Paylaş
13 yaşımdaydım. En büyüğümüz 15!
Ahmetlerin evinde, evi boş bulmuşken kızlı erkekli sevişeceğimize (çünkü o yıllarda henüz kimse el kadar çocukların ya da gençlerin aklına fitne fücür sokmuyordu), lavaboyu suyla doldurmuşuz. Tıkacını da bir güzel tıkayıp başlamışız kafaları daldırmaya. “Suda en uzun kim kalacak” oyununda, birinciliği kimseye kaptırmayan Ediz’i geçmek, o an hayattaki tek amacım.
Ölmeyi göze almışım bu hırsla, düşün!
Herkes sırayla kafasını suya gömüyor. En büyüğümüz Ahmet de babasının ortaokul bitirme hediyesi, günün modası afili Swatch saatinden skor tutuyor.
Yok, kimse Ediz’i geçemiyor.
Sıra bana geldi. Aralarındaki tek kızım ya; en sona bıraktılar beni nasılsa fasulyeden bu diye. Ya Allah bismillah daldırdım kafayı suya. Sayıyorum sayıyorum, zaman geçmek bilmiyor. Sımsıkı yumuyorum gözlerimi. Kendimi zamandan soyutluyorum. Bedenimi bir okyanusta hayal ediyorum. Renk renk balıklar etrafımda, dalgalar hışır hışır kıyıya vuruyor. Güneşin sıcaklığını tenimde hissediyorum. Sanırsın Hint Okyanusu’nda tropikana balığı kovalıyorum. Uzaktan geçen gemilerin sesleri. İçim bir hoş oluyor. İçim çekiliyor. Öyle uyuşturucu bir his.
Kendime geldiğimde ilk gördüğüm şey, Karataş’taki eski apartmanın yüksek tavanlı dairesinin, sıvaları dökülmüş banyosundaki ince çatlaktı. Ve etrafıma dizilmiş korkulu gözlerle bana bakan 5 oğlan kafası. Ağzımdan dökülen ilk kelime: “Geçtim mi?”
“Evet” dedi, Kerem. “Öteki tarafa. Bayıldın. Ölüyordun. Hasta mısın kızım sen?”
Hayır. Hasta değildim. Akıl sağlığım hiçbir zaman yerinde olmasa da kendimi öldürmeye gidecek kadar gözümü hırs bürümesinin tek bir sebebi vardı:
Nereye kadar gidebilirim hırsı.
Yaşadıklarımız kabus değil, nereye kadar gidebilirim hırsı!
Bazen olur öyle. Yollar hiç bitmeyecekmiş gibi açılır önünde. Yıllar geçmeyecekmiş gibi. Devran dönmeyecekmiş gibi. Akıl almaz, bir güç, bir kudret geliverir. O an dünyaya hükmettiğini sanırsın. Dünya lideri olmayı, gencecik çocukların hayatını, sırf aynı evlerde -belki de başka çareleri olmadığı için- kalıyorlar diye karartmak sanırsın. O evlerin en şahane aşı çorba, en kral ziyafeti ketçaplı makarna olsa, bırak sevişmeye otobüs parası bulamadığında eve yürüyen, bunun için de çorbaya kaşık sallamaya hacet bulamayan çocukların altında başka şeyler ararsın.
Bazen olur öyle. Allah’ın adaletini tek taraflı sanırsın.
Paylaş