◊ Son filminiz “Örümcek Ağındaki Kız”da Lisbeth Salander için yaşadığınız dramatik değişimi merak ediyorum...
- Lisbeth ile ilgili tüm bilgilere sahiptim ama o sıralar başka bir film çektiğim için aktif olarak hiçbir şey yapamıyordum. Diğer filmin çekimleri biter bitmez “Örümcek Ağındaki Kız”ın çekimlerinin yapılacağı Berlin’e gittim. “Karakterde neler olmamalı” sorusundan yola çıkarak başladık. Serinin tüm kitaplarını yeniden okuduktan sonra Lisbeth’in sadece farklı saç ve dövmelerle dolu bir kız olmadığına karar verdim. En başa gidip neden böyle bir görüntü seçtiğini anlamaya çalıştım. Kafamızda Lisbeth ile ilgili tüm soruları düşünüp bir kağıda döktükten sonra cevaplarımızı boş bir kanvasın üstüne resim çizer gibi işledik.
◊ Karakteri aşama aşama yarattınız yani...
- Aynen. Bilgisayarın içine girip üstün zeka işi hareketler yapan bu kız neden diğer insanların duygularını anlamakta zorlanıyor... Kafamızdaki var olan her soruyu tek tek cevaplayıp karaktere ekleyerek yolumuza devam ettik. Serinin tüm kitaplarını tekrar okuduktan sonra Lisbeth ile aramda güçlü bir bağ oluşmuştu zaten. İnsanoğlunu iyi gözlemleyen biriyseniz Lisbeth’in davranışlarının altındaki sebepleri bulmak zor değil.
◊ Karakter İsveçli, ama filmi Berlin’de çektiniz. Başka şehirlerde film çekerken o şehrin ruhuna da bürünüyor musunuz?
- Sanırım... Berlin’de mesela sahip olduğum saç kesimi, içimdeki Berlinliyi ortaya çıkardı. Çünkü Berlin’de neredeyse herkesin saçı öyle kesilmişti. Farklı olmak için saçlarımı alttan da kestirdim, bir baktım herkes aynı şeyi yapmış.
◊ İzlediğim son filminiz “Hotel Artemis”te başrolü Jodie Foster ile paylaşmıştınız. Nasıl bir deneyimdi Jodie ile karşılıklı oynamak?
- Jodie Foster ismi ilk başta gözümü korkuttu tabii ki... Onunla ilgili yıllar öncesine dayanan bir hatıram var aslında.
◊ Paylaşır mısınız bizimle?
- Tabii... 10-11 yaşlarındaydım. Bir Fransız kanalında haberlere çıkmıştı. Temiz, aksansız bir Fransızcası vardı. Annem onun aslında Fransız olmadığını söylediğinde şaşırmış ve etkilenmiştim. Çünkü Fransızca sonradan öğrenenler için aksansız konuşulması neredeyse imkansız bir dil. Yaptığı işlere ve yeteneğine gelirsek, bunu konuşmak, değerlendirmek benim haddim değil. “The Accused” en sevdiğim filmidir.
◊ Sette nasıl biri?
- Setteyken onun için her şey yarattığı karakterden ibaret. Başka hiçbir şeyin kendisini etkilemesine izin vermiyor. Hepsi bir yana Jodie Foster çok zeki bir kadın.
◊ Yeni filminiz “Climax” 9 Kasım’da gösterime girecek. Filmin prömiyeri Cannes Film Festivali’nde yapıldı ve “Directors Fortnight” ödülünü kazandı...
- Evet. Öncelikle şunu söyleyeyim, Gaspar Noe’nin filmlerini daha bu rol için düşünülmeden önce izlemiştim ben zaten. Yaptığı her filmi izliyorum.
Bill Skarsgard
HAYALET GİBİ GÖRÜNMEKTEN MEMNUNUM
◊ “It”te canlandırdığınız Pennywise’dan sonra yine bir Stephen King projesi olan “Castle Rock”ın gizemli karakteri The Kid ile karşımıza çıktınız. Nedir bu tür yapımlarda sizi çeken?
