Hastalığı ve tedavi yöntemlerini anlatan İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dermatoloji Kliniği Uzmanı Dr. Sinan Doğan, stresin sedef hastalığını tetiklediğini vurguladı. Doğan’a göre sedef hastalığını tamamen iyileştiren bir tedavi olmasa da hastalık kontrol altına alınabiliyor. Çok farklı tipleri olan sedefin kesin nedeninin bilinmediğini de belirten Dr. Sinan Doğan, vücut savunma mekanizmasındaki bir bozukluk nedeniyle deri yenilenme süresinin yaklaşık 7 kat hızlanması sonucu ortaya çıktığını söyledi.
SANILDIĞI GİBİ BULAŞICI DEĞİL
Ailesel yatkınlığın da önemli bir rol oynadığı sedef hastalığının insandan insana bulaşmadığına dikkat çeken Dr. Doğan, hastalığı tetikleyen etkenleri şöyle sıraladı:
“En önemli faktör stres ve sıkıntı. Onun dışında enfeksiyonlar, hatta bazen küçük bir diş çürüğü, geçirilen ağır hastalıklar, ameliyatlar, kullanılan bazı ilaçlar, deriyi zedeleyen yanık ve travmalar sedef hastalığına uygun bünyeli kişilerde tetikleyebilir. Genelde vurdumduymaz kişilerde pek görülmez, hassas ve her şeyi kafaya takanlarda görülür. Bunun için stresten uzak durmalıyız. Çocuklarda sedef hastalığını özellikle enfeksiyonlar tetikler. Bu nedenle bademcik iltihabına ve diş çürüğüne dikkat edilmelidir.”
Neyse ki, İzmirliler olarak bizler bu konuda biraz daha duyarlı olmanın gururunu yaşıyoruz. Ancak bu yeterli mi? Geçen Hafta Medicalpark Hastanesi’ni ziyaret ettim. Kurucu Opr. Dr. Zafer Beken ve Başhekim Yardımcısı Dr. Zeki Hozer, organ bağışına değindi. Dr. Hozer, Sağlık Bakanlığı listesine 28 bin 372 hasta kayıtlı olduğunu söyledi ve “Ülke çapında, hastalar, 20 bin 820 böbrek, 2 bin 43 karaciğer, 391 kalp, 235 pankreas, 37 akciğer, 4 bin 842 kornea ve 4 kalp kapakçığı bekliyor” dedi, şu bilgileri verdi:
“Maalesef, organ bekleyen hastalar bu kadar çok iken, organ bağışı yetersiz. Bu yüzden de genellikle canlıdan nakil yapılmakta. Özellikle böbrek ve karaciğer hastaları için bu mümkün olsa da diğer organlarda bu söz konusu olamamakta. Geçen yıl yapılan 3 bin 270 organ naklinin 2 bin 527’si canlıdan, 743’ü ise kadavradan alındı. Bu yıl organ nakli rakamları 4 binlerin üzerine çıktı. Rakamlar, organ vericilerinin yüzde 77’sinin canlıdan olduğunu göstermekte. Oysa Avrupa ülkelerinde organ nakillerinin yüzde 80’i kadavra, yüzde 20’si canlı kaynaklı.”
Karaciğer nakli ile hayata döndü İzmir’e hastane kazandırdı
ORGAN bağışı konusunda en duyarlı isimlerinden biri de Opr. Dr. Zafer Beken... Zafer Hoca, 2005 yılında, bir hasta olarak İzmir’e geldiğinde dramatik bir durumda idi. Hastasından aldığı bir virüs karaciğer yetmezliğine yol açmış, koma halinde ve tek tedavi seçeneği karaciğer nakli. Zorlu bir 6 ayın ardından, kız kardeşinin bağışı ile hayata döndüğünde artık kafasında bir düşünce vardı. Uluslararası standartlarda organ nakli ünitesi de olan bir hastaneyi İzmir’e kazandırmak. Nitekim 4 yıl önce bu fikrini gerçekleştirdi.
