atmosferden daha fazla karbondioksit emebileceğinden ve dolayısı ile küresel ısınmanın önüne geçilebileceğinden bahsetmiştim. Kısaca hatırlatayım; ‘Geçtiğimiz yıllarda Amerikalı oşinograf John Martin, küresel ısınmayı durdurmak için, basit ama etkili bir yöntem geliştirmişti. Okyanus bilimci Martin’in yola çıkış noktasında, deniz canlısı planktonların, karbondioksit ile besleniyor olmaları vardı. Martin’in iddiası okyanuslara bırakılacak tonlarca demirin küresel ısınmayı durdurabileceğiydi. Demir eksikliği ile oluşamayan planktonların sayısı bu takviye sayesinde artacak ve planktonlar da beslenmek için okyanus suyundaki karbondioksiti tüketecekti. Sonuçta da okyanuslardan atmosfere yayılan ve sera etkisini artıran karbondioksit oranı azaltılmış, ya da okyanusun atmosferden emdiği korbondioksit oranı artırılmış olacaktı.’
Proje bir takım tepkiler sonucu uygulamaya geçirilemedi, ki zaten bir süre sonra da oşinograf John Martin yaşamını yitirdi. Yani okyanusların, soluduğumuz atmosferden daha fazla karbon emmesi sağlanmış değil. Bakın bu işin içerisinde bırakın havadaki karbondioksidin azalmasını, artıracak yönde çalışan asit yağmurları boyutu var. Biliyorsunuz, fosil yakıtların tüketilmesi sonucu atmosfere salınan karbondioksidin bir kısmı bu yağmurlarla yere ve okyanuslara iniyor. Asit yağmurları okyanusların karbondioksit oranını artırıyor. Bu durumda karbon depolaya depolaya artık atmosferden her geçen gün daha az karbondioksit emen okyanusların, bu yağmurlar ile karbon oranı bir kat daha artıyor. Yani her geçen yıl bir önceki yıla nazaran daha az karbon emiyor. Dolayısıyla atmosferde daha fazla korbondioksit kalacak ve küresel ısınmanın etkileri doğrusal değil, ivmeli artacak. Çok değil, 20 yıl önceki hava koşullarını bugün göremiyoruz, belki bu miktardaki değişimleri önümüzdeki dönemlerde 20 yıl farkla değil 10 yıl içerisinde, ardından belki 5 yıl içerisinde yaşacağız.
Bakın atmosfere her yıl 8 milyar ton karbon salıyoruz. Bu gazın yaklaşık yarısı küresel ısınmaya neden olacak şekilde atmosferde kalıyor. Ekosistemdeki garip bir denge sonumuzun süratli gelmesini engelliyor. Bu da küresel ısınmaya neden olan payın dışında kalan diğer yarının ormanlar, bataklıklar, otlaklar ve tabii ki okyanuslarda depolanması ile oluyor. İşte karbondioksidin bu kadar emilimine rağmen küresel ısınma bu süratle devam ediyorsa, gelin yaptıklarımıza anlam veremeyen atmosfere ne kadar yüklendiğimizi siz düşünün...
Uzmanlar depolanmanın sürekliliğinden emin değil. Peki, ya bundan sonra ormanlar, bataklıklar, okyanuslar, otlaklar daha fazla depolamayı reddederse? 400 bin yılda yayılan karbondioksitten fazlasını biz son 150 yılda atmosfere saldık. Şuursuzca atmosfere saldığımız karbondioksidi yutan, belki de bize zaman kazanmamız için omuz veren okyanuslara, bu okyanusların depoladığı karbondioksiti işin içine katmadığımız halde manzara bu. Garantisi olmayan bu destek ortadan kalkar ise felaket senaryoları 40-50 yıl içinde gerçekleşebilir. Artık yaşanan ve yaşanması beklenen hava olaylarına senaryo gözüyle bakmamak gerekiyor, her yıl küresel ısınma nedeni ile onbinlerce insan gözler önünde ölüyor ve bu sayı yıldan yıla katlanarak büyüyor.
Yazının Devamını Oku 
15 Temmuz 2005
Klasik sloganımla başlıyorum yazıma, ‘Yağmurun mevsimi yoktur, her mevsim yağmur yağabilir’. İçinde bulunduğumuz yaz aylarında yağmur yağması, geç geldiğine inanılan yazın geri gittiği anlamına gelmiyor. Bugün Marmara, İç Anadolu, Orta ve Batı Karadeniz ile Batı Akdeniz yer yer yağış alacak. Yağışın cumartesi öğle saatlerine kadar yine Marmara ve İç Anadolu’da devam etmesi bekleniyor. Ardından yine yağışsız günler geliyor. Pazardan en azından önümüzdeki haftanın ortalarına kadar yağış görülmüyor, en azından şu an itibariyle :). Sıcaklıklar da yağışın kesilmesi ile pazar gününden itibaren büyük değerlerde olmasa da tekrar artışa geçiyor.
