Jessica Grono iki çocuk annesi bir özel eğitim öğretmeni. Kendisi de Serebral Palsili olan Jessica’nın yazılarına ara sıra bazı bloglarda rastlıyorum. Kendi deneyimlerinden ve uzmanlık alanından yola çıkarak annelere ve babalara, öğretmenlere ve bazen de öğrencilere tavsiyelerde bulunarak farkındalık yaratmaya çabalıyor.
Jessica 1980 yılında ilkokula başladığında engelli çocukların hepsinin diğer çocuklardan uzak bir sınıfta toplandıklarını, dersleri orada gördüklerini, diğer çocukların “moralini bozmamaları” için okulun yemekhanesine bile alınmadıklarını anlatmış bir yazısında. Ancak 11 yaşına geldiğinde akranı olan diğer öğrencilerle aynı sınıfta eğitim almaya başlayabilmiş. Daha önce engelli arkadaşı olmayan öğrenciler ve kimi zaman da öğretmenler Jessica’nın durumunu yadırgayıp başlarda ondan uzak durmuşlar. Jessica küsmemiş ve eğitim hayatını başarıyla tamamlamış.
Yaz tatilinin sonuna yaklaşıp okul hazırlıklarına başladığımız şu günlerde Jessica’nın bir yazısı özellikle dikkatimi çekti. “Okullar açılırken, çocuklarınızla engellilik hakkında konuşun lütfen” diyor Jessica. Velilere; engellilik durumunun korkutucu ya da utanılacak bir şey olmadığını, engelli çocukların sadece bazı şeyleri biraz daha farklı yaptıklarını, onlarla arkadaş olmakta hiçbir sakınca bulunmadığını çocuklarına anlatmalarını öneriyor.
Jessica, kendi çocukluğunda sınıf arkadaşları tarafından dışlanmanın ona verdiği üzüntüyü şöyle dile getiriyor:
“Doğum günü partisine, engelli çocuklar da dâhil olmak üzere, herkesi davet etmeyi unutmayın lütfen. Sınıf arkadaşlarım okulda hafta sonu gittikleri doğum günü partisi hakkında keyifle konuşurlarken benim için acırdı; zira o partilere hiç davet edilmezdim. Ve Serebral Palsili olduğum için davet edilmediğimi bilirdim.”
Peki, çocuklara engellilik durumunu nasıl anlatacağız? Bu konuda uzmanların yazdıklarını okuyabilirsiniz. Ben de sizlerle iki deneyimli annenin konu ile ilgili önerilerini paylaşmak istiyorum:
Pınar ve Melike, yurtdışında yaşayan, şehir ve bölge planlama diplomalı, mekânsal teknoloji uzmanı iki anne. “Çocuklarının daha güzel bir dünyada yaşayabilmeleri için değişim” isteğiyle yola çıkan bu iki genç hanım, ‘onlineanne.com’ adlı blogda çeşitli konularda, özellikle de farklılıklara saygı gösterilmesi ve özel ihtiyacı olan bireylerin seslerinin duyulması gibi konularda deneyimlerini ve düşüncelerini paylaşıyorlar.
Pınar ve Melike, çocuklara engellilik durumunu anlatmanın bir yolunun, farklılıklarımız ve benzerliklerimiz üzerinde konuşmak olduğunu belirtiyorlar. “Yani, çocuğunuza; herkesin farklı yetenek ve özellikleri olduğunu, bu yetenek ve özelliklerin bizi başkalarından ayırarak benzersiz kıldığını anlatabilirsiniz. Farklılıklarımız olsa da, hepimizin başkaları tarafından anlaşılmayı istediğimizi hatırlatabilirsiniz.” diyorlar.
Bugün, bana ayrılan bu sütunlarda, okurlarımdan Av. Esen Öztoprak Yılmaz’dan aldığım bir mesajı paylaşmak istiyorum sizlerle. Tüm engelli avukatlar adına yazdığını ifade eden Öztoprak, şunları söylüyor:
“Yüksek lisans mezunu, 15 yıllık deneyimi olan, %40 ortopedik engelli bir avukatım. Birçok kurumsal firmada, banka genel müdürlüğü başta olmak üzere çeşitli pozisyonlarda görev yaptım. Ancak, neredeyse 2 senedir işsizim. Bir iş bulabilmek için genel engelli alım ilanlarına ve normal kategoride yayınlanan avukat ilanlarına sürekli başvuru yapmama rağmen işe alınmıyorum. Avukat ilanlarında, ne yazık ki, “engelli” kontenjanına yer yok. Artık başvurmadığım yer, çalmadığım kapı kalmadı. İŞKUR’da da kaydım var.