BAĞIŞ YAPIN HAYAT KURTARIN
Başhekim yardımcısı Dr. Zeki Hozer, hastanenin kuruşu ve sonrası hakkında sözlerini şöyle sürdürdü:
Bilmeden ve farkında bile olmadan kaçak rakı içilmesinin Türkiye’nin çok ciddi bir sağlık sorunu olduğunu söyleyen Ersoy, kaçak rakının kalıcı körlük ve ölümle sonuçlanan bir zehirlenme türü olduğunu belirterek “etil alkol” yerine “metil alkol” kullanılarak üretilen rakının kısa yoldan para kazanmak isteyen, kötü niyetli kişiler tarafından merdivenaltında üretildiğini dile getirdi. Ersoy, metil alkolün sanayide solvent, boya çıkarıcı, vernik, arabalarda antifiriz sıvısı, cam yıkama sıvıları, kolonya, ispirto gibi maddeler içinde bulunduğunu hatırlatarak, oldukça zehirli bir madde olan metil alkolün bir çorba kaşığı içilmesiyle ölüme gidildiğini, bir su bardağının ise ölümcül bir doz olduğunu belirtti.
GÖRME BOZUKLUĞU VE ÖLÜM
Kaçak rakının içildikten sonra süratle kana karıştığını ve değişime uğradığını söyleyen Ersoy, “Bu değişimler içinde ortaya çıkan en zehirli ve tehlikeli madde formik asittir. Ortaya çıkan ilk ve en ciddi belirti; geri dönüşü olmayan, yani kalıcı körlüğe giden görme bozukluğudur. Aynı zamanda kan değerlerimizi bozarak, hastada asidoz denilen, ağır bir klinik durum ortaya çıkar ki bu durum, kalbimizin durmasına, ölüme neden olur. Klinik belirtiler ise alımdan sonraki ilk saatlerde; sarhoşluk, mide ağrısı, bulantı, kusma, kendini iyi hissetmemedir. İkinci evre yani sessiz evre, alkol alımını takiben 3-30 saat süre ile kişide hiçbir belirti ve bulgunun olmadığı tehlikeli sessiz dönemdir. Üçüncü evre ise artık hastanın iyileşmesinin güç olduğu, geri dönüşü olmayan, evredir. Hastanın kan değerleri ciddi şekilde bozulmuş, görme bozuklukları, sara nöbeti, koma, nabızda yavaşlama veya hızlanma, kalp atışlarında düzensizlik ortaya çıkar ve hasta kısa süre sonra maalesef kaybedilir” dedi.
Zehirin atılması için rakı içiririz
Ersoy, ilk yardımla ilgili şu bilgileri verdi: “Hasta ‘Evet’ derse 112 Acil Yardımla en yakın sağlık kuruluşuna nakletmeliyiz. Tedavi acil servis ve yoğun bakımda yapılır. İlk yardım bağlamında biz vatandaşların yapabileceği tek şey zehirlenmeden şüphelenip hastamızı en yakın sağlık kuruluşuna ulaştırmaktır. Kandaki zehirli metil alkolü uzaklaştırmak için en etkin yöntemlerden biri piyasada rakı olarak bildiğimiz alkollü içeceğin belirli oranda sulandırılmış olarak hastaya içirilmesidir. Bu yüzden hasta, kaçak rakı zehirlenmesiyle acil servise getirildiğinde, biz acil servis ekibi, hasta yakınlarından en yakın yerden rakı getirmelerini isteriz. Tedavide kullanılan ikinci bir yöntem, “fomipazol” isimli, oldukça pahalı temininde bazen güçlükler yaşanan, ithal bir ilaçtır.”
Bir hekime gidin
Göz kapağı problemlerinin en tehlikelisinin göz kapağı düşüklüğü olduğunu kaydeden Prof. Yağcı, ”Üst göz kapağı düşüklüğü doğumsal olarak çocuklarda, yaşa bağlı değişikliklerle de erişkinlerde gelişebilir. Çocuklarda üst göz kapağı düşüklüğü, göz bebeğinin önünü örterek görme fonksiyonunun gelişmesini engeller. İleri yaşta tedavi edilmesi imkansız olan, göz tembelliğine bağlı görme azlığıyla sonuçlanır. Bu nedenle kapak düşüklüğü olan tüm çocuklar bir göz hekimi tarafından muayene edilmeli” diye konuştu.
***
Varise dikkat!
