Financial Times köşe yazarı Tim Harford’un Görünmeyen Ekonomist kitabı, Türkçe’de de yayınlandı. Ekonominin gündelik hayata ilişkin sempatik ve havai gerçeklerini eşeleyen hınzır bir yazar Harford.
Otellerdeki minibar ekonomisinden yaz aylarında emlak fiyatları neden daha yüksektir bahsine, boşanmanın kadınlara ekonomik faydalarından sihirbazların fikri mülkiyet sorununa kadar her alana girer. Son girdiği alan ise durgunluk dönemlerinde cadı yakma vakalarının artmasıyla ilgili. Geçmiş yüzyıllarda kötü hava koşullarıyla bağlantılı olarak rekoltenin düşük olması sonucu cadı diye yakılan kadınlardan bugün Tanzanya’da hálá cadı diye yakılan kadınlara kadar uzanan bir hikaye... Cadı yakmanın ekonomisi.
Tim Harford’un "Görünmeyen Ekonomist" kitabının kapağında, hemen sağ üst köşeye Steven D. Levitt’in yorumu yerleştirilmiş. "Mutlaka okunmalı... Ekonominin gücünü hayata taşıyor" diyor.
"Freakonomics"in eşyazarı Levitt’in görüşü önemli. Faiz oranları, ticaret açığı ya da küreselleşmeye değil, daha çok sokakların ekonomisine kafa yoruyor Levitt. Suç çetelerinin ekonomisine bir dalıyor, uyuşturucu satıcıları neden anneleriyle birlikte oturur meselesine dair sonuçlar çıkarıyor. Mesela 1999’da ABD’de suç oranının düşmesini, ekonomik başarıya ya da silah kontrolüne değil, 1973’te Yüksek Mahkeme’nin kürtajı serbest bırakmasına bağlıyor. Çünkü bu karardan sonra yılda 1.5 milyon kürtaj gerçekleşiyor. Böylece 17-18 yaşında suç coğrafyasına katılacak istenmeyen çocuklar doğmamış oluyor.
Financial Times’ta "Undercover Economist" köşesini yazan Tim Harford da aynı kalem adamlardan. Kıyıda köşede kalmış, ama çok da hayatın içinden ekonomik araştırmaları bulup çıkarmakta pek hünerli. Mesela "Kadınlar kahve kuyruğunda neden 20 saniye daha fazla bekler?" sorusunu onun köşesinde görüp, Middlebury Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğrencilerinin yaptığı çalışmaya ulaşmıştım. Çocuklar, Boston’daki sekiz kahve mağazasını günlerce takibe almış ve kasadaki personel, kadın müşteriyi daha fazla incelediği için, kadınların erkeklere göre 20 saniye daha fazla beklediğini ortaya çıkarmışlardı. İşletmecilikte ayrımcılık konusuna ışık tutan bir çalışma olmuştu.
Şimdi Tim Harford, köşesinde can alıcı bir meseleye dalıyor: "Durgunluk döneminde cadı olmak neden tehlikelidir?" Elinde bazı araştırma sonuçları var Harford’un. Cadı yakma eyleminin ekonomik kökenine dair.
Ortaçağın ilk dönemlerinde Katolik Kilisesi, doğa üstü güçlere sahip cadıların varlığını reddediyor. Bazı kilise belgeleri, büyüye inanmanın sapkınlık sayıldığını açıkça ortaya koyuyor.
Ancak 13. yüzyıldan itibaren cadıların varlığı, insanlara fiziksel zarar verebilecekleri ve doğa güçlerini kontrol ettikleri yaygın bir inanış haline geliyor. Engizisyon, cadı avına ve yargılamalara başlıyor. Ancak cadı mahkemelerinin kitleselleşmesi daha ileri tarihlere rastlıyor.