2 senedir işsiz olmamın en büyük sebebi üniversite mezunu kalifiye engellilerin özel sektörde çok az istihdam edilmesi. Hatta lise mezunları bizlerden çok daha kolay iş buluyor. Şöyle ki; özel sektör engelli kadrolarını beden işçisi, büro memuru, ofis boy gibi az ücret vereceği pozisyonlarla doldurmakta; bizim gibi kalifiye engellileri tercih etmemekte. İŞKUR’da ya da özel kariyer sitelerinde engelli avukat iş ilanı bulunmamakta. Çok iyi bir özgeçmişe sahip olmama rağmen engelli olduğum için maalesef önyargı nedeniyle normal kategoride açılan avukat kadrolarına da alınmıyorum. Engelli olmasaydım bu kıdem ve eğitimimle, eminim ki, çok kısa bir sürede bir iş bulabilirdim.
Ben sadece bir örneğim, ama tek değilim. Engelli avukatların büyük çoğunluğu benim gibi işsizlik problemleri, önyargılar ve maddi sorunlarla boğuşmaktalar.
Özel sektör bu durumdayken; kamuda da engelli avukatlar için tablo pek parlak değil. Kamu kurumlarının çoğunda yıl içerisinde KPSS (Kamu Personeli Seçme Sınavı) puanı ile dışarıdan avukat alımı yapılırken, EKPSS (Engelli Kamu Personeli Seçme Sınavı) geçerli sayılmamakta. Bilindiği gibi engelliler sadece EKPSS ile kamuya atanmakta. Ancak; 2012 yılından bu yana gerçekleştirilen EKPSS’ler sonucunda –yani 6 yıldır- lisans bazında toplamda 14.570 kişi kamuya yerleştirilirken, istihdam edilen engelli avukat sayısı 80 kişi ile sınırlı kalmış durumda.
EKPSS ile kamuda istihdam bekleyen engelli avukat sayısı azımsanamayacak kadar çok.
6 yıl boyunca toplamda 1000’i aşkın avukatın bu sınava girmesine karşın sadece 80 kişilik kadro açılmış olması, içinde bulunduğumuz ve anlatmaya çalıştığım müşkül durumu ispat ediyor.
Oysa aynı süreçte 992 engelli mühendis, 127 engelli psikolog, 111 engelli veteriner, 94 engelli sosyolog alınmış; ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı 3451 engelli öğretmen istihdam etmiş bulunuyor. Kaldı ki tüm kurumlar bazında, KPSS merkezi atama ve KPSS puanı ile açıktan alımla istihdam edilen engelsiz avukat sayısı da 4797. Ancak; 2016/II. Atamada EKPSS ile kamuda sadece 1 adet engelli avukat istihdam edilmiş; bazı yıllarda alım dahi olmamıştır. Oysa engeli olmayan meslektaşlarımız özel sektörde zaten kolaylıkla iş bulabilmektedirler. Bu noktada biz engelli avukatlara negatif ayrımcılık değil pozitif ayrımcılık yapılarak kamuda istihdamımız için kadro sayılarının arttırılması gerektiği açıktır.
2018 yılının ikinci dini bayramını da geride bıraktık. Kimilerimiz tatil yaparak değerlendirirken bu zaman dilimini, kimilerimiz de büyüklerimizi sevindirmek için kullandık.
Ben bu bayramda gençler tarafından sevindirilmeyi bekleyen büyükler tarafındaydım. Ne mutlu ki, kızım benimle aynı apartmanda oturduğu için onu her gün görebildim. Hayatta olan tek kardeşim ise yazlarını İstanbul dışında geçirdiğinden ona ve ailesine hasret kaldım.
Bilmem nedendir, çocukluğumu hatırlamadan ve o günleri özlemeden geçiremez oldum bayramları. Bayram gelmeden günler öncesinden bir hüzün kaplıyor içimi. Belki de annem, babam, kardeşim, amcam, yengem, kuzenim ve sevgili eşim artık bu dünyayı bizimle paylaşmadıkları için…
Kızım, genç yaşına rağmen geleneklerine bağlı bir yapıya sahip. Çocukluğundaki bayram günlerini canlandırmak, tam anlamıyla olamasa da o günleri yeniden yaşamak istiyor. Örneğin; evimizde mutlaka bayram sofrası kuruluyor. Bazen bir misafirimiz oluyor bu sofrada, bazen de kızımla ben iki yardımcımızla paylaşıyoruz soframızı.