ÖZEL Tınaztepe Hastanesi Kalp ve Damar Hastalıkları Uzmanı Opr. Dr. Hasan Reyhanoğlu, her 4 kişiden birinde varis görüldüğüne dikkat çekerek, şu bilgileri paylaştı: “Damarlarda valf görevi gören kapakçıklar, yapısının bozulması sonucu kalbe olan kan akışında zorlanır. Bu bozulma sonucunda ‘Varis’ dediğimiz damar genişlemeleri oluşur. Varis tedavisinde birçok yöntem var. Cerrahi ve skleroterapi tedavileri etkili sonuç verir. Daha geniş bölgedeki büyük yüzeysel toplardamarın cerrahi olarak alınması veya işlevinin bozulmasıyla sonuca ulaşılır. İdeal kiloyu koruyabilmek, ortopedik ayakkabı giymek, uzun süre hareketsiz durmaktan kaçınmak, fırsat buldukça ayakları uzatıp dinlendirmek, soğuk su uygulaması ve en önemlisi üşenmeden varis çorabı giymek en azından varis oluşumunu geciktirir.”
Her yaşta görülen ve yaş ilerledikçe daha ağır seyreden enfeksiyon hastalıkları aynı zamanda çok ciddi sonuçlara da yol açabiliyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, enfeksiyon hastalıkları en sık görülenler listesinde ilk 3 sırada yer almakta ve yine bunun sonucu gelişen sepsisten ölüm enfarktüse bağlı ölümlerden inmeye bağlı ölümlerden ya da prostat kanseri, meme kanseri ve AIDS’e bağlı ölümlerin toplamından daha yüksek sayıda ölüm gerçekleşmektedir. Öyle ki, enfeksiyon hastalıkları, kanser ve kalp gibi ölüm riski yüksek hastalıkların yanında yer alıyor. Bu yüzden enfeksiyon hastalıklarından korunma çok önemli bir role sahiptir.
KORUNMADA ÖNEMLİ VE GEREKLİ
Günümüzde enfeksiyon hastalıklarından korunmada en önemli yöntemlerden en belirgini aşı ile bağışıklama oluşturur. Aşılama denildiğinde bunun için çoğu zaman çocukluk çağları akla gelse de Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Çağrı Büke, bu işin böyle olmadığını, sadece çocuklukta değil erişkin yaş grubunda da aşı ile bağışıklanmanın enfeksiyon hastalıklarından korunmada önemli ve gerekli olduğunu vurguluyor. Prof. Dr. Büke’ye göre erişkin yaş grubunda da çocukluk yaşlarında başlanılan aşıların devam ettirilmesi ve özel yapılması gereken aşıların uygulanması hayati açıdan önem taşıyor.
İşte Prof. Dr. Büke’nin anlattığı bilgilere göre; erişkinlerin yaş grubu olarak adlandırılan 18 yaş ve sonrasında yapılması gereken aşılar aşağıda belirtildiği gibi özetlenebilir. Özellikle altta yatan kronik hastalığı ya da bağışıklık sistemini baskılayan hastalığı olan ya da buna neden olabilecek ilaçları alan erişkinlerde ise aşı ile bağışıklanma çok daha hayati öneme sahiptir.
Söz konusu aşılar;
1) Grip aşısı; üzerinde belki de en çok konuşulan aşılardan birisidir. Grip aşısı hastalığına karşı korumada daha az etkili olsa da çok önemli bir özelliği olan ve gripli kişide ölüme neden olan pnömoni (zatüre) gelişmesini belirgin oranda azaltmaktadır. İşte bu nedenle her yıl herkese değil, ancak 65 yaş ve sonrasındaki sağlıklı dahi olsa pnömoni gelişmemesi amacıyla aşı önerilir. Küçük çocuklarda da grip sonrası pnömoni gelişme olasılığı yüksek olduğundan, yaşı 18 dahi olsa grip sezonu başlamadan önce her yıl düzenli olarak aşı uygulanmalıdır.
KALP krizi kalbin koroner arterlerinde gerçekleşen bir bozukluk sonrası (sıklıkla koroner arterlerdeki tıkanıklık sonucu kalp kasının ilgili bölümünün beslenememesi ve oksijensiz kalması ile) meydana gelen yetersizlik sonucu şiddetli göğüs ağrısıyla ortaya çıkan ve ölümle sonuçlanması olası patolojik bir durumdur.
