Toplumun çoğu yaş grubunda karşımıza çıkan, fakat gaz, şişkinlik, diyare ve alerji semptomlarıyla çok fazla karıştırılmasından dolayı halen tanı koyulamamış çok fazla birey bulunduğunu ifade eden Özel Medifema Hastanesi Diyetisyeni Bilge Nur Yörük, “görünmeyen tehlike glüteni anlattı..
“Çölyak kavramını iyi tanımak, semptomlarını ayırt edebilmek ve glütensiz beslenmeyi doğru öğrenmek; çölyaklı bireyler için kaliteli bir yaşamın ilk anahtarıdır. Çünkü herhangi bir cerrahi ve ilaç tedavisi bulunmayan bu rahatsızlığın tek çözümü glütensiz beslenme tedavisidir. Çölyaklı bireyler glüten ve türevlerini hayatlarından çıkardığı takdirde ise yaşam kaliteleri yüzde 100 artmaktadır. Çölyak rahatsızlığı; sindirim sisteminin glüten adı verilen buğday, arpa ve çavdar türevlerinde bulunan gliadin protein kompleksine karşı vücudun aşırı duyarlılık gösterdiği otoimmün bir rahatsızlıktır. Çölyak rahatsızlığının asıl nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, genetik yatkınlık da önemli bir rol oynamaktadır. Ayrıca, çevresel faktörlerin de (örneğin, doğum şekli, emzirme süresi, enfeksiyonlar ve beslenme alışkanlıkları) hastalığın ortaya çıkmasında da etkili olduğu düşünülmektedir. Rahatsızlığın semptomları arasında karın ağrısı, şiddetli ishal, gaz sancıları, anemi, cilt problemleri ve kronik yorgunluk gelmektedir. Tanı alan bireyler uzman diyetisyen tarafından verilen glütensiz diyet eğitiminin ardından semptomsuz ve çok daha konforlu bir yaşama kolaylıkla erişmektedir. Çölyaklı bireylerin glütensiz bir diyet uygulaması, semptomların kontrol altına alınmasına ve bağırsak hasarının iyileşmesine yardımcıdır.
SAĞLIKLI VE DENGELİ DİYET
Ancak, glütensiz diyetin sağlıklı ve dengeli olması özellikle çocukluk çağında tanı alan kişilerin büyüme gelişmesinin devamlılığı için oldukça önemlidir. Bu nedenle uzman bir diyetisyen ile çalışmak çölyak hastalarının doğru beslenme modelini belirlemelerine, gerekli kaloriyi ve büyüme gelişme eğrisini yakalamalarında yardımcı olacaktır. Çünkü allerjen besinler ve semptomlar kişiden kişiye farklılık gösterebilmekte. Örneğin çölyak tanısı olan kimi birey yulafa alerji göstermez iken diğer bireyde alerjik reaksiyon görebilmekteyiz, bu sebeple yulaf kullanırken ambalaj etiketinde mutlaka glütensiz ibaresinin bulunmasına dikkat edilmelidir. Çölyaklı bireyler için en masum olan ve gönül rahatlığıyla tüketebilecekleri gıdaların başında pirinç gelmektedir. Ancak yine paketleme aşamasında kontaminasyon riskinin çok yüksek olmasından ve genellikle bulgur, çavdar üretim süreçleri ile yakın temas halinde işlenmesinden dolayı bireylerin pirinç alırken de üründe glütensiz işaretini incelemelerinde fayda var. Sebze ve meyvelerin tüm çeşitleri glüten açısından risk teşkil etmemekle beraber süt ürünleri de tüketilebilir kategoridedir. Glütensiz beslenmesine rağmen şikayetleri azalmayan bireylerde ise çölyak tanısının yanında laktoz intoleransının da olabileceğinin altını çizmek isterim.”
