Ayşe Baykal

Emani cinayetini ırkçı saldırı olarak kabul etmiyorum…

13 Temmuz 2017
Dokuz aylık hamile bir kadın tecavüze uğradı ve on aylık bebeği ile birlikte öldürüldü.  Olay hiç birimizin vicdanının kaldıramayacağı  cinsten.  İnsanlık sınırlarını zorlayan  bu olay kamuoyuna  öldürülen kadın ve bebeğin Suriyeli olması sebebiyle  “Suriye düşmanlığı” olarak yansıtıldı.

Hatta suçlulardan birinin engelli bir kıza taciz suçundan yargılanıyor olması ve suçun çok basit bir şekilde “adi bir suç olduğu” ortadayken olay neden bu şekilde algılandı anlamlandıramadım. “Suriyelileri istemiyoruz!” sloganı ne kadar yanlışsa bu olayın müsebbibi olarak mültecilere önyargılı olan insanları görmek de yanlış.

Maalesef içimizde insana benzeyen bazı yaratıklar, kadın-çocuk-yaşlı demeden tecavüz edip öldürüyor.  Onlar için kurbanların milliyetinin bir önemi yok.  Tek dertleri “ç*kleri”  olduğu için hiç birinin gündemi takip ettiğini düşünmüyorum. 

Ülkemizde yaşayan mülteci bir kadının öldürülmesi hepimiz için utanç kaynağıdır. Kahraman bir milletken kahrolmuş bir millet olduk. Ama olayı bir ırkçı saldırı olarak kabul etmiyorum.

İki beyinsizin yaptığı caniliğin üzerinden Suriye politikasını konuşmak bizi çözüme götürmediği gibi birbirimize düşürmekten başka bir işe yaramaz.

Suriyelileri ülkemizde istemeyen insanları “Bu olay sizin yüzünüzden oldu!” diye suçlamak da saçmalık. Ne yani; Suriyeli bir kadın öldürülünce muhalefet suçlanıyorsa, Türk kadın öldürülünce de iktidar mı suçlu olacak?

Neden hiçbir şeyi sistem üzerinden tartışıp konuşamıyoruz bilmiyorum.  Mülteciler konusunda başta hükümet yanlış yapmıştır. Milyonlarca insana sınır kapısı açıldığında bir planlama yapılmamış, göçmen bakanlığı oluşturulmamış; böylece yük, sivil toplum kuruluşlarının ve vatandaşın omuzlarına bırakılmıştır. “Onlar Muhacir, biz Ensar olalım.” tavsiyesiyle vatandaş ve mülteciler baş başa bırakılmıştır.

Bizim Ensar (!) vatandaşlarımız da evlerini muhacir kardeşlerine fahiş fiyatta kiralamış ve kısa sürede Türk vatandaşları da mağdur eden bir tablonun ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Yine bizim Ensar (!) vatandaşlarımız Suriyeli genç kızları ikinci, üçüncü eş olarak almış ve ortaya ciddi mağduriyet çıkmasına sebep olmuştur.

Yazının Devamını Oku

Hey Özgürlük!

10 Temmuz 2017
Kısa bir aradan sonra yeniden merhaba!  Kemal Kılıçdaroğlu’nun, CHP Milletvekili Enis Berberoğlu hakkında verilen tutuklama kararına tepki olarak Ankara’dan İstanbul’a doğru başlatmış olduğu yürüyüşü tamamlandı. Medyadan ve Tansu Hanım’dan takip ettiğim kadarıyla başarılı bir organizasyon oldu.

İnsanların ifade özgürlüğü olduğu gibi hareket özgürlüğü de var. Yürüyüşe gösterilen tepkileri ve “Sokaklarda adalet aranmaz!” söylemini ise fazla iddialı buldum; zira aynı sokaklar, 1998 yılında başörtü yasağını protesto etmek için gerçekleştirdiğimiz “İnanca Saygı, Düşünceye Özgürlük İçin El Ele” protestosunun şahididir.

Kemal Bey’le gerekçelerimizin farklı olması gerçekleri değiştirmez. Şiddetti teşvik etmediği müddetçe yapılan eylemler demokrasinin gereğidir. Karakter olarak sokak eylemlerine yatkın biri değilim ama şiddeti teşvik etmeden, kırmadan, dökmeden yapılan her eyleme saygı duyarım. “Adalet” yürüyüşünün ülkenin huzurunu bozmayacak şekilde tamamlanmış olması iktidarın da hanesine artı olarak geçecek bir eylemdir.