“Her 5 ani ölümün biri kalp krizindendir. Kalp krizi yetişkinlerdeki ani ölümün başlıca nedenidir. Dünyada en başta gelen ölüm sebebidir” diyen Kardiyoloji Uzmanı Dr. Zülfikar Danaoğlu, “Kalbinizi kontrol ettirirken, ‘Şah’ damarlarınızı da baktırmayı ihmal etmeyin” vurgusunu yaptı ve şunları söyledi:
“Kalp damar hastalıkları tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de en önemli ölüm ve hastalık nedenidir. Bu ülkelerin gelişmişlik derecesine göre değişmekle birlikte dünyadaki 70 yaş altı tüm ölümlerin yüzde 30’undan kalp damar hastalıkları sorumlu tutulmaktadır. Hastalığa sebep olan faktörler hipertansiyon, şeker hastalığı, tütün ürünleri kullanımı (sadece sigara değil), vücudun tembelliğe alıştırılması (spor yapmama) ve kolesterol yüksekliğidir. Aslında bu risklerin özünde genetik faktörlerle toplumların sanayi sayesinde beden gücüne dayalı işlerin makinelere devredilmesi (seyahat, gıda üretimi, sanayi üretimi) ve bunun sonucunda vücudun daha tembel şekilde kullanılması yatar. Özetlersek; diyabet, kolesterol, tansiyon, şişmanlık gibi tüm faktörler yiyeceğe eskisine göre daha kolay ulaşma ve bedenen daha az yorulmanın sonucudur. Kalıtımsal faktörler de bu sonuçlarla birlikte hastalığın ortaya çıkmasında önemli bir belirleyicidir.”
TESPİT ETMEK KOLAY
Risk faktörlerinin beyin damarı hastalıkları içinde geçerli olduğunu belirten Danaoğlu, atardamarlarımızın aslında belli bir miktara kadar kendini temizleyebilme yeteneğine sahip olduğunu söyledi. Dr. Zülfikar Danaoğlu, “Aterokleroz dediğimiz damar hasarında saydığımız faktörler yüzünden iç yüzeyinden hasar görür ve kendi kendini temizleyemez hale gelir. En çok hasar görmüş bölgede kolesterol ve benzeri yağlar birikerek tıkanıklık oluşturur. Kalp damar hastalıkları ve beyin damarı hastalıkları (felç ve beyin kanaması) aynı hastalığın farklı bölgelerdeki oluşumudur. Vücudumuzun en büyük ve temel atardamarı aort atardamarıdır. Bu damar beyinden ayak parmaklarına kadar dallanarak organlarımıza kan ulaştırır. Kalp damarları işte bu damardan çıkan ilk yan dallardır. Kalp ve beyin damarları birbirlerine 10-15 cm mesafedeki komşulardır. Dolayısı ile aynı hastalıktan etkilenmeleri bir sürpriz değildir. Felç geçiren hastaların uzun dönemde en önemli riskini kalp krizleri oluşturmaktadır.
Çünkü beyin damarlarında damar sertliğine bağlı tıkanıklık var ise kalp damarlarında problem çıkma ihtimali %40’ları bulur. Aynı şekilde kalp damar tıkanıklığı olan hastaların da beyin damarlarında önemli derecelerde darlık yada tıkanıklık saptanabilir. Bu sebeple her kalp hastasının beyin damarlarına, her felç hastasının da kalp damarlarına yönelik inceleme yapılması şarttır. Beyin damarları kolay bir şekilde ultrason ile renkli dopplerle görüntülenebilir. Kalp damarlarının durumu ise kişiden kişiye göre hekim tarafından belirlenerek EKG’den başlayarak efordan, anjioya kadar çeşitli yöntemlerle değerlendirilir” diye konuştu.
OKULA başlayan çocukların ev ödevleri ile beraber öksürükleri de başlar. Bazen grip, nezle geçince öksürük de geçer. Özellikle kreşe giden çocuklarda solunum yolu enfeksiyonlarının biri bitmeden diğeri başladığı için öksürük bazen aylar sürer, hatta bütün bir kış devam edebilir. Aslında öksürük bir savunma refleksidir. Solunum yolları adeta elektrik süpürgesi gibi güçlü bir hava akımı yaratıp kendisini temizlemeye çalışır.