“Örneğin: çocuklarda teşhisi oldukça güç olan pulmoner hipertansiyon yapay zekanın bir tipi olan derin makine öğrenimiyle daha erken ve daha doğru teşhis edilmeye başlandı. Başka bir örnek olarak; beyin hacminin aşırı büyümesi ile otizm arasındaki ilişkiyi araştıran araştırmacıların, yapay zeka teknolojisi ile erken beyin değişiklikleri ile otizm arasındaki ilişkiyi doğrulayarak otizmin erken teşhisi için adım atmaları verilebilir. Yine yenidoğan sarılığının cep telefonları yardımıyla izlenmesi, doğuştan dudak ve damak yarığının genetik analizinde yapay zekanın uygulanması, umut verici ilerlemeler. Zatürrenin röntgen görüntü bankaları ile daha doğru bir şekilde tanınması yapay zeka ile mümkün olmuştur. Farklı pediatrik hastalıkların tanı ve tedavisine yönelik yapay zeka destekli laboratuvar testleri, yapay zeka destekli tıbbi görüntüleme ve yapay zeka tabanlı teşhis koyma sistemleri hızla gelişmekte. Teknoloji nasıl gelişirse gelişsin, hastalar için en uygun yönetimi sağlamak pediatristin temel hedefi olmalıdır. İşte bu hedefle yola çıktık. İzmir’in çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanlık eğitimi veren tüm “Pediatri Eğitim Kurumları” bir araya geldik ve bu kongreyi hayata geçirmek için çalışmalara başladık.
BİRLİKTEN GÜÇ DOĞAR
İzmir’de ilk kez olacak ortak bir kongre ile “Birlikten güç doğar” ilkesini hayata geçirmeye karar verildi. Sağlık Bilimleri Üniversitesi İzmir Tıp Fakültesi ile afiliye olan Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir Bakırçay Üniversitesi Tıp Fakültesi ve İzmir Demokrasi Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından ortak olarak düzenlenecek kongreye her sene bir ‘’Pediatri Eğitim Kurumu’’nun ev sahipliği yapması planlandı. İzmir halkına mal olmuş adıyla İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi’nin ev sahipliğinde yapılacak ilk kongrenin mottosu ‘’Çocuk Sağlığı ve Yapay Zeka’’ olarak belirlenmiş olup, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Azerbaycan’dan TİKA ve YTB kurumlarının katkıları ile öğretim üyesi ve uzmanlık öğrencisi düzeyinde katılımlar olacağı için uluslararası nitelikte. Bu kongrede özellikle güncel ihtiyaç duyulan konulara yönelik olarak kurslar ile bilimsel düzeyi yüksek çalışmaların paylaşılacağı, tartışılacağı oturumlar ve sempozyumlarda, genel pediatri ve tüm pediatri yan dal uzmanlık alanlarındaki yenilikler, güncel uygulamalar yanı sıra çocuk psikiyatrisi konuları, sık karşılaşılan cerrahi sorunlar ve tedavileri gibi çocuk sağlığının her alanını ilgilendiren konular ve yapay zekanın çocuk sağlığı ve izlemine etkileri ele alınacak.”
9-11 MAYIS’TA YAPILACAK
Doğanın uyandığı ilkbahar mevsiminde, 09 - 11 Mayıs 2024 tarihinde Kaya Thermal Hotel İzmir’de, İzmir Çocuk Sağlığı Derneği organizasyonunda Sağlık Bilimleri Üniversitesi Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi tarafından gerçekleştirilecek olan 1. İzmir Çocuk Kongresinin (İzÇoK 2024) hazırlıkları yoğun bir şekilde devam ediyor.