*
Dennis kasırgasını basından takip ettiniz mi? Kendisi ağır hareket ediyordu ama oluşturduğu rüzgarın hızı saatte 200 km’yi aştı. Öyle ki bu tür bir rüzgarda insanın kendini tutabilmesini bırakın, fırtınadan korunmak için yapılan barınaklar dahi tahrip oluyor. Can kayıpları, yıkılan evler, denize kayan binalar, köklerinden sökülen evler ve milyonlarca dolarlık hasar. Dennis Kasırgası’na basın organlarının birçoğu sıkça yer verdi. Ben size kısaca bir kasırganın nasıl beslenip, nasıl son bulduğundan bahsedeceğim.
Bu haftaki yazım, biraz teknik sevenlere, umarım sıkılmazsınız :) Sıcak iklim kuşaklarında farklı ısınmadan kaynaklanan ani ve büyük değerlerdeki basınç değişimleri, farklı ülkelerde kasırga, tayfun, siklon ve benzeri isimlerdeki hava sistemlerine neden oluyor. Bu sistemlerde oluşan rüzgarların hızı 200 km’yi buluyor, hatta aşabiliyor.
Burada birincil soru bu tür hava sistemleri, kasırgalar neden belirli bölgelerde meydana geliyor, örneğin Amerika’da ya da Güney Asya kıyılarında oluşuyor. Öncelikle burada iki sebep aramak gerekiyor, birincisi sistemlerin oluşmasına elverişli ortamları, ikincisi sistemin büyüyüp güçlenmesinin nedeni. İşte bu sebepleri oluşturan belirli sıcak iklim kuşakları var ve buralar ağırlıkla okyanuslar üzerine karşılık geliyor. Olayı çok karıştırmadan size bu sistemlerin ilerleyişi ve beslenmesinden bahsedeyim. Yaz aylarında okyanusun yüzey sıcaklığı normallerine göre bir miktar yükselir ve buna bağlı olarak buharlaşma artar. Gözünüzde bir huni canlandırın, nemli hava bu huninin helezon şeklinde dönüşü ile oluşan vakum ile iç duvarlarından sarmal çizerek yukarı, bulutun içine taşıyor. Tabii su buharı, yukarı doğru taşınırken sıcaklık düşüşünden dolayı yoğuşmaya, Kümülüninbus bulutunun iç duvarlarını oluşturmaya başlar. Bu hareket ile hem Kümülüninbus bulutu büyür, hem de su buharının yoğuşmasından dolayı gizli ısı açığa çıkar (nasıl çaydanlıktaki suyunuzun buharlaşması için ocaktan ısı alması gerekirse, su buharı da soğuk hava ile karşılaşıp suya dönüşürken ortaya ısı yayar). Açığa çıkan gizli ısı kasırganın ana enerji kaynağıdır. Bu nedenle sistemin büyüklüğü ve gücü, okyanus üzerinde bulunduğu müddetçe artmaya devam eder. Siklon ya da kasırganın ulaştığı karalar üzerinde bu denli yıkıcı olmasının nedeni de bu zaten, kasırga karaya ulaşana kadar gücünü artırıyor, yani karalara en kuvvetli haliyle vuruyor. Kasırga ya da siklon sona nasıl eriyor? Herhalde tahmin ediyorsunuzdur, kasırga karaya ulaştığı anda artık altında okyanus değil kara olacağı için, sistemi besleyecek su buharı kaynağı ortadan kalkmış olacak. Ortalığı yıka-devire enerjisini tüketecek, sistem son bulacak. Bir kasırganın oluşup, güçlenip, sona erişinin en basit mantığı bu. Yaz ortasında deniz, kum ve benzeri yaz unsurlarından bahsetmemi bekleyenlerden özür diliyorum, hoşçakalın.
Yazının Devamını Oku 
8 Temmuz 2005
Sıcaklıklar kuzey bölgelerde 35, güneyde 40 dereceye dayanıyor. Yüksek sıcaklıkların, 4-5 gün sürmesi bekleniyor. Yağış ise pek yakında değil, bir süre görülmeyecek. En azından bu haftasonunda ve belki önümüzdeki haftanın ilk birkaç gününde. Sıcaklara karşı dikkatli olun.