Bu bayram oldukça şanslıydım. Zira kuzenimin küçük kızı Esma ve manevi oğlum Burak İstanbul’da geçiriyorlardı bayramlarını. Her ikisi de, tesadüfen aynı yaşta olan kızları ile birlikte ziyaretime geldiler. Biri beni ‘anneanne’, diğeri ise ‘babaanne’ diye çağıran bu tatlı kızlar beni en fazla sevindiren ziyaretçilerim oldular.
Ailenin en büyüğü olarak bayram boyunca evden hiç çıkmadım. Her gün birkaç ziyaretçim oldu; onları büyük bir mutlulukla ağırladım. Bazılarını uzun süredir görmemiş olduğum dostlarla birlikte zaman geçirmek bana çok iyi geldi.
Ne yazık ki bu bayram kurban kesme olanağım yoktu. Oysa Eyüp Sultan’da bir kurban kestirebilmeyi ve etini oradaki imarethaneye bağışlamayı çok isterdim.
Üç sene önce bugünlerde Adrianne Haslet-Davis adlı bir profesyonel dansçıdan söz etmiştim sizlere. Adrianne, 15 Nisan 2013’de ABD’de yapılan Boston Maratonu sırasında bitiş çizgisi yakınlarında meydana gelen patlamalarda yaralanan 200’den fazla kişiden biriydi. Saldırıda sol bacağını kaybeden dansçının teknolojinin de yardımıyla, büyük bir azimle yeniden sahneye dönüşünün hikâyesini aktarmıştım
Aynı saldırıda bacaklarını kaybeden diğer bir kişi de Jeff Bauman. Bazılarınız onu ülkemizde Aralık 2017’de vizyona giren “Pes Etme” adlı filmden hatırlıyor olabilirsiniz. David Gordon Green’in yönettiği, başrolünü Jake Gyllenhaal’ın üstlendiği film Jeff Bauman’ın saldırıdan kurtulmasını, saldırganı teşhis etmedeki rolünü, tedavi ve rehabilitasyon sürecini, bu süreçte verdiği fiziksel ve duygusal mücadeleyi anlatıyor.
Jeff artık çeşitli yerlerde konuşmalar yaparak benzer durumdaki kişilere yol göstermek için çalışıyor.
Film, Jeff Bauman’ın yazar Brett Witter ile birlikte kaleme aldığı, Grand Central Yayınevi tarafından 2014 yılının Nisan ayında yayınlanan Stronger adlı otobiyografisinden uyarlanmış. Kitabın haftalarca New York Times Çok Satanlar Listesi’nde kaldığını da hatırlatalım. Witter, Jeff’in fiziksel ve psikolojik olarak verdiği mücadelede yaşadığı ikilemi şöyle dile getiriyor kendi web sitesinde:
“Ünlü olmak istemiyordu, ama insanlar ona gözlerini dikip aralarında fısıldaşıyorlardı. Tanımadığı insanların kendisiyle ilgilenmelerini istemiyordu, ama onlardan gelen mektuplardan ilham alıyordu. İnsanlar onun korktuğunu ve acı çektiğini bilsinler istemiyordu, ama saklanmak da istemiyordu. Kahraman addedilmekten nefret ediyordu, çünkü hiç de kahraman gibi hissetmiyordu.”
Jeff Bauman o gün maratona kız arkadaşı Erin’i desteklemek için gitmişti. Bitiş çizgisinin yakınında Erin’in koşuyu bitireceği anı bekliyordu. Arkasında tuhaf bir adamın durduğunu fark etmişti. Tedirgin ve çekingen duran bu adam Jeff’in dikkatini çekmişti. Jeff tekrar arkasına döndüğünde adamı göremedi, ama ayağının dibindeki sırt çantasını fark etti. Havalimanlarında hep yapılan anonslar aklına geldi; sahipsiz çantalar tehlikeliydi. Ne yazık ki Jeff görevlilere haber verecek fırsatı bulamadan çanta patlamıştı.
“Engel” kelimesinin ne anlama geldiğini düşündünüz mü hiç?
