Bahar Akıncı

Memlekette felekten 1 gece

10 Kasım 2012

3-4 yıl var ki; İzmir’de gece dışarı çıkmışlığım neredeyse yok.
İzmirli deyimi ile “alemlere akmışlığım” yok.
Sanmayın ki yaşlandım. Sanmayın ki hevesim bitti.
Dünyanın neresine bıraksan, orada başımı sokacak bir bar, sıkı bir kulüp bulurum ben.
Hele ki İstanbul... Ayak bastığım andan itibaren, uykuyu unuturum.
Ama memlekette durum başka.
Sebepler uzun. Kısaca anlatayım.

Yazının Devamını Oku

İzmir, Londra’da... Nihayet!

9 Kasım 2012

Hep yazıyorum. Hep yazmaya da devam edeceğim.
Bu şehrin kurtuluş anahtarı, ne sizsiniz, ne de benim.
Ne komşunuz. Ne patronunuz. Ne de çocuğunuz.
Bu şehir artık; sen-ben-bizim oğlanla dönmüyor. Net.
Bu şehri bir turizm merkezi olarak tüm dünyaya pazarlamak gerek.
Gerekirse pilot bölgeler seçmek, küçük küçük başlamak gerek.
Ve bunun yolu lobi faaliyetlerinden geçiyor.

Yazının Devamını Oku

Sevgili kardeşim Yannis

5 Kasım 2012

Öncelikle sen de bize “Kardeşim” diyormuşsun eksik olma.
Selanik Belediye Başkanı sıfatı ile bizi şehrine davet etmişsin.
Ki, Selanik benim dünya gözü ile gördüğüm en güzel şehirlerden biridir.
Eski İzmir fotoğrafları gibidir. Rahmetli Ali Dedem gibidir.
Ki, kendisi Selaniklidir.
Sen bizi memleketine çağırdın diye, yapmadığını bırakmamışlar.

Yazının Devamını Oku

www.izmirdesanat.org

4 Kasım 2012

Bu kentin en büyük eksikliğiydi güncel bir kültür-sanat sitesinin olmayışı.Şimdi bazılarınız itiraz edecek ama samimiyetle yapılmış, iyi niyetli ancak amatör sitelerden bahsetmiyorum. Bir ekibin oturup ciddi ciddi kafa patlattığı, sürekli güncellenen, sos medya aktivasyonlu bir kültür-sanat sitesinden bahsediyorum.
İşte, izmirdesanat.org bu anlamda dikkatimi çekmeye başlamıştı epeydir.
Logosu kitap okuyan bir baykuş. (Bu aralar nereye gitsem bana bir baykuş logosu, figürü, heykeli, biblosu görünüyor acep ne iştir?)
Üzerine bir de twitter’da da palazlanınca, dur dedim ben bunları bir takibe alayım. Hakikaten de şu sıralar, hangi konser, tiyatro vs haberini arasam, karşıma bunlar çıkıyor. Kim yapıyor, niye yapıyor orasını bilmiyorum. Manidar da bir motto’ları var: “Sanat anlayan içindir.” Takip etmekte fayda var derim.

İzmirontherocks.com
Bu alanda dikkatimi çeken ancak henüz yolun başında olduğunu düşündüğüm bir site daha var. Onların da hakkını yemeyelim. Bir kere tasarımları çok güzel. Açar açmaz da nefis bir jazz müziği eşlik etmeye başlıyor size. Ara ara sırf İzmir’den değil, Antalya ve Mardin’den de sanat haberleri veriyor. Bir yere kaydedin. Arada kolaçan edersiniz.

Gustology.com

Yazının Devamını Oku

Anne ben kalpazan oldum - II

3 Kasım 2012

Nerede kalmıştık? Hah, tamam. Bayram’ın 3. günü...
Bodrum’dan ayrılıyoruz, sırada Alaçatı var. Bu arada bir dur, bir ayaklarını uzatıp dinlen evceğizinde; yok. Çünkü Alaçatı’daki Cumhuriyet Bayramı’na ve Balosu’na katılmak için söz vermişim bir kere.
Meşhur Bitez Dondurmacısı’ndan “çikolata-kanyaklı” dondurmamızı da alıp elimizde külahlar koyuluyoruz yola.  Arabayı İlayda kullanıyor. Söke’ye kadar durmak yok. Söke’de benzin almak için mola verdiğimizde, ‘Benzini sen alacaksın ben alacağım, benim arabam’ tartışmasından İlayda galip çıkıyor. Dur ben de içecek bir şeyler alayım derken; tüm savrukluğumla cüzdanımı istasyonda unutup biniyorum arabaya.