Balıkesir Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkarı Prof. Demet Can konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı;
Cisim de kaçabilir
“Eğer öksürüğün sayısı artar, süresi uzar, geceleri yoğunlaşıp, tınısı değişir ya da balgamlı olursa; işte o zaman telaşlanmak gerekir. En sık karşılaşılan durumlar solunum yolu enfeksiyonları, geniz akıntısı, alerjik rinit, reflü, boğmaca ve astım olmakla birlikte, çok daha nadir nedenler mesela havayolunun doğumsal şekil bozuklukları, ailesel hastalıklar, tüberküloz gibi ağır enfeksiyonlar altta yatabilir. Küçük çocuklar çok meraklı oldukları için ağızlarına her şeyi sokarlar, eğer o sırada aniden nefeslerini içine çekerlerse ağızlarındaki cisim akciğere kaçabilir. Buna yabancı cisim aspirasyonu denir. Hekimlerin öksüren bir çocuk karşısında en çok korktukları durum budur. Çünkü bronkoskopi denilen işlem yapılmadan yabancı cisim çıkarılamaz ve her geçen gün akciğer daha kötüye gider. Çoğu zaman etken bunların hiçbiri değildir, maalesef sadece evde sigara içilmesidir.
Zamanı önemli
Öksürüğün ne zaman olduğu ve süresi çok önemlidir. Grip ya da nezle sonrası öksürüğün 1 ay kadar devam etmesi normaldir. Daha uzun sürüyorsa kronik öksürük adını alır ve çok sayıda tetkik yapmak gerekir. Bunlardan bazıları mesela tomografi gibi çocuğa zarar verebilecek yöntemlerdir. Bu nedenle en sık karşılaşılan hastalıklara yönelik tedaviye başlamak tercih edilir. Öksürük balgamlı ise bronşit olabileceği düşünülür ve uzun süreli antibiyotik kullanılır. Aksine kuru, uykudan uyandıran öksürük varsa kısa süre astım ilaçları uygulanır. Eğer çocuk bu tedavilerden yarar görür iyileşirse tedavi kesilir. Öksürük hiç azalmaz ya da tedavi kesilir kesilmez tekrar başlarsa artık mümkün olan bütün tanı yöntemleri kullanılarak öksürüğün nedeni araştırılması gerekir.”
El ve el bileğinde zorlamaya bağlı incinmeler belli meslek gruplarında ve titiz ev kadınlarında daha sıklıkla görülür. Mesela günün büyük kısmını bilgisayar kullanarak geçiren çalışanlar, oturuş ve yazış pozisyonlarını ayarlamazlarsa el ve bileklerini zorlamaları açısından risk altındadırlar. Ev kadınlarında ise çamaşır sıkma, bezle yer silme gibi sık yapılan ve yorucu, zorlayıcı aktiviteler risk oluşturmaktadır. Bu işler sırasında kasların ve kas kirişlerinin aşırı derecede zorlanması sonucunda zedelenmeler meydana gelebilir. Bu zedelenmelerin çoğu elde, el bileğinde ve kolda oluşmaktadır. En sık gözlenen belirtisi ise ağrıdır. Yanı sıra sızlama, karıncalanma, güç kaybı, hissizlik ve şişme de görülebilir. Tüm bu riskler ve belirtiler el ve el bileğini tuttuğunda “Karpal Tünel Sendromu” denilen “El-El Bileği Kanalında Sinir Sıkışması” düşünülmelidir.
El ve MikroCerrahi Uzmanı Dr. Sait Ada; Karpal Tünel Sendromu’nun nedenlerini, bulgularını ve tedavisini hakkında şunları söyledi:
KARPAL TÜNEL SENDROMU NEDEN OLUR?
Genellikle nedeni bilinmemektedir. Ancak, bazı faktörlerin tünel içindeki basıncın artmasına neden olduğu bilinmektedir.
* Tünel içinden geçen tendonların, tekrarlayan el hareketleri ile yıllar içerisinde yıpranması, buna bağlı kalınlaşma göstermesi ve sinir üzerine baskı yapması sonucu
* Bu bölgedeki kırık veya çıkıkların tünele doğru çıkıntı oluşturması sonucu