Yürüyüşte Kemal Bey kadar kendisine eşlik eden isimler de çok  konuşuldu. Bunlardan biri de Merve Kavakçı’nın eski eşi Cihangir İslam’dı. Merve’nin eski eşinin yürüyüşe katılması neden bu kadar büyütüldü anlam veremedim. Merve, içinde bulunduğu mahallenin sadece cefasını çekmiş bir insandır. Evlilikleriyle dalga geçmek çok vasat bir yaklaşım.

Uzun bir süredir “Muhafazakârların da magazin dünyası olsun.” diye çırpınan ben, bazı şeyleri aşabilmemiz için daha kırk fırın ekmek yememiz gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca, insanlar evlendiklerinde aynı siyasi görüşe sahip olacaklar diye bir kaide mi var? Siyasi kariyeri olan kişiler evlenecekleri kişilerin düşüncelerine ipotek mi koyacak?

ŞEYMA SUBAŞI’MI, AHMET HAKAN’ MI?

Şeyma Subaşı söyleşisinin ardından gösterilen tepkileri takip ettim. Bana ne komik geliyor biliyor musunuz? Reyting yapan dizilerin çoğunluğunda evli erkeklere âşık olan kadınların tarafında oluruz, hatta kadın ve erkek evli olsa bile yaşadıkları aşka saygı duyarız, kavuşmaları için dua ederiz. Ama bu durum gerçek hayatta olunca hepimiz namus bekçisi kesiliriz. Sanırım televizyondaki “yasak ilişkilerin gerekçelerini” biliyor olmamızdan kaynaklanan bir durum söz konusu. (Yasak ilişki tanımlamasına da hiç anlam veremiyorum ya neyse…)

Subaşı’nın söyleşisini ti’ye alan ve polemiğe giren Ahmet Hakan’ı  haksız bulduğumu yazmadan geçemeyeceğim. İster siyasetçi,  ister yazar olsun, birilerinin diğerlerinin düşünceleriyle veya yaşam tarzıyla dalga geçmesini tasvip etmiyorum.

HAYLAZ KALBİM

Yazının Devamını Oku

Ara…

19 Haziran 2017
Bir süre buralarda olmayacağım, şimdiden bayramınızı tebrik ederim. Görüşünceye kadar Allah’a emanet olun. Sevgiler…
Yazının Devamını Oku

Sevgili Başkanım;

17 Haziran 2017
Bu köşeden sayısını hatırlamadığım kadar seslendim size. “Tayyip Bey” hitabımdan dolayı yakın çevremden “Ayşe, adam koskoca Cumhurbaşkanı olmuş, sen hâlâ ‘Tayyip Bey’ de kaldın.” diye eleştiriler alsam da ben yine bildiğim gibi seslenmeye devam ettim. Çünkü “Sayın Cumhurbaşkanıma” diye başlayan bir hitap, “Tayyip Bey’e” diye başlayan hitap kadar samimi gelmedi bana, sevemedim. Sizin de bunu saygısızlık olarak algıladığınızı düşünmedim hiç.  

Bugünkü yazımda kullandığım “Başkanım” hitabı da Başkanlık sistemine erken geçişten değildir, sizinle karşılıklı konuşmalarımızdaki hitabımdır.

Farkındayım, biraz uçuk kaçık kalıyorum camiama göre ama ben de böyle bir modelim. Hayatı sayısal değil sözel yaşamayı tercih ediyorum.

Geçtiğimiz yıl, 16 Temmuz’da Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni ziyaret edip izlenimlerimi yazmak için randevu almıştım ama malum geceden sonra bu isteğimi gerçekleştiremedim. Nedense tekrar randevu almaya da gönlüm elvermedi bugüne kadar.

15 Temmuz gecesine ilişkin hafızamda yer etmiş olan, ardı ardına yer alan olaylarda sokağa çıkan tanklar, halkına silah doğrultan askerler kadar; size olan nefret duygusuyla darbe girişiminin başarılı olmasını temenni eden insanlarımızın paylaşımları beni hayrete düşürmüştü.