İşte asıl macera bundan böyle başlıyor. Çeşme’ye otobüsle geçeceğim. Üçkuyular’da iniyorum bir güzel.
Arkadaşımla vedalaşıp otobüse biniyorum bir güzel. Otobüs yola koyuluyor bir güzel. Muavin geliyor bir güzel. O da ne ? Sırt çantası açılıyor ve cüzdan yok. Pek güzel! Allah’ım ben şimdi ne yapacağım?
İnsem inemem otobana girmişiz. Parayı ödesem ödeyemem, biliyorum ki yanımda sadece bozukluklar var. Muavin başımda. Kan ter içinde sırt çantasının diplerini eşeliyorum. En sonunda topladığım 7 TL’yi muavine uzatıp cılız bir sesle durumu açıklıyorum. Adam yılmış gözlerle bana bakıyor önce. Sonra kibar ama soğuk bir şekilde ‘canınız sağ olsun’ diyor. Elimdeki parayı da almıyor.
Öleceğim utancımdan. Ben diyorum, Hürriyet Ege yazarıyım. Size muhakkak öderim borcumu. Yanımda oturan gençten çocuk atılıyor. ‘Siz Bahar Akıncı mısınız?’ diye. O ana kadar sessiz sedasız halletmeye çalıştığım her şey bir anda stand up show’una dönüşüyor. Bütün otobüs dönüp bana bakıyor. Hayatımda ilk kez bir okur beni tanıyor. Ama yerine ve zamanına bak! Muavin anlamsız gözlerle beni süzüyor. Sırt çantalı, beş parasız bir pejmürde. Bu neden bahsediyor diye. Derken yolcuların bizim sıraya yakın olan bir kaç tanesi para çıkartıyor buradan alın diye. (Hey gidi Hürriyet, sen nasıl bir gazetesin ki her eve giriyorsun.) Para toplanıyor. Bu kez de muavin almak istemiyor.

Neyse Alaçatı’ya varıyoruz, helalleşip ayrılıyorum yolculardan (Allah razı olsun) Türk’ün adli makamlarla imtihanı Cumhuriyet Balosu’nun da yapılacağı İmrenhan Otel’e varıp durumu anlatıyorum.

Yazının Devamını Oku

Anne ben kalpazan oldum - 1

2 Kasım 2012

Birazdan okuyacağınız 4 günlük bir bayram macerası.
İçinde Bodrum var, Alaçatı var, iki nefis ailenin hikayesi var, balık var, müzik var, doğa var v.s..
Ama ben bir şeye macera diyorsam o gerçekten maceradır. Çünkü bugün ve yarın bu sayfalardan okuyacağınız hikayede polis de var, cepte 7 TL ile geçirilen iki gece de.  Haydi buyurun hikayeye.
Bodrum’da 600 yıllık bir taş ev
Bayramın ilk gecesini canım ailem ile geçirdikten sonra 3-5 arkadaş ver elini Bodrum.
İçimde, yaz aylarında bir türlü ısınamadığım (sadece misafir olduğum LVZZ Otel’e vurulduğum) şehirleşmiş Bodrum’u belki sonbaharda severim umudu. Meğer benim gibi kalabalıktan, görgüsüzlükten, racondan hoşlanmayanlar için Bodrum sonbaharda şahaneymiş. Kendi gibiymiş. Samimiymiş. Çok güzelmiş.
Bodrum’a gitmeye karar vermeden bir kaç gün önce, aynı zamanda seyahat editörleri arasında olduğum gezlong.com’a bakıyoruz. Bodrum’da uygun fiyatlı ve ruhu olan bir otelde kalabilir miyiz diye? Bingo! Fotoğraflarından bahçe içinde bir taş ev olduğunu anladığımız “Ha la Bodrum” Oteli’nde karar kılıyoruz. Ama otelin en büyük sürprizi, Bodrum Marina’nın karşı sokağında gizli kalmış bir cennet oluşu. Bu ne demek? Her yere yürüyerek gidebileceğiz demek.