Türk Dil Kurumu’nca “Bir şeyin gerçekleşmesini önleyen sebep, mâni, mahzur, müşkül, pürüz, mânia, handikap” olarak tanımlanıyor engel. Ve bana göre bu sebebin üstesinden gelmek; müşkülleri ve pürüzleri aşmak mümkün. Yeter ki isteyelim…
İrlanda’nın başkenti Dublin’de düzenlenen 2018 Avrupa Paralimpik Yüzme Şampiyonası’nda dünya şampiyonu olarak ülkemize altın madalya kazandıran Sümeyye Boyacı, istemiş ve engelini aşmış olanlardan.
Dünya Şampiyonumuz Boyacı, 5 Şubat 2003 tarihinde, Eskişehir’de iki kolu olmadan ve kalça kemiği çıkık bir şekilde doğmuş. 4,5 yaşında ayağıyla resim yapmaya başlamış. Boyacı’nın suluboya eserleri 2009 yılında Moskova’da sergilenmiş. İlkokul eğitimini aldığı özel okulda ayakları ile yazı yazmayı öğrenmiş. Merkezi Rusya’da bulunan Spikvakov Vakfı’nın önerisiyle Türkçe’ye çevrilen Rus masallarının resimlerini ayaklarıyla çizmiş. Sümeyye 10 yaşına geldiğinde yaptığı resimler yurt dışında bile satılır hale gelmiş.
Bir gün akvaryumdaki balıkları izlerken balıkların da kollarının olmadığını fark eden Sümeyye o an yüzme sporuna başlamaya karar vermiş. 2008 yılında yüzmeye başlayan sporcumuz 2016’da Berlin’deki 30. Uluslararası Alman Şampiyonası’ndan ve yine aynı yıl katıldığı Rio de Janeiro, Brezilya’da gerçekleşen Yaz Paralimpik Oyunları’ndan ödülsüz dönmüş. İtalya Liguria’da düzenlenen 2017 Avrupa Para Gençlik Oyunları’nda ise 50 m. Backstroke S1-5 etkinliğinde (sırtüstü yüzme) bronz madalya kazanmış.
Verdiği bir röportajda, “hiçbir zaman pes etmediğini, engelleri tek tek aştığını” söyleyen Sümeyye Boyacı, 2018 Avrupa Paralimpik Yüzme Şampiyonası’ndan “Dünya Şampiyonu” olarak çıkmış ve ülkemize altın madalya kazandırmış bulunuyor.
Geçen yıl Meksika’da düzenlenen Paralimpik Dünya Yüzme Şampiyonası’nı 50 m. kelebekte dünya şampiyonu olarak tamamlayan Beytullah Eroğlu da engelini aşanlardan. 23 Eylül 1995’te Kahramanmaraş’ta kolsuz olarak doğan ve kalça çıkığı nedeniyle bir ayağı diğerinden 12 cm. kısa olan Beytullah Eroğlu yüzme sporuna 2001 yılında başlamış. Eroğlu 2004 yılında profesyonel olmuş. 2005 yılında, henüz 10 yaşında olmasına karşın, ‘Türkiye Şampiyonluğu’ ile taçlanmış. 2006 yılında ise Güney Afrika’da düzenlenen şampiyonada dünyada 11. olmuş.
Beytullah Eroğlu 2007 yılında Trabzon’da düzenlenen 1. Karadeniz Oyunları’nda ilk kez simitsiz yüzmüş. Eroğlu’nun ilk uluslararası deneyimi iki gümüş madalya ile döndüğü, 2008 Slovakya Engelliler Yüzme Yarışması.
Bilişim sektöründe faaliyet gösteren Cyclops Bilgi Teknolojileri, görme engellilerin ve yaşlıların hayatını kolaylaştıracak mucize bir baston için bir yazılım geliştirdi.
Kamuoyunda EGS olarak bilinen otoyollardaki Hızlı Geçiş Sistemi’nin de mimarı olan Cyclops tarafından tasarlanan bu baston “Navibaston” olarak adlandırılıyor. Navibaston, radyo frekanslarını algılayarak yoldaki taş ve tümsekler konusunda uyarı yapıyor. Sesli navigasyon özelliği bulunan ve akıllı telefonlara uyarlanabilen icat, Türkiye’ye uluslararası alanda birçok ödül kazandırmış bulunuyor.
