Paylaş
ÇOCUKLUĞUNUN bir günü bile geçti mi, bir Ege kasabasında?
Düşün ki, Çeşme’nin Reisdere Köyü’nde, Karaburun’un Mordoğan beldesinde veya Küçükkuyu’da ya da Foça’nın Kozbeyli Köyü’nde doğdun.
Bir an için sadece düşün. Reddetme.
Bizim buralarda denize doğar çocuklar. Deniz yoksa sokağa.
40 gün, 40 gece şenlik olur doğumları. Her bir ‘can’ın dünyaya gelişi şenliktir bu topraklarda; ayrı ayrı. Bebek yatağı gelir salonun baş köşesine kurulur. Müslümanı, Yahudisi, Rumu; koşar gelir dört bir yandan. Elinde hediyesi, altını.
Gelin misafirleri ipekli bir kıyafetle karşılar. Misafirlere kahve, çay pasta börek yanında özel yapılmış baharatlı tarçınlı karanfilli sıcak loğusa şerbeti ikram edilir. Doğum yatağı 40 gün boyunca ziyaret edilir.
Düğün dediğin de tam anlamına uygun yapılır bizim buralarda. Yer yer, 4 gün, 4 gece sürer.. Kız oğlanı sever. Oğlan kız uğruna aşka düşer. Sevda hala en geçerli kanundur bu topraklarda. Siz kimi zaman, gençleri görücü usulü baş göz ettik sansanız da aslında onlar çoktan sevdalanmıştır birbirlerine. Damat tıraşı köy meydanında türküler çengilerle yapılır. Kına gecesine duyan gelir. Düğün gecesi en güzel yemekler döktürülür. Genç-yaşlı, kadın-erkek, çoluk-çocuk, Sünni-Alevi, müslim-gayrimüslim; bir arada halaya durur. Mümkün değil, ayıramazsın.
Bilir misin ki her kim ki, ölmüşüne gider kandilde, arifede, bayramda; mezarın üzerine “Mersin” ağacının yeşil dallarından bırakır. Çünkü Mersin, ölünün kabir azabını azaltır, ona ortak olur ve üzerine salavat getirir. Ve bilir misin ki, Ege’de yaşlı Ermeni komşusu ölmüş bir Müslüman kadın, ne yapar eder arada bir gizlice, komşunun da mezarını ziyaret eder, üzerine bir dal yeşil “Mersin” bırakır.
Bir şey daha öğren isterim. Bilmiyorsan bunu da benden duy isterim. Bizim bu buralarda, acısı olan, eşi, babası en fenası çocuğu ölen kadınlar; cenaze namazında erkeklerin arkasında saf tutar. İmam dahil, kimse gıkını çıkarmaz. Acı da ölüm de birlikte paylaşılır buralarda. Omuz omuza. Acının coğrafyasında, dinin çarpıtılmış katı kuralları değil, insana, ölüye ve acılı bir kadına saygının kuralları işler.
Dedim ya, her çocuk denize doğar bizim buralarda. Deniz yoksa, sokağa. Ama şuncacık yaşında illa ki tanışır denizle. Ve kadın-erkek, açık-kapalı bir arada yaşamanın o kadar da zor olmadığını öğretir deniz ona. Teyzesi mayoyla kendini sulara bırakır, yan komşular şalvarla girer, Hasan Enişte’nin tumanı vardır. Mahalle’nin bitirim Ender Abisi’nin şort mayosu. Deniz, kim gelse kucaklar; sıcağın coğrafyasında, deniz herkesin denizidir çünkü.
Sana derim ki, gel.
Bir yazını burada, bizimle geçir.
Urla’da, kapalı kapılar, örülü duvarlar ardında değil.
Tipik bir Ege sahil kasabasında.
Sabah erkenden balığa çıkalım. Dönüşte köy kahvesinde 2 tavla atalım.
Bahçeden topladığımız biberin, domatesin üzerine halis zeytinyağı gezdirelim. Evlerimize dağılalım sonra. Çocuğunu, hanımını alan denize gelsin.
Varsın isteyen, istediği kıyafetle girsin. Akşam için hazırlıklar yapılsın.
Ramazansa hep birlikte oruç açılsın. Sıradan bir yaz günüyse sana ayranlar soğutulsun bakır bakraçta, bize kavunun yanına beyaz peynirle leblebi dizilsin.
Bu kadar mı zor? Okuyunca bile mi? Ege’de yüzyıllardır böyle yaşıyoruz biz. Başka türlüsünü bilmeyiz. Ondan ötürü ya gel, oturalım karşılıklı, ne varsa konuşalım.
Ya da gölge etme başka ihsan istemeyiz biz artık.
Bir Egeli deyimiyle, “iki gözüm, canımıza doyduk”.
Paylaş