“Kilolu bir hastanın özellikle çok katlı binalardan, merdivenlerden indirilmesi üç kişilik bir ekip tarafından gerçekleştirilemez. Bu hastaların güvenle taşınabilmesi için en az dört kişilik deneyimli bir ekibe, bu ağırlığı taşıyabilecek sedye ve donanımlara, bazı tıbbi ekipmanlara ihtiyaç olacaktır. Sağlık Bakanlığı tarafından yayımlanan “Ambulanslar ve Acil Sağlık Araçları ile Ambulans Hizmetleri Yönetmeliği” ne göre ülkemizde kara ambulansları kullanım amacına göre acil yardım ambulansı, hasta nakil ambulansı, yoğun bakım ambulansı ve özel donanımlı ambulanslar olarak sınıflandırılır. Özel donanımlı ambulanslar ise acil hasta veya yaralılara olay yerinde acil tıbbi yardımı sağlamak veya görev yaptığı bölgenin coğrafi özelliği ile taşıdığı hasta veya yaralıların yaşı, fiziki ve tıbbi durumlarına göre özel olarak tasarlanmış ve buna göre personel ve ekipmanla donatılmış araçlar olarak tanımlanmaktadır. Obez hastaları taşıyabilecek donanım ve teknik ekipmanlara sahip olan ambulanslar özel donanımlı ambulanslar sınıfına dahildir, buna göre ruhsatlandırılır ve kullanılır.”
HASTA NAKLİ İÇİN KRİTİK BİLGİLER
* Morbid obez yani 150 kilonun üzerindeki bir hastanın hastaneye nakli için 112 Acil Çağrı Merkezi arandığında mutlaka hastanın boy ve kilosu doğru olarak bildirilmelidir. * Çağrı ekibi tarafından hastanın bulunduğu evin durumu (kat sayısı, merdiven, asansör, giriş çıkış kapılarının genişliği, ambulansın eve uzaklığı) ayrıntılı olarak öğrenilmelidir. * Hastanın merdivenlerden veya asansörden indirilmesi mümkün olamayacaksa itfaiye yardımı ile pencereden özel ekipmanlar ile dışarı alınması için itfaiyeden destek alınmalıdır. * Bu hastalara mutlaka Sağlık Bakanlığı bünyesindeki obez hasta nakli için özel donanımlı ambulanslar ve en az dört kişilik deneyimli bir ekip gönderilmelidir. * Hangi hastaneye nakledileceği ve hastane ekibinin bilgisi olup olmadığı sorgulanmalı ve hastaneye hastanın tahmini geliş saati, acil servis veya doğrudan servise mi getirileceği önceden hastaneye bildirilmelidir. * Hastanın kilosu ile 150-300 kg arasında ise Sağlık Bakanlığı Obez ambulans sedyesi ile bu hastalar taşınabilir. Hastanın mahremiyeti ve dış etkenlerden korunması için mutlaka taşıma öncesinde örtülmesi gerekir. * Hastanın yataktan sedyeye aktarılması için takviyeli plastik hasta kaydırma cihazları kullanılabilir. Taşıma öncesi hastanın kemerler ile sedyeye sabitlenmesi sağlanmalıdır. * Sedyenin geçeceği zeminler, merdivenler, rampalar ve asansörlerin hastanın, ekibin ve ekipmanın ağırlığını ve boyutunu taşıyıp taşıyamayacağı önceden deneyimli bir personel tarafından kontrol edilmelidir. Gerekirse çok katlı binalardaki servis asansörleri, özel asansörler, yangın merdivenleri ve rampalar kullanılarak daha güvenli bir yol sağlanabilir. * Sedyenin genişliği hesap edilerek hastanın geçeceği kapı, merdiven ve asansör genişlikleri önceden tespit edilmeli, taşıma sırasında her aşamada hastaya sesli olarak bilgi verilerek paniklememesi sağlanmalıdır. * Hastanın tansiyonun ölçülmesi için geniş manşonlu tansiyon aletleri kullanılmalı, bazı hastalar için kulaktan dinleme (oskültasyon) başarılı olmayacağı ve sistolik kan basıncını elde etmek için bir Doppler ses probu gerekebilir. * Başın tespiti gerekiyorsa boyunluk yerine baş tespit yastıkları ve boyun koruyucu rulolar kullanılabilir. * Serum takmak gerekiyorsa damar yolunun kolay bulunmasını sağlayan ışıklı özel ekipmanlar kullanılmalıdır. * Hastanın ambulansa alınması ve nakli sırasında acele edilmemeli, ambulans hareket etmeden önce sedyenin ambulanstaki yerine sabitlenmiş olduğu kontrol edilmelidir.