- Aslında ilk başta bu proje ile ilgili bana ulaştıklarında isteksizdim... Stephen King’in romanından uyarlanan “It”in ikinci filminin çekimlerini yeni bitirmiştim. Bana dizi için ulaştıklarında her şeyi gizli tutuyorlardı. Senaryoyu okumama bile izin vermemişlerdi. Ben de senaryosunu okuyamadığım bir projenin parçası olmak istemedim ama hayır da diyemiyordum. Uzun ısrarlar sonunda senaryoyu okumama izin verdiler. Okuduğum en güçlü senaryoydu diyebilirim. Diğer yaptığım Stephen King projesinden tamamen farklıydı. Dizide yaratılan dünya yeni ve orijinal... Dizinin yaratıcılarına hadi hemen başlayalım dedim.
◊ Oynadığınız karakter “The Kid” sırlarla dolu bir hücre mahkumu. Kötü bir karakter bence. “It”teki Pennywise da kötü bir karakterdi. “Kötü” kavramı size ne ifade ediyor?
- Doğru! The Kid aldatıcı bir karakter. İçinde saklı olan gizliliği ve gizemi fark etmek zaman alıyor... Pennywise’a gelirsem, şeytani ama kendinin kötü olduğunu düşünmeyen bir karakter. Zaten kötüler kendilerini hiçbir zaman kötü görmüyor. Onlara göre yaptıkları her şeyin bir sebebi var ve doğruyu yapıyorlar.
◊ Peki hücre hapsine mahkum insanlar hakkında araştırma yaptınız mı?
◊ Şarkıcı, oyuncu, iş kadını, moda tasarımcısı, dansçı, şarkı sözü yazarı, yapımcı... Nasıl mümkün olabilir ki bunca işi bir arada yürütmek?
- Bilmiyorum ki... Yoğunluktan ve yorgunluktan ölmüş olmalıyım aslında değil mi (gülüyor)... Genelde ne yapıyorum biliyor musun, bir sürü projeyi bir anda seçiyorum. Bu nedenle başımı birçok kez belaya sokmuşumdur zaten...
◊ Neden?
- Çünkü “Bu projeyi yapmak ister misin?” diye teklif geldiğinde ilk söylediğim “Ohh nasıl da eğlenceli bir iş gibi görünüyor” oluyor. Sonra proje günü gelip çatıyor. Dehşete düşsem de, korkudan ölsem de yapmak zorunda kalıyorum tabii.
◊ Hayatınızın kırılma noktalarında kimler var; kimler sizde derin izler bıraktı?
- Hiç şüphesiz listenin başında annem var. Ben 4 yaşımdan beri bu işi yapmak, bugünkü Cher olmak istiyordum. O bana bu konuda cesaret veren kişidir çünkü. Disleksik bir çocuktum, bu durum hâlâ da devam ediyor. O nedenle okulda hiçbir zaman başarılı olamadım. Çocukluğumda bugünkü Cher olacağımın işaretini veren hiçbir özelliğim yoktu. Fakat annem hep, çok belli etmesem de, çok akıllı gibi görünmesem de aslında akıllı olduğumu söylerdi! “Büyüyünce etrafında her istediğini yapacak insanlar olacak, hiçbir şey ile uğraşmak zorunda kalmayacaksın” derdi. Öyle de oldu. Listede ikinci sırada olan, hayatıma yön veren kişi de yapımcı Sonny (Bono) oldu. Sonny & Cher ikilisi olduk ve o sayede kariyerim başladı.
İSTEDİKLERİNİ BEDEL
◊ Travel Channel’a hazırladığınız belgesel projeniz için geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye gittiniz. Öncelikle Troya Savaşı’nı anlatan bölümün detaylarından biraz söz eder misiniz?