Tankları durdurduk, darbeyi önledik ama benim aklım o kalbi nefret dolu insanlarda kaldı.  Bir insanın, ülkesinin yöneticisini sevmemesini anlıyordum ama nefretini asla anlamıyorum ve anlamayacağım…

15 Temmuz sonrası her şeyin daha güzel olacağını, yanı başımızda yaşanan olayların bizi birbirimize daha fazla kenetleyeceğini ümit ettim.  

Ne Avrupa’nın, ne Amerika’nın ne de ülkemizdeki terör gruplarının yapmış olduğu algı operasyonlarının etkili olacağına hiçbir zaman inanmadım, inanmayacağım da…

İnsanların sizi sevmesini değil ama adaletinize güvenmesini arzu ettim.  Farkında mısınız, bilmiyorum ama herkes size bir şekilde seslenme gayretinde. Sevse de sevmese de sesini duyurma gayreti içinde. Lâkin son zamanlarda bazı seslere kulaklarınızı  tıkamış gibisiniz.  Bir kesim boşluğa sesleniyor gibiler, tarafınızda olduğunu iddia eden diğer bir kesim ise o seslerle dalga geçiyor. Bu arada zerre kadar samimiyetlerine inanmadığımı da söyleyeyim.

Yazının Devamını Oku

Teşekkürler Cem Yılmaz,  Teşekkürler Özgen Öğretmen…

15 Haziran 2017
Bundan bir yıl önce tanıştım Yunus’la… Türkiye Beyazay Yönetim Kurulu üyemiz Zeynep Çakın Temur; “Ayşe Hanım çok yetenekli bir genç var, hikâyesini yazsanız, belki birileri destek olur.” dediğinde bu kadar büyük bir yetenek beklemiyordum açıkçası.

Yunus, ülkemiz için gelecek vaat eden ve bizi uluslararası platformlarda temsil edebilecek bir isim.

Türkiye Beyazay Derneği Genel Başkanı Lokman Ayva ve TED Kolejleri, Yunus’un sesine kulak verenlerden oldu.

Ama dün Cem Yılmaz’ın desteği beni hem mutlu etti hem umutlandırdı. Umarım yetkililer de Yunus’un sesine kulak verir.

Yunus’un hikâyesini bir şeyin altını çizerek tekrar paylaşmak istedim. Yardım sadece insanların karnını doyurmak değildir, Yunus ve ailesi maddi zorluklar içinde olmasına rağmen istedikleri tek şey Yunus’un yeteneğinin değerlendirilmesiydi. Umarım Yunus hak ettiği eğitimi alır ve büyük bir sanatçı olur…

Cem YILMAZ’a, Türkiye Beyazay Derneği Başkanı ve Üyelerine, ayrıca tüm zorluklara rağmen Yunus’un elini bırakmayan öğretmeni Özgen ZEYBEK’e ülkem ve şahsım adına kocaman teşekkür ediyorum.

Yunus’un hikayesi…

Yunus, 1998 tarihinde İstanbul - Beykoz'da bir gecekonduda maddi imkânsızlıklar içinde hem de ikiz kardeş olarak dünyaya gelir.

Anne, hem geçim sıkıntısı hem de aile büyüklerinin baskısı yüzünden çocuklarıyla yeterince ilgilenemez.

Yazının Devamını Oku

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne çok yakışacak bir gelenek…

14 Haziran 2017
Merhaba… Bu hafta sizlerle geçmişten günümüze devam etmeyen bir Ramazan ritüelini paylaşmak istedik. Osmanlı döneminde uygulanan “Diş Kirası” müthiş bir sosyal yardımlaşma örneği. Tayyip Bey’in, Osmanlı dönemindeki uygulamalara sıcak bakması sebebiyle “Neden olmasın?” dedik ve önermek istedik.

Veee  size farklı alandan başarılı bir kadını tanıtacağım. Kevser Aydoğu, bir yemek kültürü uzmanı ve İSMEK’te eğitmen.

Kevser Hanım’la birlikte, kadınların ve erkeklerin yemek kurslarına katılım nedenleri üzerine konuştuk. “Hem sağlıklı hem de lezzetli iftar sofrası olur mu?” diye de sorduk.

İki Kafadar bu hafta Vaziyet Kafe’den sesleniyor bize…

Diş Kirası (Müzd-i Dendan)

Diş Kirası, eski ramazanlarda iftara gidilen saray ve konaklarda misafirlere verilen hediyeler için kullanılan bir tabir. Çok ilginç ve ince düşünülmüş bir sosyal yardım olayı aslında.

