◊ Davayı her gün televizyonda, dergilerde ve gazetelerde takip etme fırsatımız oldu. Sizi bu davayı araştırmaya iten şey ne oldu?
- Derine inmek istedim. Kitabın, olayı derinlemesine incelemenin ideal bir yolu olduğunu düşündüm. İlişkileri ve dava sırasında ne olmuştu? Konuyu biraz ete kemiğe büründürmekten ve bunu sıradan bir okuyucu hatta davanın derinlerine inmiş ancak her gün her saatini görme fırsatı bulamayan biri için de yapmaktan keyif aldım. Tanıklık etmeye değerdi.
◊ Kitabınızı nasıl yorumluyorsunuz?
- Tüm duruşmanın ve tüm davanın aynı anda hem gerçek hem de gerçek dışı hissettirmesi çok farklı bir histi. Rahatsız edici bir gerçeklik duygusu... Bu yüzden bunun üzerine gittik. Umarım sizi de içine çeker.
◊ Bu kişilerin birer aktör olduğunu unutmanız ve gerçeğe odaklanmanız beni şaşırttı...
- Gerçeğin tam olarak ne olduğunu ayrıştırmak zor bir iştir. Duygusal olarak anlatılmış bir hikâye duymak harika ama ne zaman biri başına gelenlerle ilgili bir hikâye anlatsa hafızasında o değişir. Belgesel, kanıtların kutsal olmadığını öğretti. Size sadece bir “hikaye” anlatıyor olabilirler. Bu hikâyeye hararetle inansalar bile size sadece temelde doğru ve ilişkili olmayan bir şey anlatıyor olabilirler...
İŞLERİNE GİTMİYOR DURUŞMAYA GELİYORLARDI
◊ Hollywood Türk Film Festivali yeni formatla geri geliyor. Artık organizasyonda TV dizileri de var. Neden eklemek istediniz?
- Elif Zorlu: The Weeknd ve Lily-Rose Depp’in HBO dizisi “The Idol”ın prömiyeri bu yıl Cannes Film Festivali’nde yapıldı. Artık daha fazla film yapımcısı televizyona iş yapıyor. Bizim formatımız belirgin. Yeni bir oluşumuz. Gelişime ve yeniliklere açığız. Yani dünyanın nereye gittiği konusunda açık fikirli olmalıyız. O nedenle ülkemizin dünyaya açılan kapısı diziler de bu etkinliğin bir parçası olmalı diye düşündük.
◊ Organizasyonu biraz anlatır mısınız?
- Elif Zorlu: Oyuncular, yapımcılar ve yönetmenler dışında akademisyenlere, eleştirmenlere, programcılara ve sinemaseverlere açık etkinliğimizi kültürel ve sanatsal bir kutlama organizasyonu olarak tasarlıyoruz. 20 yılı aşkın süredir Hollywood’da eğlence dünyasının bir parçasıyız. İyi yapımların tutkulu hayranlar sayesinde nasıl büyük etkilere sahip olduğuna yakından şahit olduk. Keza Güney Kore, “Parazit”in Oscar zaferinden sonra kültürel turizmde inanılmaz yerlere geldi. Hollywood’un Kore’ye bakış açısı değişti. Yatırımlar arttı. Kore dizileri ve K-Pop’un ülke ekonomisine muazzam katkısı var. Bu başarı bir anda gelmedi, yıllar süren yatırım ve çalışmaların sonucu. Bizim de amacımız sinema ve televizyonun cazibesini kullanmak, kültürel etkileşim ve tanıtıma odaklanmak.
◊ Ülkelerin sinemanın geleceğine yatırım yapmaları neden önemli?
- Elif Zorlu: Geçtiğimiz mayıs ayında Fransa Kültür Bakanı Rima Abdul-Malak, Cannes’da önümüzdeki 7 yıl içinde Fransa’nın film ve TV sektörüne 350 milyon dolar yatırım yapacağını duyurdu. Sorunuza dönersem; sinema bir sanat dalı, evet ama aynı zamanda bir sektör, bir endüstri. Bu nedenle sanayiye yapılan yatırımlar kadar sanatı destekleyen kamu politikalarının da olması çok önemli.
◊ Facebook reklamlarının etkileşim oranlarına dayandığı ve Facebook’un içerik zarar verici olsa dahi daha fazla etkileşim için bunları öne çıkardığını iddia ettiniz...
