◊ Hem sanatınız hem de politik yaşamınız nedeniyle uzun yıllardır göz önünde yaşıyorsunuz. Bu durumun zorlukları ve keyifli tarafları neler?
- Ben göz önünde olmanın, tanınmanın sakıncalı ve can sıkıcı bir tarafına şahit olmadım. Bazı insanlar özel hayatlarının, mahremiyetlerinin olmamasından şikayet ediyor. Benim de bazı ünlü arkadaşlarım dışarıdayken tüm insanların gözlerini onlara dikmesinden şikayetçi. O insanlara cevabım ortada; şikayet edilecek bir şey yok! Tartışmaya gerek bile duymuyorum.
◊ Neden peki?
- Kendimden örnek verirsem... Filmlerim vizyona girdiğinde, politikada vali olmak için yarışırken ya da vücut geliştirme şampiyonalarına katıldığımda insanlar beni izlesin, yaptıklarımı beğensin, desteklesin, alkışlasın istiyorum değil mi? Diğer taraftan restorandayken, plajdayken, toplum içerisinde herhangi bir yerdeyken “özel hayata saygı istiyorum” mu diyeceğim? Öyle bir şey yok! Ben sokaktayken kimseden rahatsız olmam.
Hayatım boyunca tanınmış olmanın, ilgi görmenin zevkini yaşadım. Unutma, insanların hayatta hasret kaldığı şeylerin başında başkalarından ilgi görmek geliyor. Bizim işimizde ise tüm dünyadan ilgi görüyoruz. Bundan daha güzel bir duygu olabilir mi? Şikayet edilecek bir şey mi bu?
TRUMP KENDİNİ HÂLÂ DALAVERECİ İŞADAMI ZANNEDİYOR
◊
◊ Hollywood’un en aykırı yönetmenisiniz. Her filmde marjinal olmak zor değil mi? İlk filminizden itibaren çok farklı olduğunuz için bu çizgiyi korumak mı istiyorsunuz? Nedir Tarantino’nun yaratırken aklından geçenler?
- Sanatçının içinde yaratmak için provokatör bir güç varsa, o güç yaşadığı kültür ona karşı çıkınca ortaya çıkar. Günümüz sanatında provokatör olmak kolay değil. Radikal zamanlarda radikal işler yapmak daha kolay. Bana gelirsek... Yaptığım işler, temsil ettiğim kültür, aklımdan geçenler sıradan değil.
Filmimi bir kutuya hapsedecek şeyleri kontrol ediyorum ama günün sonunda “toplum yapısıyla anlaşmaya varmak” terimi benim sanatımla uyuşmuyor. Benim sanatımda sosyal yapı ile uzlaşmaya yer yok. Canım ne isterse öyle yapmaya devam edeceğim. Filmim reddedilebilir, kabul edilebilir ya da şimdi beğenilmeyip ileride kıymeti anlaşılabilir. Fakat ben zamana ve insanların isteklerine göre değişmeyeceğim. Yapmak istediğimi yapacağım ve sonuçlarına katlanacağım...
◊ 27 yıllık kariyerinizde 9 film yaptınız. Artık “Marvel evreni” gibi bir de “Tarantino evreni” var. Filmlerinize tutkun bir kesim var ki, ben de o kesime dahilim. Merak ediyorum; kariyerinizde sizi en mutlu eden, en gurur duyduğunuz an hangisiydi?
- Gurur duyduğum çok fazla şey var. Yaptığım işler, filmlerim başta geliyor. Ama sorunun cevabına biraz daha ruh katmak için şunu söyleyebilirim; “Pulp Fiction” ile Cannes’da Altın Palmiye kazanmam, çok gurur duyduğum bir andı. Biliyorum sadece bir ödül ama oldukça iyi bir ödüldü...
◊ Oscar’dan daha mı çok gururlandırdı sizi Altın Palmiye ödülü?
- Bütün ödüller gurur verici. Ama Altın Palmiye ile ilgili bir şakam var; kazanan yönetmenler listesinden daha prestijli bir liste varsa, o da kazanamayan yönetmenler listesidir! (Gülüyor)
◊ 2020 projelerinize şöyle bir baktım da hem yapımcı hem de oyuncu olarak çok yoğun bir takviminiz var...
- Evet.
◊ Projeleriniz içinde en çok ilgimi çeken, “A Man Called Ove” oldu. Filmin orijinali İsveç yapımı. Siz şimdi adaptasyonunu yapıyorsunuz. Hangi aşamadasınız?