* Hastanın sarsıntılardan etkilenilmemesi için araç düşük hızda ve kontrollü olarak kullanılmalı, gerekirse polis ekiplerinden eskort desteği alınmalıdır.
* Hastanın yanına sağlık ekiplerinden başka bir refakatçi alınmamalı, hasta yakınlarının başka bir araçla gelmesi sağlanmalıdır.
* Ambulans hastaneye ulaşmadan önce gerekli hazırlıkların yapılabilmesi için tıbbi kontrol ve hasta durumuyla ilgili hastane ekibi ile iletişime geçilmelidir.
“Bazı haberleri duymak insana hayatı sorgulatır, diğer bir deyişle soğuk duş etkisi yapar. Örneğin daha dün beraber yolda sohbet ettiğiniz eski günleri yadettiğiniz dostunuzun inme geçirdiğini ve artık yatağa bağımlı kaldığını öğrenmek, ya da konuşamadığını, bir bardağı bile eliyle tutamadığını veya tuvalete bile kalkıp gidemediğini öğrenmek gibi… İnme, hep keyifli geçmesi istenilen yaşlılığın ya da emeklilik hayatının en korkulan olaylarından biridir. Beyin dokusunun kendisine kanı getiren damarlardaki sorunlar nedeniyle kendi oksijen ve besin ihtiyacını karşılamaması sonucu beyin dokusunun fonksiyonlarının bozulması inmeye neden olur. Sadece yaşlıların hastalığı mı diye sorarsanız maalesef öyle değil. 30’lu veya 40’lı yaşlarda inme geçirip hayatı birden altüst olmuş hasta sayısı da azımsanacak sayıda değildir. İnmenin 2 türü vardır: İskemik inme, beyne giden damarların tıkanması veya daralmasına bağlı olarak beyne giden kan akışının kritik seviyenin altına düşmesi sonucu olan beyin dokusundaki fonksiyon kaybıdır, diğeri hemorajik inme, halk arasında beyin kanaması olarak da bilinen, beyin damarlarının içindeki kanın damar duvarından dışarıya doğru sızmasıdır.
Siz veya birlikte olduğunuz biri felç geçiriyor ise belirtilerin başladığı zamana bu nedenle muhakkak dikkat edin. Bazı tedaviler, felç başladıktan hemen sonra verildiğinde en etkilidir. Bu nedenle inme belirtilerini sizlere hatırlatmak isteriz:
* Konuşmada ve başkalarının söylediklerini anlamada zorluk: felç geçiren kişinin kafası karışabilir, sözcükleri geveleyebilir veya konuşulanları anlayamayabilir.
* Yüz, kol veya bacakta uyuşma, halsizlik veya felç: Bu genellikle vücudun sadece bir tarafını etkiler. Kişi her iki kolunu da başının üstüne kaldırmayı denediğinde bir kol düşmeye başlarsa bu felç belirtisi olabilir. Ayrıca gülümsemeye çalışırken ağzın bir tarafı da sarkabilir.
* Bir veya her iki gözde görme sorunları: Kişinin bir veya iki gözünde aniden bulanık veya kararmış görüş olabilir veya kişi çift görebilir ya da gözün bir yarısının görme alanı yok olabilir.
* Baş ağrısı. Ani, şiddetli bir baş ağrısı felç belirtisi olabilir. Baş ağrısıyla birlikte kusma, baş dönmesi ve bilinç değişikliği meydana gelebilir.
* Yürümede sorun: Felç geçiren biri tökezleyebilir veya dengesini veya koordinasyonunu kaybedebilir.
Özel Karşıyaka Göz Hastanesi Doktorlarından Prof.Dr. Esin Başer kısa ve öz Kornea ve Kornea naklini anlattı. Bakın Başer neler anlatıyor.