Yazının Devamını Oku

Zafer ki, en çok kadına yakışır

29 Ekim 2012

Hatırlarsanız geçen hafta “pembe kadınlar arıyorum” diye yazmıştım.
Yaşamının orta yerinde, bir gün ansızın, meme kanseri ile burun buruna gelen, önce bu gerçeği kabul eden, sonra mücadele eden, yılmayan, bu durumun zaferle üstesinden gelen kadınlar.
Beni buldular. Meğer ne kadar çokmuşlar. Meğer neler yaşamışlar. Kendilerini bırakıp sevdiklerinin üzüntüsünü teselliye koşmuşlar.
Sağlıksız beslenmişler. Sigara içmişler. Tatlı, çikolata, şeker adına ne buldularsa yemişler (şeker kanserin en büyük tetikleyicisi). En çok, ama en çok hep üzülmüşler, her şeyi dert etmişler. Gelen hikayelerle yetinmeyip Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne bağlı, Tülay Aktaş Onkoloji Hastanesi’ne gittim. Ege’deki diğer tüm Onkoloji Merkezleri gibi, canla başla çalışan bir hastane. Orada tedavi gören kadınlarla konuştum. Hiç biri isim ya da fotoğraf vermek istemedi. Saygı duydum.
Ama hepsi anlattı hikayesini. Kimi 22 yaşında henüz, kırkıncı kemo’sunu (kemoterapiye kısaca kemo deniyor) alıyor. Kimi, 40’ını devirmiş, göğsü alınmış, ama sorun değil, artık silikon milikon bir sürü yöntem var, kurtuldum ya diyor. Hepsi dünyanın en güzel kadını.

Tabii ki, bunun üzerine, 40 yaşından önce düzenli ultrasonu, 40 yaşından sonra da düzenli mamografiyi eklemek şartıyla. Konuştuğum, yazıştığım hikayelerin hemen hepsinde kuutulan veya mücadelesi iyi giden kadınlar; yılanın başını daha küçükken ezmişler. Kimisi ya elle muayenede fark etmiş, kimisinin rutin kontrollerinde durum ortaya çıkmış.
Ekim ayı boyunca, dünyanın ve Türkiye’nin her yerinden binlerce kadın meme kanseri ile mücadele etti. Markalar, hastaneler, MEMEDER, MEMEKANDER gibi dernekler seminerler düzenledi. Çünkü bu yıldırım, bundan çok değil, 10 yıl önce her 10 kadından birine isabet ediyorken, önümüzdeki 5 yıl içinde bu oranın her 2 kadından biri olmasından korkuluyor.

Yazının Devamını Oku

Alaçatı’da Cumhuriyet Balosu

28 Ekim 2012

Geçen hafta içi ilginç bir davetiye ulaştı elime.
Davetiyenin üzerinde, bana göre gelmiş geçmiş en janti adam olan Mustafa Kemal’in, 1934 yılındaki bir Cumhuriyet Balosu’nda çekilen ve dönemin en ünlü “ecnebi” gazetesi Illustrated London News gazetesine kapak olan fotoğrafı basılı.
İçini açınca daha da şaşırdım çünkü davetiye, belki de tarihinde ilk kez (daha önce yapıldıysa lütfen cahilliğime verin) Alaçatı’da düzenlenecek olan bir Cumhuriyet Balosu’nda bahsediyordu. Çok hoşuma gitti.
Çünkü, 1930’larla 1950 arası düzenlenenler dışında kalan Cumhuriyet Baloları, -özellikle 90’lar ve 2000’li yıllarda düzenlenenler- nedense bana resmi bir zorunluluğun sıkıcı yansımaları gibi gelirdi.
Sonra iyi ki, resmi bayramlarımızı kutlama konusunda bir takım sınırlamalar geldi de biz de elimizdeki değerin farkına vardık. Bayramlarımıza hatta ve hatta 9 Eylül’ümüze sahip çıkmaya başladık. Sıkıcı törenler yerini çoluk çocuk bir arada, sokaklarda, meydanlarda coşku ile yapılan kutlamalara bıraktı.


Konumuza dönersek; 29 Ekim Pazartesi akşamı, Alaçatı İmrenhan Otel’in bahçesinde, herkese açık ve ücretsiz bir Cumhuriyet Balosu tertip edilecek.

Yazının Devamını Oku