- Öne sürdüğüm birçok açıklama şaşırtıcı değildi. Açıklamalarımda ortaya çıkan sorundan şikayet eden birçok insan vardı. İnsan kaçakçılığı veya organize suç kartelleri platformda açıkça faaliyet gösteriyor. Değişen şey, artık Facebook’un bunları bildiği gerçeğinin sorun olduğuna dair kanıtımız olmasıydı. Çözümleri olduğunu biliyorlardı, onunla ilgilenmemeyi seçiyorlardı. Ama teknoloji değişti. Hâlâ Google’dan bile önce yazılmış yasalarla uğraşıyoruz. 1996’dan çıkardığımız yasalar, 80’lerin teknolojisi...
◊ “Vay canına, bu ciddi bir durum” dediğiniz andan ve gerçekten halka açıldığınız zamana kadar geçen süreç hakkında konuşabilir misiniz? Sizin için nasıldı?
- O zamanlar Facebook’ta bir şeylerin gerçekten ama gerçekten yanlış olduğunu biliyordum ama ne yapacağımı bilmiyordum. 2020’de COVID’in ilk altı ayında Iowa’da ailemle yaşadım. ABD’deki seçim döneminde Iowa parti toplantılarında, kullanılması gereken yazılım ve duruma göre segmentlere ayırma yeteneğine sahip değildi. Gerçekte ne olduğunu veya Iowa’da neyin hedef alındığını görme yeteneğim yoktu, ki bu kulağa şok edici geliyor değil mi?
Bundan sorumlu olan kişiyle konuştum. Ve bana, “Swing eyaletlerini destekleyeceğiz” dedi
Cumhuriyetçilerin 2020’deki adayı Trump’tı ve tam anlamıyla sadece boş bir ifadeyle yüzüme baktı.
Neden bahsettiğim hakkında hiçbir fikri yoktu. Teknolojinin seçimlere etkisini ve toplum için sonuçlarının ne olacağını anlamak için yeterli siyaset bilimi farkındalığına sahip değillerdi.
◊ Daha önce filmin COVID pandemisinden etkilendiğini söylemiştiniz. Kamera arkasında sanatçıların kendi kaygı ve korkularındaki mücadeleye de odaklanıyorsunuz. Bu pandemi sırasında olanlara dair bir öz-yansıtma mıydı?
- Wes Anderson: COVID salgınının gerçekten yoğun olduğu dönemde senaryoyu yazıyorduk. Bunu deneyimlemeseydik, hikâyede bir karantina olmayabilirdi. Tüm bu sürecin doğaçlama kısmı da olduğunu hissediyorum, çünkü film hiçbir şeyin olmadığı bir ana dayanıyordu... Çekim süreci de COVID zamanındaydı. Hâlâ COVID protokolleri vardı ve bu durum gerçekten bize çok yakıştı. Benim açımdan çok iyi çalıştık. Birlikte kalmamızı ve uzun bir masada oturup akşam yemeği yemeyi seviyorum. Setimiz çok büyüktü. Elimizde olan şeylerden şikâyet etmek yerine onları iyi yönleriyle kullanmayı tercih ettik.
◊ Çok özel bir görsel-işitsel dil kullanıyorsunuz. Prodüksiyonun yüzde 90’ı ya CGI ve süper kahramanlar ya da ejderhalar... Gelecek nesle bakarken; başka bir Wes Anderson’ın var olma olasılığını nasıl görüyorsunuz?
- Wes Anderson: CGI tekniği, bir bakıma, oyuncular için yaratmak istediğim atmosferi sağlıyor... Ve bu durum, onu oynayan insanların deneyimini değiştiriyor. Scarlett bunun bir tiyatro oyununda olmak gibi olduğunu söylediğinde, bu bana iyi geliyor. Gerçek bir alan yaratmak için harcanan tüm bu çabaya değer. Eski tekniklere de ilgi duyuyorum. Çalışma şeklimiz muhtemelen şu anda yapılan çoğu filmden çok 1930’da çekilen bir filme benziyor. Bu, genç birini nasıl bilgilendirir, bilmiyorum. Bence artık insanlar çok az imkânla çok fazla şey yapma yeteneğine sahip ve ben film yapmaya başladığımda olmayan pek çok teknik var. Ve bir bakıma, bunun bir sonu yok.
TİYATRO PARÇALANMIŞ DÜNYAMIZI YENİDEN İNŞA EDECEK
◊ Filmde herkesin yakaladığı pek çok fantastik metafor vardı. Neden filminizde tiyatroyu kullanmaya karar verdiniz? Tiyatronun parçalanmış dünyamızı yeniden inşa etmemize yardımcı olabileceğini düşünüyor musunuz?
◊ Cannes Film Festivali, pandemiden sonra geçen yıl oldukça etkili bir şekilde geri döndü. Geçen yıl ve bu yılki festivale ilişkin neler söylemek istersiniz?