Korneada saydamlık kaybının en sık rastlanan nedenleri: geçirilmiş katarakt ameliyatı sonrasında hücre yetmezliğine bağlı kalıcı ödem, göz uçuğu (herpes) veya enfeksiyonlara (keratit) bağlı leke, göz travması sonrasında gelişebilen lekeler ve daha seyrek olarak da ailesel geçişli bazı kornea hastalıklarına (distrofiler) bağlı bulanıklıklardır. Korneada şekil bozuklukları ise en sık keratokonus hastalığına (kornea tabakasının öne doğru konikleşmesi ve incelmesi) bağlı görülmektedir. Bu tabloların hepsinde görme zorluğu yaşanmaktadır. Yaygın olarak göz nakli diye bilinen kornea nakli (keratoplasti) ile korneada saydamlık kaybına veya şekil bozukluğuna bağlı görme kaybı yaşayanlarda görme yeniden kazandırabilir.
Kalıcı kornea ödemi, korneada yaygın lekeler ve korneada düzensizliğe bağlı yüksek astigmatizma gibi sorunlar ilaç tedavisiyle veya gözlük veya kontakt lens gibi uygulamalarla her zaman giderilememektedir. Bu gibi durumlarda hastanın tekrar görmeye kavuşması için kornea nakli (keratoplasti) yönteminden faydalanılmaktadır. Kornea nakli ameliyatı gerekli durumlarda katarakt ameliyatıyla ve göz içi lens yerleştirilmesi veya değiştirilmesi ile birlikte de yapılabilmektedir. Günümüzde kornea nakli tüm dünyada en çok uygulanan ve en başarılı olan nakil türüdür. Bunun nedeni normalde korneanın damarsız bir doku olması nedeniyle diğer organ ve doku nakillerine göre reddedilme riskinin daha az olmasıdır. Kornea nakli uygulanacak alıcı kişi (hasta) ile verici kişi arasında doku uyumu şartı da gerekmemektedir. Kornea dokusu vefat etmiş ve gözü (korneası) sağlıklı olan kişilerden alınır. Ayrıca nakil yapılacak kişiye vericiden herhangi bir hastalık geçmemesi için kanında bulaşıcı hastalıklar olup olmadığı konusunda kan testleri ile tarama yapılır. Kornea dokusu ülkemizde belirli merkezlerde kurulmuş olan Göz Bankaları’ndan temin edilmektedir. Göz Bankaları kornea dokusunu vericiden almak, uygun ortamlarda saklamak, alınan dokunun nakle uygun olup olmadığını belirlemek ve nakil yapılacak merkeze uygun koşullarla iletmekte görevlidir.
Kornea nakli ameliyatı genel anestezi altında yapılır. Ameliyatta alıcı kişinin hastalıklı kornea bölümü özel yöntemlerle yerinden çıkarılır ve vericiden alınmış olan saydam ve sağlıklı kornea dokusu ile değiştirilir. Bu ameliyatta vericinin dokusu ameliyat mikroskobu altında alıcının gözüne çok ince dikişlerle dikilir. Kullanılan dikişler çıplak gözle dışarıdan görülemez ve göz renginde değişikliğe yol açmazlar. Dikişler genellikle ilk yılda alınır. Ameliyat sonrasında nakil olan kişinin düzenli olarak takip edilmesi ve en az 6 ay süreyle bazı göz damlalarını düzenli olarak kullanması gerekir. Kornea nakli ameliyatı ve nakil sonrası takipleri kornea hastalıkları konusunda deneyimi olan hekimlerce ve uygun merkezlerde yapılmaktadır.