Navibaston’un en önemli özelliklerinden biri, sesli komutları algılayabiliyor oluşu. Bu uygulama, görme engellilerin ulaşmak istedikleri yere sesli komutlar yardımıyla yürüyerek veya otobüs, metro gibi toplu taşıma araçlarını kullanarak ulaşabilmeleri amacıyla tasarlanmış bulunuyor. Navibaston, GPS alıcısı bulunan güncel akıllı telefonlara yüklenebilecek bir yazılım olma özelliği taşıyor.
Söz konusu yazılım; Android işletim sistemi için Android 5 ve üzeri, IOS işletim sistemi için IOS 9.3 ve üzeri sürümdeki akıllı telefonlarda çalışıyor.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, bu yıl “Gören Göz Projesi” kapsamında 41 ilde 5,000 “gören göz” cihazı dağıtırken, sistemin akıllı telefonlara uyarlanmış yazılımı için de düğmeye basmış bulunuyor. Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ile ortak yürütülen proje kapsamında; 67 ilde, kullanıcılara akıllı telefonlara ücretsiz olarak indirilebilen 25,000 lisanslı “Navibaston” yazılımı dağıtılacak.
Navibaston uygulamasının kullanımı için Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü öncülüğünde yapılan harita çalışmasının ardından belirlenen 67 il şöyle sıralanıyor:
"Adıyaman, Afyonkarahisar, Ağrı, Aksaray, Amasya, Ankara, Antalya, Ardahan, Artvin, Aydın, Balıkesir, Bartın, Bayburt, Bilecik, Bingöl, Bolu, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Eskişehir, Erzincan, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Iğdır, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kayseri, Kırıkkale, Kırklareli, Kırşehir, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Manisa, Mardin, Muğla, Nevşehir, Niğde, Ordu, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Sinop, Sivas, Şanlıurfa, Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Uşak, Yalova, Yozgat, Zonguldak."
Navibaston başvurusu, belirlenen 67 ilde ikamet eden vatandaşlardan alınacak ve yazılım yalnızca bu illerde kullanılabilecek. Yazılım için; Engelli Sağlık Kurulu Raporu’na göre görme engeline ilişkin tüm vücut fonksiyon kaybı oranı % 70 ve üzerinde olan, 12 yaşından büyük Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları başvuruda bulunabilecek. Başvuru için belirlenen koşullara sahip olan görme engelli bireyler, gören göz yazılımını http://gorengoz.aile.gov.tr/ internet adresinden kendi işletim sistemlerine göre indirebilecekler. Yazılımın nasıl yükleneceği ile ilgili ayrıntılı bilgiye yine bu adres üzerinden ulaşılıyor.
İnsan, ömrünün ortalama üçte birini uykuda geçiriyor. Uyku sağlıklı bir yaşam için büyük önem taşıyor. Ancak sadece uyumak yetmiyor; aynı zamanda uykunun kaliteli olması da gerekiyor. Kalitesiz uyku, gündüz sürekli uyur halde dolaşma, konsantrasyon eksikliği gibi şikâyetlere yol açarken; yüksek tansiyon, kalpte ritim bozuklukları, felç veya ani gece ölümleri neden olabilen uyku apnesi ile de sonuçlanabiliyor.
Horlamanın neden olduğu en önemli hastalıklardan biri olan uyku apnesi “uykuda solunumun durması” olarak ifade ediliyor. Uyku apnesi gece boyunca defalarca tekrarlayabiliyor. Bu esnada üst solunum yolunun açık kalmasını sağlayan kaslarda gevşeme oluyor; dil kökünün, yumuşak damağın ya da aşırı büyümüş bademciklerin hava yolunu tıkaması sonucunda en az on saniye süresince nefes alınamıyor. Fazla kilolu olmak, büyük bademciklere ve geniz etine sahip bulunmak uyku apnesi nedenleri arasında gösteriliyor. Bu sendrom sadece yetişkinlerde değil çocuklarda da görülebiliyor.
Uyku apnesinden şikâyet eden kişilerde horlama üç-dört kat daha fazla, çok kaba ve gürültülü şekilde gerçekleşiyor. Bu kişiler, horlamanın yanı sıra; nefes darlığından, sık sık iç çekmekten, el-kol hareketleri ile çırpınarak uyanmaya çalışmaktan, sık ve uzun süreli solunum durmalarından ve sabahları yorgun uyanmaktan da şikâyet ediyorlar. Uyku apnesi kadınlara oranla erkeklerde ve kalın boyunlu kişilerde daha sık görülen bir hastalık. Bu hastalığa diyabet, tiroid bezi ve kalp-damar rahatsızlıkları da eşlik edebiliyor. Uyku apnesine sahip olan hastaların % 30-50’sinde hipertansiyon da görülüyor. Yaş ilerledikçe uyku apnesinin görülme sıklığı artıyor.