- Öncelikle sizlerle birlikte burada bulunmaktan çok mutluyum. 2020 yılında elbette festival yoktu. 2021’in temmuz ayında gerçekleşen festival bizim için oldukça zorlu geçti. Ve geçen sene; harikaydı.
Herkes 2-3 yıllık sıkıntılardan sonra Cannes’a döndüğü için mutluydu. Bu yıl ilgi o kadar büyüktü ki gelmek isteyen binden fazla kişiyi geri çevirdik. Çünkü Palais des Festivals elbette büyük ama gelip film izlemek isteyen herkesi ağırlayacak kadar değil...
◊ Merak ediyorum, Cannes’a dair en güzel hatıranız nedir?
- Çok fazla güzel anım var. Baz Luhrmann, Nicole Kidman ve Ewan McGregor ile kırmızı halıya çıktığımız an mesela... Martin Scorsese’yi 20 dakikalık “Gangs of New York”ta karşıladığımız ve onunla birlikte 2 bin kişinin önünde sahneye çıktığımız an...
Cannes’da kalabalığa konuşmak, pek olağan olmayan bir şey. Ve Marty’nin özellikle kendi 20 dakikalık “Gangs of New York”unu göstermekle ilgilenmediğini, bunun yerine Billy Wilder’a saygılarını sunmakla ilgilendiğini hatırlıyorum. Çünkü Billy Wilder 1 ay önce ölmüştü.
YouTube’un kısa konseri de hayatım boyunca hatırladığım anılardan. Bono’nun “Where The
◊ Audrey Hepburn’ün aramızdan ayrılmasının üzerinden 30 yıl geçti, ancak o kadar zamana rağmen etkisi halen sürüyor. Annenizi bu kadar özel kılan neydi sizce?
- Audrey Hepburn’ün mirası, güzel bir piramit gibi üç ana yönden oluşuyor. Birincisi, elbette aktris olarak bıraktığı miras. Yaptığı işi çok ciddiye alıyordu ama kendini o kadar ciddiye almıyordu. Elizabeth Taylor’ın Hollywood’un “Kleopatra”larında olduğu bir dünyada, annem küçük siyah elbisesiyle dünyaya açıldı. İnsanlar onu kendilerinden biri olarak gördü. İkincisi, stil ve zarafet mirası. Hiçbir zaman moda düşkünü olmadı. Şimdiki gençler, büyük moda makinelerine karşı isyan ediyor. Kullanılmış giysiler alıyor, kıyafetleri yeniden değerlendiriyorlar. Audrey Hepburn yıllar önce aslında tam da bunu yapıyordu. Üçüncüsü ve en önemlisi, sahip olmayan insanlar olduğunu fark etmenin lütfu. O kadar çok şeye sahip olduğunu hissetti ki, şükredecek çok şeyi vardı. Ömrünün sonunda UNICEF elçisi olarak geçirdiği 5 yıl, bence bu mirasın üçüncü ayağı. Bu, modayı takip etmemesine rağmen, zarif olma, kapsayıcı olma, katılımcı olma, yardım etmeye çalışma, çocuklar için geleceğimizi değiştirmeye çalışma modasını başlattı...
◊ Audrey Hepburn’ün klasik filmlerinden “Roma Tatili”nin 70’inci yıldönümü. Annenizle bu film hakkında hiç konuştunuz mu?
- Burada filmi yazanlardan bahsetmeliyim, çünkü onların sayesinde bu film zamanın testinden sağ çıktı. Demek istediğim, Greg (başrol oyuncularından Gregory Peck) harikaydı, annem de çok iyiydi ama senaryo olağanüstüydü. O zamanlar bir sihirle, bir parıltıyla yazılıyordu filmlerin çoğu. İnsanların yağmurlu bir pazar akşamında yeni filmleri izlemektense “Roma Tatili”ni tercih etmelerinin nedeni bu. Annemin Roma ile ilişkisi çok karmaşıktı. Oraya ailesiyle birlikte gitmeye başladı. 30’lu yıllarda Fregenae’deki sahile giderlerdi. Tabii o zamanlar ailem, o anın ideolojisini desteklemekle meşguldü. O günlerde çok fazla seçeneğiniz yoktu. Savaş başlayınca ve o ideolojinin gerçek uygulamalarını fark ettiklerinde her şey karmaşık hale geldi. Ama annem bu karmaşıklığa rağmen Roma’ya geri döndü ve bu olağanüstü filmi çekerek bir nevi kariyerini başlattı. Bence Roma’da kendini her zaman evindeymiş gibi hissetti. Oradayken merkeze gitmeyi ya da alışverişe çıkmayı severdi. Bunu İsviçre’de de hep yapıyordu ama Roma’da dünyanın başka hiçbir yerinde bulamayacağınız yumuşak ve harika bir şey var. “Roma Tatili”ni bugün hâlâ izleyebiliyor ve hayal kurabiliyoruz.