"Ramazan ayı boyunca oruç tutmak, sindirim sistemini dinlendirir, vücutta detoks etkisi yaratmaya yardımcı olur ve bedensel disiplini artırmakla beraber açlık hissinin azalmasında etkilidir. Bu davranış hem fiziksel hem de ruhsal sağlığın korunması ve güçlendirilmesi açısından büyük önem taşırken rutinde klinikte uyguladığımız aralıklı oruç programı ile de oldukça benzerdir. 1 ay boyunca tutulan Ramazan orucunun ardından gelen bayram ise hem gönüllere, hem damaklara zenginlik vermektedir. Aile büyüklerinin ziyaret edildiği bayramlar kurulan özenli sofralar; ikramlar ve yemekler açısından oldukça zengindir. Peki bu zengin bayram sofralarında dengeyi nasıl kurabiliriz? 30 gün süren oruç döneminden sonra normal düzene en sağlıklı şekilde nasıl geçebiliriz? Gelin hepsini cevaplayalım…
Öncelikle oruç dönemine benzer şekilde 2 ana öğün olacak şekilde gününüzü planlayabilirsiniz. Öğlene yakın saatlerde yapılan bir kahvaltının ardından akşam saatlerinde tüketilen, içinde mutlaka salata ve sebze grubunun bulunduğu protein içerikli dengeli bir akşam yemeği herkes için en uygun tercih olacaktır. Kahvaltı öğününüzde ise protein grubundan yumurtaya ve süt grubundan peynire mutlaka yer vermenizi tavsiye ederim. Çünkü kahvaltı öğününün tokluk süresinin 4 saati karşılamasını isteriz ki günün geri kalan ikinci kısmında kan şekeriniz daha dengeli seyretsin ve açlık hissi tekrar oluşmasın. Eğer ki oluşan açlık hissini bastırmak için daha masumane zannettiğimiz meyveyi tek başına tükettiğinizde akabindeki 1 saat içerisinde derin bir açlık yaşayacağınızın garantisini verebilirim. Bu hatalı davranışı ortadan kaldırmak, tokluk süresini uzatmak ve kalori açısından dengeli bir öğün ile açlığınızı geciktirmek isterseniz meyve grubunun yanına mutlaka sağlıklı bir yağ grubu eklemelisiniz. Çiğ fındık, badem ve ceviz bunlara sadece birkaç örnek. Herkesin bildiği 3 ana öğün 3 ara öğün kuralı ise 30 gün boyunca oruç tutmuş bireyler için pek uygun bir seçenek değildir. Çünkü bu beslenme modeli oruçtan çıkmış bedende sürekli kan şekeri dengesizlikleri yaratacak daha fazla kalori almanıza sebebiyet verecektir.
Misafirliklerde ikram edilen tatlı mevzusuna değinecek olursak tercihinizin sütlü tatlı olmasında ve az miktarda olmasında fayda var. Gıda endüstrisinde kullanılan çoğu şerbetli tatlıların içeriğinde glikoz şurubu olarak bildiğimiz basit şekerin yüksek konsantrasyonlu hali yer almaktadır. Bu katkı maddesi bulunduğu ürüne yüksek oranda tatlılık vermesinin yanı sıra düşük maliyetli olması açısından üreticiler tarafından sıkça tercih edilmekte. Glikoz şurubunun potansiyel zararları arasında şeker hastalıkları, karaciğer yağlanması, metabolik sendrom ve daha fazlası sayılabilir. Oruç döneminde dinlendirdiğimiz vücudumuzu bayram süresince ve sonrasında yüksek oranda kalori ve şeker ile yormayalım, kendimize ve bedenimize iyi bakalım. Herkese şeker tadında sağlıklı bir bayram dilerim.”