Uyku apnesinin ‘uykuda solunum durması’ dışındaki belirtileri şöyle sıralanıyor:
- Uyku sırasında huzursuzluk
- Horlama
- Sık sık idrara kalkma
- Terleme
2018’e ait yıllık iznimin bir bölümünü 30 Temmuz – 7 Ağustos tarihleri arasında kullandım. Tatile gidemeyecek olsam da evde bol bol dinlenecek, televizyonun karşısına geçip vakitsizlikten izlemeye fırsat bulamadığım filmleri seyredecektim.
İznimin ilk birkaç günü gayet iyi geçti. Ancak sonra bir akşam aniden fenalaştım. Beni apar topar Koç Üniversitesi Hastanesi’ne götürdüklerini hayal meyal hatırlıyorum. İlk müdahaleyi acil serviste yaptılar. Yine kanımdaki karbondioksit oranı yükselmişti. Ancak yükselen yalnızca karbondioksit değildi; vücudumuzda bulunan iltihap ve enfeksiyonu belirten değer olan C-reaktif protein (CRP) oranı da normalin üstündeydi.
Bütün günü acil serviste geçirdikten sonra beni tek kişilik bir yoğun bakım odasına aldılar. Geceyi, Bip-Up cihazına bağlı olarak, orada geçirdim. Sabah kanımdaki karbondioksit oranı normale geldiğinden beni beşinci katta bir odaya aldılar. Bu seferki odam hastanenin denize bakan tarafındaydı. Ve ben ilk kez bu yöne bakan bir odada kalıyordum…
Sevgili Doktorum Göğüs Hastalıkları Uzmanı Işıl Uzel her zamanki yakın ilgisini bu kez de esirgemedi benden. Uyguladığı tedavi sonucunda kan değerlerim hızla olması gereken noktaya ulaştı ve hastanede çok uzun bir süre geçirmeme gerek kalmadı. 5 Ağustos Pazar günü akşamüzeri eve döndüm ve o günden beri hastanede başlanan ilaç tedavisine evde devam ediyorum.
Koç Üniversitesi Vehbi Koç Vakfı tarafından 1993 yılında İstanbul’da kurulmuş bulunan bir vakıf üniversitesi. Üniversite, bir Mükemmeliyet Merkezi olma misyonuyla, üstün yetenekli gençler ile değerli öğretim görevlilerini bir araya getirerek, bilime evrensel düzeyde katkıda bulunmayı amaçlıyor. Koç Üniversitesi Hastanesi ise, Eylül 2014’de Koç Üniversitesi’nin eğitim ve araştırma hastanesi olarak faaliyete geçmiş bulunuyor. Hastane, Türk hastaların yanı sıra uluslararası hastalara da hem ayakta hem de yatarak tedavi hizmeti veriyor.
Koç Üniversitesi Hastanesi’nde 3 Haziran 2018 tarihinde yepyeni bir merkez hizmete girmiş bulunuyor: Organ Nakil Merkezi. Prof. Dr. Münci Kalayoğlu mentorluğunda hizmet veren merkez, gelişmiş ülkelerde uygulanan ileri düzeyde organ nakli uygulamalarını ülkemizin hizmetine sunan ayrıcalıklarla öne çıkıyor. Organ nakli cerrahisi eğitimlerini ABD’de tamamlamış bulunan Prof. Dr. Burak Koçak, Böbrek ve Pankreas Nakli Merkezi Sorumlusu; Doç. Dr. Turan Kanmaz ise Karaciğer Nakli Merkezi Sorumlusu olarak uluslararası deneyime sahip uzman bir ekibe liderlik yapıyorlar.
Koç Üniversitesi Hastanesi’ndeki ilk organ nakli 3 Temmuz 2018 tarihinde gerçekleştirilmiş, kadavradan alınan karaciğer bir hastaya nakledilmiş ve hasta ameliyat olduktan yedi gün sonra taburcu edilmiş bulunuyor. Hastanede 8 Ağustos 2018 tarihi itibariyle 10. böbrek nakli yapılmış durumda.
Koç Üniversitesi Hastanesi Organ Nakil Merkezi’nde;