Hafta içinde orta ve kuzey bölgelerdeki yağmuru görüp, ‘Daha yeni gelmişti, nereye gitti bu yaz’ deyip üzülenlere, sıcakların geri geldiğini söylüyoruz. Sıcaklıklar kuzey bölgelerde 35, güneyde 40 dereceye dayanıyor, hatta haftasonunda bu değerlere ulaşacak. Yüksek sıcaklıkların, geçen haftaki gibi değil, 4-5 gün sürmesi bekleniyor. Yağış ise pek yakında değil, bir süre görülmeyecek. En azından bu haftasonunda ve belki önümüzdeki haftanın ilk birkaç gününde (belki diyorum zira yazımı ve tahminleri siz okumadan teslim ediyorum). Sıcaklara karşı dikkatli olun. Özellikle deniz suyu sıcaklıklarının da yükselmesi ile tatil sezonu başladı, aman ağır yiyeceklerden, öğle saatlerinde alkol ve güneşin yakıcı yüzünden korunun. Aslında sıcaktan ve güneşten korunursak güzel bir haftasonu diyebiliriz, herkese iyi tatiller!
*
Havayı idareli kullanmıyoruz, sonra da küresel ısınma kapımızı çalıyor. Eğer havaya böyle davranmaya devam edersek, bazılarımızı içinde barındırmayacak. Hep bahsediyoruz Dünya’nın yaşadığı ve genel yaşantısında olan soğuk ve sıcak dönemler var. Büyük etkileri olan ısınma- soğunmaların temel nedeni aslında astronomik. Dünya’nın dönüş hareketlerine bağlı. (Dünya’nın, kendi ekseni ve Güneş’in etrafındaki dönüş hareketi dışında birçok hareketi mevcut). Ama son dönemde Dünya’yı buzul çağından çıkartabilecek seviyedeki ısınmanın nedeni astronomik değil, yani Dünya’nın ve evrenin hareketlerinden kaynaklanmıyor. Çünkü gerçekleşen ısınma, evrenin hareketine bağlı olarak beklenen ısınmanın çok üzerinde. Beklenenin üzerindeki artışın nedenlerinin başında insanoğlunun yer yüzeyini bozması, ormanları yok etmesi ve fosil yakıtlar ile atmosferin kimyasını bozması. Kimyasal yapının bozulması dolaylı olarak küresel ısınmaya yol açıyor. Amerikalı bilim adamı Dr. Ruddiman’ın ilginç bir araştırması var. Roma döneminde bulaşıcı hastalıkların insanları tarım yapmaktan uzak tuttuğunu ve Avrupa’nın üçte birinin vebadan öldüğünü, aynı dönemde Amerika’da çiçek hastalığının tarım alanlarını yok ettiğini, binlerce yerlinin öldüğünü iddia ediyor.Bu iddia ne diyor? İnsan sayısının azalması ve toprakla uğraşılmaması, yeşil alanların artışını sağladı ve ormanların artışı sera etkisinin verdiği zararı o dönemde telafi etti. Dr. Ruddiman’ın iddiası şu; küresel ısınma nedeni ile oluşan yağışlar ve ekosistemdeki canlanma yeşil alanları artıracak ve geçmişte olduğu gibi sera etkisinin oluşturduğu etkileri belki telafi edecek ya da geri çevirecek. Burada araya girmek istiyorum, ama bilimsel olarak bilinen şöyle bir şey de var ki; ısınmaya bağlı oluşan yağışlar, sel oluşturan, işe yaramayan yağışlar. Sağanak şeklinde olduğu için toprak faydalanamadan yağış akışa geçiyor. (Örnek; geçen hafta İstanbul’daki yağış.) Tekrar Dr. Ruddiman’ın teorisine dönelim, Roma dönemindeki sera etkisinin telafisi ya da geri dönüşü öncesinde, toprağa ve dolayısı ile havaya müdahale eden insan sayısı, salgın hastalıklar ile aniden ciddi oranlarda azalmıştı. Yani havayı, atmosferi paylaşan, dolayısı ile kullanan ve kirleten insan sayısı azaldı. Bidakka, bidakka!!! Durun, durun!!! O zaman bu teoriye göre sıcak dönemlerden çıkış öncesinde toplu ölümler mi oluyor!!! Ama tekrar söylüyorum bu bir senaryo, korkmanıza gerek yok. Zaten tüm dünya korkusuzca bu bilimsel senaryolara, film senaryoları gibi bakmıyor mu? Bakın meteorolojik alarmlar kulaklarımızı sağır edecek düzeyde çalarken, biz (biz derken kastım tüm insanlık, sadece Türkiye değil) yeni yeni küresel ısınmaya neden olan gazların atmosfere yayılmasına kısıtlama getiren Kyoto’yu kabul etmeye yanaşıyoruz.
Yazının Devamını Oku 