Diş Kirası nedir ne değildir, kısaca bahsedelim; Osmanlı Devleti’nde devlet ricalinin saray ve konaklarında her akşam iftar yemeği verilmesi bir gelenekmiş ve en önemli özelliklerinden biri iftar sofralarının herkese açık olmasıymış.

Misafirin Allah tarafından gönderildiğine inanılır,  Saraya, Ramazan ayı boyunca iftar için davetsiz olarak gidilebilirmiş. Bunun haricinde Osmanlı Sarayı’nın özel davetleri de olurmuş. Kaynaklara göre Ramazan’ın ilk on gününde padişah, ayan ve mebusan reisleriyle birlikte heyet-i vükelayı saraya iftar için davet edermiş.

Bu iftarlarda misafirlere ve özellikle fakirlere yemekten sonra “diş kirası” adıyla para ve çeşitli hediyeler dağıtılırmış. Halkın orucunu açması için de sofralar hazırlanır, bu davetlere bilerek gelen ve ayrıca ''Tanrı misafiri'' sıfatıyla iftar açmak isteyen herkes içeriye alınırmış. (Günümüzde güvenlik sorunlarımız var ama eminim Emniyet mobil GBT ile bunu çözebilir.)

Yazının Devamını Oku

Ortadoğu’nun Çocukları…

12 Haziran 2017
Büyüyünce ne olmak istiyorsun?

- Şehit olmak istiyorum öğretmenim.

Neden şehit olmak istiyorsun?

 - Çünkü şehit olanlar cennete gider öğretmenim.

 Sadece şehit olanlar mı cennete gider peki?

 - Hayır ama onların hepsi gider.

 Sen nerelisin?

 - Öğretmenim, ben Suriyeliyim.

 Ne kadar güzel, hoş geldin aramıza.

Yazının Devamını Oku

Deniz Seki’yi kahramanlaştıran kim?

10 Haziran 2017
Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş, Deniz Seki’nin tahliyesi ve sonrasında yaşananlarla ilgili sosyal medya hesabından bir paylaşım yaptı.

‘Ramazanda Müslüman Türk toplumunun örfüne, adet ve geleneklerine uymayan davranış sahiplerinin medyada bayraklaştırılmasını’ kınayarak “Uyuşturucu satış ve kullanımında suçu sabit olan bir şahsın medyada marifet yapmışçasına halk kahramanı gibi takdimini doğru bulmuyorum. Özellikle medyanın gençlerimize olumsuz örnek teşkil edebilecek bu gibi konularda daha hassas davranmasını ümit ediyorum.” sözleriyle tepkisini dile getirdi.

Benim Tuğrul Bey’e itirazım var. Elbette uyuşturucu satışı yapan veya kullanan bir kimsenin halk kahramanı olarak takdim edilmesi doğru değildir. Lâkin Seki’yi kahramanlaştıran medya değildir, adeta ünlülerin arasından cımbızla seçerek cezalandıran hukuk sistemimizdir.

Faturanın Seki’ye kesilmesi ve adeta bir uyuşturucu baronuymuş gibi ceza alması onu mağdur yapmıştır.

Şayet Seki bu cezayı yalnız çekmeseydi o zaman kahramanlaştırılmayacaktı da.

Yakın tarihimiz, ister siyasetçi ister sanatçı olsun, hukukun cezalandırdığı ama toplum vicdanının cezalandırmadığı birçok örneklerle doludur.

MEHMET GÖRMEZ’İN İTİRAZI NEYE?

Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Mehmet Görmez, “O Ses Türkiye” formatında hazırlanmış olup TRT'de yayınlanan “Kuran-ı Kerim'i Güzel Okuma Yarışması”nı eleştirerek “Kur’an ses yarışmalarının güftesi olarak kullanılacak bir kitap değildir.” açıklamasını yaptı. Programı kısaca izledim; Görmez’in itirazı programın formatına mı, yoksa genele mi bilmiyorum.

Yarışma bir müzik yarışmasının formatında değil de başka bir şekilde yapılsaydı, jüri değerlendirmeleri olmasaydı Kur’an ruhuna daha uygun olurdu diye düşünüyorum.

Yazının Devamını Oku