- Biz bu belgeselde, eski hikayeleri, mitolojik efsaneleri, onlarla ilgili ulaşılan son bilgileri ve gelişmeleri veriyoruz. Türkiye’ye de Troya Savaşı ile ilgili son keşifleri öğrenmek için gittik. Neler olup bittiğini, ulaşılan son bulguları uzmanlarla konuştuk. Troya Savaşı bir gerçek mi yoksa kurgusal bir mit mi sorusuna cevap aradık.
◊ Tarihe, eski kültürlere merakınız ne zaman başladı?
- 13-14 yaşlarımdayken, eski kültürlerin ve mitolojik olayların dikkatimi çektiğini, bu bilgileri öğrenmeye aç olduğumu fark ettim. İyi bir öğrenci değildim. Okula gitmeyi hiç sevmiyordum. Okulla ilgili sevdiğim tek şey tarih dersleriydi. Sanırım 8’inci sınıftayken tarih dersinde Yunan Mitoloji okumuştum. İyi not aldığım ve ödevlerimi yaptığım ilk ders o olmuştu... Diğer derslerde ödev yaptığımı hiç hatırlamıyorum (gülüyor). Sadece sınavlara girip sınıfı geçmeme yetecek kadar not almaya çalışırdım. Sadece tarih derslerinde ödev yapıyordum çünkü gerçekten öğrenmek istiyordum.
BU GİDİŞLE 6 ÇOCUK DAHA YAPARIM
◊ Belgeseli, Los Angeles merkezli olan, İstanbul’da da faaliyet gösteren Karga 7 Pictures çekiyor. Projenin yapımcıları Emre Şahin ve eşi Sarah Wetherbee ile nasıl tanıştınız?
- Birkaç yıl önce, daha son çocuğum doğmamışken tanıştık. “Son çocuğum” da dememeliyim aslında! Sonuçta birkaç yılda bir dünyaya çocuk getiriyorum, bu gidişle 6 tane daha yapacağım herhalde. Neyse, konuya dönersek... Bir proje geliştiriyordum. Fikir aşamasındaydı. Prodüksiyon şirketi araştırıyordum onun için. Derken bir arkadaşım Karga 7’den bahsetti. Emre’nin yaptığı birçok yapımı izlemiştim zaten. Hepsi harika, beğenerek takip ettiğim şovlardı. Benim için de belgeselimin güzel olması, izleyicinin ilgisini çekecek şekilde çekilmesi, gittiğimiz yerlerin ruhunu ve güzelliğini izleyiciye yansıtması, hikayenin anlatımı önemliydi. Karga 7’nin yapımlarını daha detaylı inceleyince isteklerime en güzel onların cevap vereceğini anladım. Devamında zaten birlikte çalışmaya başladık.
◊ LGBT topluluğundan bu projeyle ilgilenen çok fazla danışmanınız olduğunu söylediler, doğru mu?
- Ryan Murphy: Doğru. Özellikle “Ball Dünyası”nın efsaneleri... Onlar bu proje ilk oluşmaya başladığı günden, yani yıllar öncesinden beri yanımdaydı. Proje, mükemmel bir işbirliği içinde geliştirildi.
◊ “Ball Dünyası” konusunu biraz açmak istiyorum. Bize Ball kültürünün ne olduğunu anlatır mısınız?
- Ryan Murphy: Ball kültürünü anlamak için önce “ev sisteminden” başlamamız gerekiyor. Çoğunlukla siyahi ve Latin, gay, trans ya da cinsiyetinden emin olmayan gençlere kalacak güvenli yer temin eden sistem bu... Ball kültürü de bu evlerin üyelerinin kendi aralarında yaptıkları yarışmalar. Bu yarışmalarda, LGBT topluluğundan gençler hiçbir şeyden endişe duymadan kendilerini ifade edebiliyor. O ortamda onlar için sadece sevgi, saygı, hoşgörü ve yaratıcılık var.
◊ Peki kategoriler neler?