◊ Audrey Hepburn o filmde prenses rolündeydi. Sizce bugünün dünyasında prenses ya da kraliçe imajı hakkında ne düşünürdü?
- Sana ne düşündüğümü söylersem, bundan hoşlanmazsın... Çünkü benim için tüm dünya o kadar kokuşmuş ki, ondan uzaklaşacağım. Ama sana ailemden bahsedeceğim. Annem de babam da asildi. Annem bir barones olabilirdi, çünkü büyükannem öyleydi ve babam İspanyol tarafında bir konttu. İkisi de bunu bırakmaya karar verdi. Ailemizdeki asaletin sonu buydu. İlginç bir şekilde, annem Kensington Sarayı’na ilk gittiğinde Prenses Anne, Kraliçe Elizabeth’e doğru eğildi ve “O bizden biri” dedi. Ama bu onun tahminiydi. Annem bütün bunlardan etkilenmemişti. Herkese saygı ve nezaketle davranırdı. UNICEF için yaptığı çalışmalar sırasında, ideolojinin ne olduğunun çok farkındaydı. İdeolojinin bir bütün olarak insanlığa yaptığı çok önemlidir. İster siyasi, ister dini, herhangi bir ideoloji... Ve 62 yaşında burada oturup size bunların hiçbiri olmadan büyüdüğümü, temiz olduğumu ve çocuklarımın da herhangi bir ideoloji olmadan büyüdüklerini söylüyorum. Bu gezegen için tek bir şey diliyorum. Yaşadığımız sorunların araç, yetenek veya yetenek eksikliğinden değil, irade eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyorum.
◊
Prada mağazasının Bodrum Yalıkavak Marina’da açılışı Villa Maçakızı’nda verilen davetle kutlandı.
Arzu Demirer’in davetiyle katıldığım Cennet Koyu manzaralı bu özel davette modanın renkli etkisine tanık oldum.
Birçok eski dostla da bir araya geldim.
Konu moda olunca gözlüğü, yüzükleri ve seçtiği parçalarla kendi tarzını yaratan Taro Emir Tekin’le gecenin temasını konuştum.
Genç oyuncu, “İnsanın iç dünyasına sadık ve dürüstçe giyinmesinin, çok güçlü bir iletişim aracı olduğunu düşünüyorum. Modanın hayatımda böyle bir fonksiyonu var. Hızlı tüketim üzerine kurulan moda anlayışının hiçbir zaman bende çok karşılığı olmamıştır” dedi.
◊ Todd ve Julianne’e bir soru. Yanılmıyorsam, bu sizin beşinci iş birliğiniz. Acaba aranızdaki bağı bu kadar özel yapan şey nedir?
- Julianne Moore: Ah, bağları bu kadar özel yapan nedir, bilmiyorum. Yani, kişisel olarak Todd’u anladığımı, onun bakış açısını gördüğümü hissediyorum. Bu yaratıcı ortaklığa sahip olduğum için kendimi çok şanslı buluyorum. Bu yüzden sonsuza dek ona minnettarım.
- Todd Haynes: Birlikte yaptığımız her filmde Julie’yi izleyerek bir şeyler öğrendiğimi hissediyorum. Onu bu kadar uzun zamandır tanıdığım için çok mutluyum. Birine inanmak, inanılmaz bir deneyim, bilgi ve sezgi ile gelir. Bu sadece en başından beri sahip olduğuna inandığım bir şey. Beni, yazdıklarımı ve bazen benim bile bilmediğim bir şekilde düşündüklerimi bilmesini sağlamak çok özel.
◊ Todd, “May December”ın hazırlık sürecinden bahseder misiniz?
- Todd Haynes: Natalie (Portman) senaryoyu bana 2020’de gönderdi, sanırım COVID’in ortasındaydık. Senaryoyu okudum, Samy Burch’ün tüm karakterlerin karmaşıklığını inanılmaz derecede ölçülü bir şekilde gözlemleme şekli beni hemen büyüledi. Ama bunların hiçbiri, filmi nasıl çekeceğime dair fikir oluşturmadı. Savannah’daki ortaklarımla ve bu filmde birçok yeni insanla birlikte çalıştım. Ancak bu kareleri canlandırmak, izleyicinin dikkatini çekmek ve tüm bu bilgi katmanlarından faydalanmak için gerçekten kadroda olduğu gibi sağlam oyunculara ihtiyacımız vardı.
SENARYO GERÇEKTEN ALDATICIYDI
◊