- Kitap tam bir başyapıt. Keza film de öyle. Kim ortaya çıkıp bu iki eserin altında bir iş yapmak ister? Ben değil... Bay Ove evrensel bir karakter. Çoğunluğu temsil ediyor. Japonya’da bir yapımcı “The Man Called Ove”un Japon versiyonunu yapıyorsa şaşırmam. O kadar evrensel bir hikaye.
Mesela filmde bir an var; Bay Ove kadına araba kullanmayı öğretirken, zor gelse de başarabileceğini şöyle açıklıyor: “Savaşın parçaladığı bir ülkeden kaçmayı başardın, bu ülkeye geldin, yeni bir dil öğrendin, çocuklarını doğduğun büyüdüğün yerden uzakta büyütüyorsun. Araba kullanmayı mı öğrenemeyeceksin?” Bu durum, günümüz Amerika’sına çevrilmeli. Ama nasıl?
Şimdi ben kitabı okuyup, orijinal filmi izleyip detaya inecek, senaryoyu temelini değiştirmeden Amerikan kültürüne uyarlayabilecek insanları arıyorum. Çünkü İsveç’teki ev sistemi, sağlık sistemi Amerika’da yok. İçimden bir ses, Ove’un mahallesinde yaşadıklarını filmin DNA’sını bozmadan başka bir ülkeye taşıyana kadar üzerinde çalışmamı söylüyor.
◊ Araştırınca gördüm, ne kadar çok hit şarkınız varmış! Bu başarının formülü nedir?
- Çok çalışmak! Bana “Ne kadar şanslısın” diyorlar. Komik geliyor bu “çok şanslısın” lafları. Ne kadar çok çalışırsan, o kadar şanslı olursun. Diğer sanatçılar kadınlarla gününü gün ederken, paralarını savururken, takipçi ve beğeni için endişelenirken, ben sırada hangi seslerin olduğunu, müziğin ne yönde değişeceğini, alacağı şekli takip ediyorum. İşte benim formülüm bu; çalışmak!
◊ Peki şarkı söylerken neler hissediyorsunuz?
- Şarkı söylerken başka bir dünyadayım; düşler diyarında... Şarkı söylemek benim en büyük ödülüm, terapim. Benim için şarkıların ve şarkı söylemenin gücü ütopik, orgazmın ötesinde bir duygu. Ben hislerimi sözlere döküyorum, dinleyiciler şarkılarıma hayat veriyor, ruh veriyor, can veriyor. Onlar şekillendiriyor şarkılarımı, onlar güçlendiriyor.
◊ Başarının aklınızı başınızdan aldığı zamanlar oldu mu?
- Yetiştirilme tarzım buna izin vermez. Kendini bir şey zannetmeye başladığın anda olay biter. Sabah yataktan kariyerimi düşünerek kalkmıyorum. Toprağın üstünde var olduğum her gün hediye ve bunun keyfini süreceğim diyerek kalkıyorum.
Başkalarına yardım edebilme kapasitesine sahibim. Bence kariyerinde belli bir seviyeye ulaşmış, maddi açıdan iyi pozisyondaki insanlar için yardım etmek zorunluluk olmalı. Birçok iyi durumdaki insan böyle düşünmüyor. Neden biliyor musun? Onlar aslında ihtiyaç duymadıkları şeyler için o kadar istekli ve endişeli ki, başkaları için yapabileceklerini düşünecek vakitleri bile yok...
Gabrielle Union: Erkekleri yeterince izledik, sıra kadınlarda
◊ Eşiniz Dwyane Wade’in büyük hayranıyım.
- Ben de!
◊ Wade, 16 yıllık NBA kariyerini geçen sezon noktaladı. Nasıl geçirdiniz son sezonu?
- Her maç veda maçı gibiydi. Bizi mutlu eden, neşelendiren ama kalbimizi de kıran bir süreç oldu.
Bu sporu sevenler olarak bir dönemin kapanmasına üzülsek de aile olarak bize daha çok vakit ayıracağı için mutlu olduk.
‘TAŞIYICI ANNE’ CESUR DEĞİL
◊ Oyunculuğu bırakacağınıza dair haberler çıktı. Doğru mu yanlış mı, nedir gerçek?
- Kesinlikle yanlış! İşimi seviyorum. Bırakmıyorum.
◊ Nereden çıktı bu dedikodular peki?
- Geçenlerde de biri emekli olup olmadığımı sordu. “Hayır” dedim. “Ama Avustralya’da oyunculuğu bıraktığını açıkladın” dedi. “Öyle mi oldu! Ben de oradaydım, öyle bir şey söylediğimi hatırlamıyorum” dedim.