ARABA KULLANIRKEN DİKKAT EDELİM
* Mutlaka en kısa zamanda ilk yardım kurslarına katılalım, çünkü kaza ve yaralanmalardan sonra bilinçli ilk yardım uygulamak ölüm ve yaralanma riskini yarı yarıya azaltır, * Yola çıkmadan önce aracımızın tüm periyodik bakımlarını yaptırmış olalım. Binerken de tekrar lastik havalarına, bagajda yedek lastik, bijon anahtarı, ilk yardım çantası olup olmadığını kontrol edelim, * Tatilin ilk ve son günü şehirlerarası yollarda trafik yoğunluğu artmaktadır. Bu günlerde daha çok sayıda kaza olduğu için bayram başlamadan veya bitmeden bir gün önce yola çıkalım, * Uzun yolculuklarda en geç iki saatte bir mola verelim çünkü birinci saatten sonra özellikle de hava sıcak ise dikkatimiz azalmakta ve dağılmakta, kaza yapma riskimiz artmaktadır, * Molalarda ağır, kızartmalı, yağlı, hamurlu, şekerli gıdalardan uzak duralım. Asla alkol alarak yola çıkmayalım. Bu tür yiyecekler uykumuzun gelmesine, direksiyon başında dikkatimizin dağılmasına neden olur, * Araba kullanırken uykumuz gelir, dikkatimizi toplayamaz hale gelirsek derhal uygun bir mola yerinde duralım, yüzümüzü yıkayalım, dinlendikten sonra yola devam edelim. Unutmayalım ki acele giden, ecele gider, * Araba kullanırken dikkatimizi dağıtacak şeyler (sigara içmek, cep telefonu ile konuşmak, internete girmek, gelen mesajları okumak veya cevap vermek, radyo, CD çalar ile aradığımız şarkıyı bulmaya çalışmak vs.) yapmayalım, * Kazaların %95’i biz sürücülerin yani insan hatasından (hatalı sollamak, aşırı hız, alkollü araç kullanmak vs.) kaynaklanmaktadır. Biz dikkatli araç kullansak bile karşımızdaki veya önümüzdeki sürücünün her an hata yapabileceğini düşünüp aracımızı çok dikkatli kullanalım. Bunun da en iyi yolu sürat yapmamaktır, * Arabaya bindiğimiz andan itibaren hangi koltukta olursak olalım (şoför, şoför yanı, arka koltuklar vs.), gideceğimiz yol çok kısa bile olsa emniyet kemerimizi mutlaka takalım çünkü kemer bizi oluşabilecek yaralanmalardan korumaktadır, * On iki yaşından küçük çocuklar asla ön koltukta oturtulmamalı, anneler çocukları kucaklarında seyahat etmemelidir. Dikkat ettiyseniz bu şekilde oturup seyahat eden anneler annelik içgüdüsü ile çocuklarına sıkı sıkı sarılmakta, kaza olursa onu refleks olarak koruyabileceğini düşünmektedir. Hâlbuki gerçek hayatta kaza olunca onları bu şekilde korumak mümkün değildir. Bu nedenle çocuk yaşına göre ya arka koltukta kemerini takarak veya yine arka koltukta bebek koltuğunda oturmalıdırlar, anne kucağında değil, * Lütfen süratli giderek, yazılı hız sınırlarını aşmayalım. Mesafe olarak 100 km uzaklıkta bir yere saatte 120 km. hızla gittiğimizde 50 dakikada ulaşırız. Aynı uzaklığa, saatte 90 km. hızla gittiğimizde ise 67 dakikada. Arada sadece 17 dakika fark var. Risk almaya değer mi? Bu nedenle gittiğimiz yolda ki hız sınır levhalarına uyalım, * Özetle, aman dikkat edelim, tatlı bayramımız ile yakınlarımıza derin acılar yaşatmayalım. Geç geldi desinler, geçmiş olsun demesinler.
MİDE BAĞIRSAK SİSTEMİMİZİN SAĞLIĞI
Aramızda oruç tutanlarımız var. Bu mübarek ay da bu kişiler uzun süre aç kalmaya alıştılar. Bayram günlerinde hepimize çokça tatlı ve yemek ikram edilecek. Gerek tatlı gerekse yemek yemek insanı mutlu eden ve haz veren bir davranış. Yiyeceğe ulaşmak çok kolay. Bu nedenle de üzüntülü, sıkıntılı, gergin anlar da yemek/tatlı/çikolata yiyerek o sıkıntılı ruh halinden kurtulmaya çalışıyoruz. Sonuçta kilo ve obezite dünyanın en önemli sağlık sorunlarının başında geliyor. Bu nedenle lütfen bayram günlerinde ikram edilen her yemek ve tatlıyı kabul etmeyelim ve yemeyelim, teşekkür ederek kibarca ret edelim. Unutmayalım ki yenilen fazla yemek ve tatlılar bize sonra kilo artışı şeklinde geri dönecektir. Yoksa bu durum mide barsak hastalıklarına, karın ağrısı, bulantı, kusma ve ishal gibi hastalıklara neden olabilir. Fazla yemek ve tatlı yemek aynı zamanda uyku da getirebilir. Eğer tok karına yola çıkacaksak daha dikkatli olmak gerekir. Özetle yemek ve ikramları daha dikkatli ve kontrollü yiyerek hem kendimizi fazla kilolardan hem de mide barsak sistemi hastalıklarından koruyalım. Yani ev sahibi isek yemek konusunda ısrarcı olmayalım, misafirlikte bize ikram ediliyor ise o zamanda hayır demesini bilelim.