- Ryan Murphy: Çok farklı kategori var. Mesela karşı cinsin kıyafeti ile yürüme, makyaj, tavır, dans, kostüm... Her yarışmacı, kategoriye uygun giyinmek ve yaratıcı olmak zorunda.
BU DÜNYAYA KARŞI BİR SEMPATİM VAR
◊ “Pose” üzerinde 2006’dan beri çalıştığınızı söylediniz. Neden bu kadar uzun sürdü hayata geçirmek?
◊ “Homeland”i sinema filmi yapma fikri hiç aklınızdan geçti mi?
- Hiç düşünmemiştim... Dile kolay, tam 8 yıldır hayatımızın merkezi bu dizi. Ekipteki herkes özenle ve gayretle çalışıyor. Bu kadar başarılı bir projenin parçası olduğumuz için minnettarız. Fakat artık farklı maceralara, farklı hikayelere yönelme vakti geldi galiba...
◊ Ben yedinci sezonu izlemeye yeni başladım. Diğer sezonlardan daha farklı geldi bana. Sizce neden böyle hissetmiş olabilirim?
- Bizim dizi her yıl kendini yeniden yaratıyor. Farklı lokasyonlara gidiyoruz, farklı ekiple çalışıyoruz ve yazar ekibimiz gerçek dünyada olan biten olayları çok iyi gözlemliyor. Bu durum diziye daha çok akıcılık ve değişkenlik veriyor. Ayrıca Carrie bu sezon alışkın olmadığımız bir işe yöneldi ve ücret almadan avukatlık yapmaya başladı. Sanırım bu da farklı bir ton getirdi diziye.
◊ Yeni sezonda neler olacak sizce? İpucu alabilir miyiz sizden?
- Kimse bilmiyor. İnan hiçbir bilgim yok.
YAŞLANDIKÇA KİLOLARI DAHA AZ UMURSUYORUM
EVANGELINE LILLY: KENDİME HEP ERKEKLERİ RAKİP GÖRDÜM
◊ Filmde bir arıyı canlandırıyorsunuz. Çocuklarınızın arılara ya da karıncalara karşı özel bir sevgisi var mı?
- Çocuklarıma her türlü böceğe karşı sevgi dolu olmalarını öğretiyorum. Çünkü ben böcekleri öldüren bir anne değilim. Böcekleri öldürmeden dışarı, ait oldukları yere bırakan biriyim. Zaten hayat arkadaşım Norman Kali’nin bana aşık olma sebeplerinden bir tanesi de buydu.
Daha yeni görüşmeye başlamışken evde yemek yedikten sonra bulaşıkları yerleştiriyordum. Mutfak tezgahının diğer ucundan bana doğru hamam böceğinin yaklaştığını gördüm. Onu elimle aldım ve bahçeye bıraktım. Norman daha önce çıplak elle hamam böceği tutan bir kadını hiç görmediğini söylemişti. Aramızda güzel bir anı olarak kaldı.
◊ The Marvel Cinematic Universe’te birçok kadın kahraman var ama filmin isminde yer alan ilk isim sizsiniz değil mi?
- Evet, Wasp filmin adında yer alan ilk kahraman. Filmde oynadığım karakter Hope sadece güçlü, dirençli, insanlara dersini bildiren bir kız değil, aynı zamanda da zeki. İyi plan yapıp uygulayan bir kadın. Filmde benim için en önemli nokta buydu zaten. Hope bir kadın olarak Scott ve Hank kadar etkili ve onlarla eşit bir karakter.
◊ Bu filmde yeni kostümünüz var. Hiçbir erkek süper kahramana sormadığım bir soru geliyor şimdi. Kostümle kendinizi seksi hissediyor musunuz?
- Neden sormadın! Erkek kahramanlar da kostümlerini giyince seksi hissediyor. Hepsi arkadaşım, hepsini kostümleriyle gördüm. Üzerlerinde kostümleri varken nasıl havalı yürüdüklerini görmen lazım...