◊ Ne söylemiştiniz aslında?
- Aslında bahsettiğim, işimizin büyüklüğü ve sorumluluğuydu. Sürekli başka yerlerde olmamız gerekiyor. Çalışırken uzun süre ailelerimizden ayrı kalıyoruz. Bir filmin çekimleri 3 ila 6 ay arasında tamamlanıyor. 14 saatlik set günleri, çekimler... Orada gençler için daha rahat bir iş olduğunu ifade etmeye çalışmıştım.
Artık herhangi bir projeye uzun süre taahhüt vermek, tüm vaktimi o işe adamak için oldukça seçici davranıyorum. Eğer bir işte yer alacaksam, kiminle çalışacağımı ya da ne için vaktimi vereceğimi daha çok sorguluyorum. Yoksa işimi çok seviyorum. Tabii ki yapabildiğim kadar film yapmaya devam edeceğim. Sadece genç oyunculardaki enerji ve coşku bende artık yok demiştim. Daha seçiciyim.
◊ “Aslan Kral” bir klasik. Neler hatırlıyorsunuz ilk filmle ilgili?
- Chiwetel Ejiofor: “Aslan Kral”ı ilk izlediğimde 17 yaşındaydım! Hikaye mükemmel, karakterler ikonik. Filmin ilk karesi, ilk ses, intro her şey mükemmeldi. Yeni film de öyle. Filmdeki detaylar izleyiciyi anında ormana taşıyor. Sinemanın, hikaye anlatmanın güzelliği bana göre tam da bu. Yani anlatılan hikayenin dünyasına girme fikri...
- Donald Glover: Ben ilk filmde 4’üncü sınıfa gidiyordum. O zamanlar önemli bir şeydi “Aslan Kral”ı izlemiş olmak. Aslında sanat ile önemlilik duygusunu bir arada kullanmaktan hoşlanmam. Ama “Aslan Kral” önemliydi. İzlemek gurur vermişti. İkonik bir yapımdı. Yeni filmi yaparken babamı kaybettim. Yaşadığım kayıp, filmi daha iyi içime çekmemi, aile ilişkisini daha iyi hissetmemi sağladı.
◊ Peki bir film zaten çok ikonik ve önemliyse, hatta “Aslan Kral” için başyapıt bile diyebiliriz, neden yeniden yapılır? Ya da yeniden yapılmalı mı?
- Donald Glover: Hikaye aynı, evet ama yeni filmde bugüne daha uygun halde anlatıldı.
◊ Filmin kült şarkısı “The Circle of Life” (Hayat Döngüsü) bu yeni yapımda da var. Aradan 25 yıl geçmiş olmasına rağmen şarkının büyüsü hiç değişmemiş. Peki size göre hayat döngüsü ne demek?
- Chiwetel Ejiofor:
◊ “Homeland”, “Jack Ryan”, “Aladdin” gibi Hollywood yapımlarında oynadınız. Dev projelerde dünyaca ünlü oyuncularla çalışmak nasıl bir his?
- Türkiye’de çok sayıda fanı olan “Prison Break” dizisini de katalım bunların arasına. Gerçekten çok sevilen bir dizi Türkiye’de.
◊ Haklısınız, onu da hatırlatalım okurlarımıza...
- His olarak hiçbir fark yok. Bir projeye dahil olduğum zaman amacım, bütün birikimimle o projeyi desteklemek. Mesleğini çok ciddiye alan bir oyuncuyum. Daha derinlere gitmek, daha fazla araştırmak çabasıyla yaşıyorum. Bu projeler de bana doğru yolda olduğumu gösteriyor. Tabii ki Amerikan sinemasında yıllardır izlediğimiz meşhur insanlarla çalışmak büyüleyici ama sonuçta hepimiz en iyisini yapmak istiyoruz.
◊ Hollywood’da gittiğiniz ilk audition’u (oyuncu seçmesi) hatırlıyor musunuz?
- Hatırlamıyorum ama yer aldığım ilk proje, Jon Stewart’ın yönettiği “Rosewater” filmiydi. Maalesef filmin son halinde benim sahnelerim kesilmişti. Bu da Amerikan filmlerinde sıkça yaşanan bir durum. Çekilen sahnelerin filmde gerçekten olup olmayacağını ancak filmi izlediğin zaman görüyorsun.
◊ “Spider-Man”in kadrosuna nasıl dahil oldunuz?