Miyop astigmat, gözün önündeki saydam tabaka olan korneanın şekline veya göz boyunun uzun olmasına bağlı uzağı görememe şikâyetiyle ortaya çıkar. Genellikle çocukluk veya ergenlik döneminde başlar. Ancak, başlangıç yaşı bireyler arasında büyük farklılıklar gösterebilir ve bazı insanlar daha ileri yaşlarda bu durumu geliştirebilir. Miyop astigmatın başlangıcı ve ilerlemesi genetik faktörler, yakın işlerle (okuma veya bilgisayar kullanımı gibi) geçirilen zaman ve muhtemelen çevresel faktörler tarafından etkilenebilir. Özellikle çocuklarda, düzeltilmemiş görme problemleri öğrenme ve gelişimi etkileyebileceği için, erken tespit ve yönetim için düzenli göz muayeneleri önemlidir. Diğer taraftan keratokonus adı verilen rahatsızlık da aynı yaşlarda başlar. Keratokonus, gözün ön yüzeyinin (korneanın) zamanla incelip konik bir şekil almasıyla karakterize bir göz hastalığıdır. Genellikle ergenlik döneminde veya genç yetişkinlikte, yaklaşık 10 ila 25 yaşları arasında başlar. Ancak, bu durumun ortaya çıkış yaşı bireyden bireye değişiklik gösterebilir. Keratokonusun ilerlemesi kişinin yaşına, hastalığın başladığı zamana ve diğer birçok faktöre bağlı olarak değişebilir. Hastalık genellikle yavaş ilerler ve 10 ila 20 yıl içinde kararlı bir duruma gelebilir. Keratokonus bazılarında hafif belirtilerle ortaya çıkabileceği gibi bazılarında kornea nakline kadar gidebilen göz bozukluklarına neden olabilir. Keratokonus genetik nedenlere bağlı olabileceği gib gözlerini çok ovarak kaşıyanlarda sık görülür. Sık göz ovarak kaşıma göz allerjisi olanlarda ve Down sendromu olanlarda rastlanılan bir durumdur. Erken teşhis ve uygun tedavi, görme kaybını önlemek ve yaşam kalitesini korumak için önemlidir.
Miyop astigmat ve keratokonus genellikle aynı yaşlar başlar ve ikisinin de erken belirtileri aynıdır. Yani başlangıç safhasında keratokonusu miyop astigmattan standart bir göz muayenesiyle ayırmak mümkün değildir. Ayırıcı tanı erken safhalarda kornea topografisi tetkikiyle yapılabilir. Keratokonus erken teşhis edildiğinde ilerlemeyi durduran Crosslinking tedavisi yapılmalıdır. Bir çocuk veya gençte hatta hangi yaşta olursa olsun myop astigmat ilk defa teşhis edildiğinde kornea topografisi yapılarak keratokonus olasılığı bertaraf edilmelidir. Ancak ülkemizde hatta gelişmiş ülkeler dedikerimizde dahi kornea topografisi standart ölçüm olmadığından keratokonuslu hastalar miyop astigmat tanısıyla vakit kaybetmekte ve hastalık ileri safhalara geldiğinde, koruyucu tedavi olan Crosslinking için geç kalındıktan sonra tanı koyulmaktadır. Biz kliniğimizde göz numarası ilerlediği için defalarca muayene olmuş ancak keratokonus olduğu halde teşhis edilmemiş hastalara rastlıyoruz. Aileler bu konuda bilinçli olmalı özellikle gençler sık gözlük değiştiriyorsa, aldıkları gözlükten memnun kalmıyorlarsa keratokonus yönünden araştırılmalarını talep etmelidirler.