Sokaklar...

SABAH kapıdan çıktığınızda, iğde ağaçlarından yayılan o güzel kokuyu içinize çekmek için burnunuzu havaya kaldırsanız...

Haberin Devamı

Balkonlardan-pencerelerden çiçekler sarksa başınıza...

Parkın önünden geçerken, köpekle oynayan çocuğa bakıp, kendi çocukluğunuzu hatırlasanız... İçinizden köpeğinizin adını özlemle geçirseniz...

Bir dahaki sefere parka girmeye ve o kavaklar arasındaki ahşap bankta biraz oturmaya karar verseniz...

O meşe ağacı hâlâ köşede olsa...

Bakkal selam verse, marangoz kamyonetten tahtaları taşırken gülümsese size... Ve siz ıslık çalıp, bahçelerden yola sarkmış ağaçların dallarına birer şaplak vurmak için zıplasanız...

İçinizden şöyle deseniz:

“Burası benim sokağım...”

* * *

Ama böyle bir şey yok...

Ne park var, ne köşedeki meşe yerinde duruyor... Marangoz ile bakkal yerlerini, kasasında şişman kız duran markete bırakıp çoktan gittiler.

Haberin Devamı

Balkonlardan çamaşırlar sarkıyor, yap-satçının paçalı donunu her gün görüyorsunuz, bir o yana bir bu yana...

Beton içinde bir sokak... Kaçak-uydurma-zevksiz yapılar birbirinin üzerine yaslanmış, hava geçmez aradan...

Islık çalmıyorsunuz...

O sokak, yaşayanlar için bir mezarlık gibi.

Ve o sokak sizin değil...

Mutsuzsunuz...

* * *

Çünkü bu kentler; görgüsüzlüğün, zevksizliğin, yağmanın, beleşçiliğin, hırsızlığın istila ettiği kentlerdir.

İstanbul’da iki gün önce yaşanan yıkım kavgası aslında bize her şeyi anlatır:

Seçilmek için ülkeyi bile satmaya hazır siyasetçi, avantacı-yağmacı vatandaş, rüşvetçi belediyeci...

Büyük bir suç ortaklığıdır bu, kimse masum değildir... Siyasetçi oy, belediyeci rüşvetini almıştı...

Yağmacı vatandaş da kaçak inşaatla payına düşeni almak istiyordu o kavgada...

O kadar...

Herkesin kirli olduğu bir toplumda kimse mutlu değildir...

Islık çala çala zıplayıp yapraklarına bir şaplak vuracağınız ağaç yok...

Zaten bahçe de orada değil...

Yazarın Tüm Yazıları