Paylaş
Ben hem yeni başlamışım, hem de -C’de takılıp kalmışım. Taşınmanın C halinde.
Yani CİNNET halinde.
Hiç anahtarı sadece bana ait sabit bir evim olmadı bugüne kadar.
Kazık kadar olmamı bir tarafa bırakın, üniversite yıllarından sonra hayat
kah orada, kah burada geçti. Hayat denen “sirk”ten devşirme maceraya
pek çok ülke ve şehir sığdı.
Böylece hep sevdiği yerlere koku bırakan kediler gibi özlediğim şehirlere,
ülkelere, insanlara dönme şansım oldu. Ama tabi misafirlik(!) de bir yere kadar.
Kimi kısa, kimi uzun süreli pek çok arkadaş evi, kuzen yanı, hostel yatakhanesi, otel odası, baba ocağı, eş dost kontenjanı; yeni moda deyimle 60 metrekarelik “studio” daire ile son buldu.
İçimi kaplayan “yerleşiklik” korkusundan öte, bu deneyim bana yepyeni bir dünyanın kapılarını açtı:
İKEA-KOÇTAŞ-ANTİKACI-TESİSATÇI-MONTAJCI-BEYAZ EŞYACI-SATICI ve MÜŞTERİ İLİŞKİLERİ DÜNYASI!
İlk iş bugüne kadar elimi sürmediğim dekorasyon dergilerinden edinmek oldu.
İkinci adım pek tabi markafoni, limango, evim.net gibi on-line indirimli satış siteleri üyeliği.
Bakıldı ki beyaz eşya alınacak gibi değil, şehirdeki bilimum spotçunun haritası çıkarıldı.
En büyük girişimimse, kapısından adım atmadığım IKEA ve KOÇTAŞ mağazalarına oldu.
Porselencide sağı sola savrulan fil misali yastık kılıflarından halılara, halılardan kitaplığa saldırıp durdum.
Bir evin en hayati ihtiyaçlarının ne olduğundan bir haber, ilk IKEA zaferimden koltuk-kanepe-dolap yerine çerçeve-abajur-spatula-kitaplık “muhteşem dörtlüsü” ile döndüm. Üstelik işe yarar tek şey olan kitaplığı “kendim monte ederim ben” iddiası ile. Sonuç: post modern bir özgürlük heykeli.
Yani fiyasko!
Çamaşır makinesi kuruldu, bilmiş bir eda ile “deneyelim lütfen” denildi. İlk deneme başarılı, adamlar gitti, yarım saat sonra evi su basmasına ramak kaldı. Ben ne bileyim hortumun bağlandığı musluğun contasının gevşemiş olduğunu! Hayatımda musluk contası mı gördüm?
Perde almaya gittim, 60 metre kare evin 2 göz penceresine 5 bin TL fiyat çıktı. Perdeciyle kafa göz gelmek üzereyken bereket “melek ablam” yetişip “eski dost Kemeraltı”na götürdü de kumaş alınıp perde işi kotarıldı.
Bir insanın ailesi, evlilikte hiç gözü olmayan bir evlada ne kadar çok çeyiz alabilirse bizim evin dolaplarından o kadar stok çıktı. Çift çaydanlık, çift ekmek kızartıcı, onlarca nevresim, hayatım boyunca kullanamayacağım tuhaf fincan takımları.
Altın vuruş, annemin dip köşe dolapların birinden bulup heyecanla üzerime doğrulttuğu ve adını ilk kez duyduğum “kırlent” denen nesne ile geldi.
Dünyanın dört bir yanından topladığım buzdolabı magnet’i, kitap ayracı, bardakaltlıkları, şarap şişeleri, kurumuş(!) sabunlar, tekleri kayıp fırın eldivenleri ve saksıların bahsine ise burada girmek bile istemiyorum.
Kısacası siz bu bayram memleketin ve hatta hangi uzak memleketlerin bilmem nerelerinden facebook’larınıza fotoğraf yüklerken; ben koli açıp çekiçle, muhtemelen parmaklarımın üzerine üzerine çivi çakıyor olacağım.
Esef, kıskançlık ve haset içinde bayramınızı kutlar; özellikle tatilden bildirenlerin tez elden ev taşımasını dilerim.
Paylaş