16. yüzyıl ortalarından itibaren ve 17. yüzyıl boyunca tam bir cadı yakma furyası yaşanıyor. Birçok ülkede hem Katolik, hem de Protestanlar mahkemeler kurup kadınları yargılıyor ve yakıyor. Bir Alman kasabasında sadece bir günde 400 kişi birden katlediliyor. Çoğu, 16. yüzyıl ortasıyla 17. yüzyıl sonuna kadar olan dönemde, 1 milyon kadın alevler arasında can veriyor. Yine o dönemde cadı avı Atlas Okyanusu’nu geçerek Amerika’da Salem’e kadar ulaşıyor.
Peki ama neden o dönemde?
KÜÇÜK BUZ ÇAĞI BÜYÜCÜLERİ
Tarihçi Wolfgang Behringer’e göre muhtemel açıklama şöyle: O dönemde hava sıcaklığı dramatik bir şekilde düşmüştü. "Küçük Buz Çağı" diye tanımlanacak kadar.
Chicago Üniversitesi iktisatçılarından Emily Oster, Behringer’in bu tahmininden yola çıkarak, cadı mahkemeleriyle hava durumu arasındaki bağlantıyı tespit etmek üzere sistematik veri toplamaya başlıyor. Ve çok çarpıcı sonuçlar elde ediyor. Mesela daha soğuk geçen 1520-1770 yılları arasında cadı mahkemelerinin sayısı da artıyor. Muhtemelen kötü hava koşullarında büyücü parmağı olduğuna hükmediliyor. Kilisenin nüfuz alanı dışında da mahkemeler kuruluyor. Bu da cadı avıyla ekonomi arasındaki bağlantıyı destekliyor. Hava sıcaklığı düştükçe tarım rekoltesi de düşüyor, yiyecek sıkıntısı başgösteriyor. Denizlerin soğuması, kuzeye doğru balık göçünü engelliyor. Avrupa’nın kuzey bölgeleri hayati bir besinden yoksun kalıyor. İklim değişikliği, nedeni açıklanamayan bir esrar haline geldiği için günah keçisi arayışına giriliyor ve kültürel zemin, büyü inanışına müsait olduğundan, insanlar ürünün kökünü kuruttular diye cadı damgası yiyor. Özellikle de yaşlı ve dul kadınlar.
Ya da Tim Harford’un görüşüne göre, insanlar zor zamanlarda daha fevri ve saldırgan olduğu için cadı yakmalar tırmanıyor. Amerika’nın güney bölgelerinde, tarla ve pamuk fiyatları arttığı dönemlerde linç vakalarının arttığına dair göstergeler var.
Bugün de Afrika’nın çeşitli ülkelerinde, Hindistan’ın kırsal kesiminde kadınlar cadı diye öldürülüyor. Özellikle Tanzanya’da. Bu ülkenin Meatu bölgesinde, maktullerin yarısını, cadı diye palalarla öldürülen kadınlar oluşturuyor. Çoğu da kendi aileleri tarafından katlediliyor.
CADI MI, AÇLIK KURBANI MI
Her vakada iktisadi bit yeniği arayan ekonomistlerden biri de Berkeley’deki California Üniversitesi’nden Edward Miguel. "Ekonomik Gangsterler" adlı kitabında suç, yolsuzluk ve savaşların ekonomisini inceleyen Miguel, New York’ta görevli yabancı diplomatların aldığı otopark cezalarından, ülkelere göre bir yolsuzluk endeksi çıkarmıştı mesela. Miguel, Tanzanya’yı da incelemiş. Kadınlara yönelik saldırıların doğrudan ekonomi ile bağlantılı olduğunu iddia ediyor. Çünkü açlıktan ölüm tehlikesinin arttığı zor zamanlarda, yaşlı kadınların aileleri tarafından ortadan kaldırılma riski artıyor. Rasyonel kaynak kullanımı için evin yaşlısı kurban ediliyor. Meatu’da cadılıkla suçlanarak öldürülen kadınların tamamı, en yoksul ailelerden geliyor. Kuraklık dönemlerinde cinayetler de tırmanıyor.
Demek ki sorunun çözümü ekonomik. Mesela Güney Afrika’da devlet yaşlılara emekli aylığı bağlayınca cadı cinayetleri de tamamen durmuş. Ama bu Tanzanya için pahalı bir önlem olsa gerek.