Bugüne kadar inanmadığım hiçbir şeyi yazmadım… Kendime yapılmasını istemediğim şeyi de kimseye yapmadım. Köşeme konuk aldığım insanları veya kurumları yazarken “Bugün iyi hoş da yarın ne olur?” düşüncesiyle hareket etmedim.
Ben, 28 Şubat’ı intikam için değil, yaşadıklarımı kimseye yaşatmamak için unutmadım. Kalbimin kurumasını değil yeşermesini temenni ettim.
Bir şiir okuduğu için cezalandırılan Tayyip Bey’e özgürlük isterken ileride şiir okuyan başka kişiler cezalandırılmasın istedim.
Hayatım boyunca kendimi küçük düşürülmüş hissettiğim tek zaman dilimi; Tayyip Bey’e atfedilerek yazılarımla ilgili uyarı aldığım andı.
“Benim tanıdığım Tayyip Bey, bunu yapmaz.” diye emin olmak için sordum. Çok şükür ki “Hayır.” cevabı aldım.
Şayet bir müdahalesi söz konusu olsaydı yine sevmeye devam edebilir miydim hakikaten cevabını bilmiyorum.
Bu duyguyu yaşamış biri olarak; ister iktidarı desteklesin ister desteklemesin, hiçbir yazarın yazdıklarından dolayı ülkesinin yönetimi tarafından dışlanmasını istemiyorum.
Bu yüzden kendim için yaptığım şeyi diğer yazar arkadaşlarım için yapıyor ve Tayyip Bey’e sesleniyorum:
Tansu Hanım’la iki yıldır tanışıyoruz. Seviyeli ve ileriyi yönelik bir arkadaşlık ilişkimiz var. Aramızdaki yaş, yaşam tarzı, siyasi görüş farkına rağmen iyi anlaşıyoruz. Her ilişkide olduğu gibi bizim de ilişkimizde kırmızı çizgilerimiz var tabii ki…
Her konuda anlaşmak zorunda da değiliz fakat anlaşmakla hak vermek arasındaki dengeyi her zaman korumaya çalışıyoruz.
Henüz kendisine söylemedim ama aramızda yaş farkına rağmen yakında kendisine “Tansu” diye hitap etmeyi düşünüyorum. “Hanım” çok resmileştiriyor; abla vs. etiketi de yakıştıramıyorum. Sanırım asi ve genç ruhlu olması böyle düşünmeme neden oluyor, gerçi sorun yapacağını da düşünmüyorum.
Biliyorsunuz ben insanları tanımayı severim. Ertuğrul Bey’i tanıdıktan sonra gerek söyleşilerinden gerek sosyal medyadaki paylaşımlarından dolayı Tansu Hanım’ı merak ettim. Ertuğrul Bey, Engelliler Sarayı’na geldiğinde engelli bir arkadaşımızın yaptığı tabloyu satın almıştı. Tabloyu kendisine göndereceğimiz zaman, “Tansu Hanım’a da engelli çocukların yaptıkları takılardan göndereyim.” diye düşündüm.
Sosyal medyadaki bazı paylaşımlarını ve takipçilerinin yorumları beni biraz ürkütüyor ama merakım ve girişimci ruhum beni rahat bırakmıyor.
Solumdaki melek, “Ayşe, bak bu Tansu Hanım; Ertuğrul Bey’e benzemiyor seni sevmeme ihtimali yüksek, üzülme sonra. ” derken sağımdaki melek “Ayşe, sevmese ne kaybedersin? Biraz üzülürsün. Sanki hiç mi üzülmedin hayatında?” diyor. Bu arada Ertuğrul Bey’e eşinize bir şeyler göndermek istiyorum filan diye de hiç bahsetmiyorum ama.
Nihayetinde karar veriyorum ve Engelliler Sarayı’ndaki çocukların yaptıkları takılardan birkaç tane gönderiyorum. Kendimi de her türlü cevaba hazırlamışım bu arada. Ya kendini mecbur hissedip resmi bir teşekkür edecek ya da “Ne alaka bu kız bana hediye gönderiyor?” deyip yokmuş gibi davranacak.
Takıların maddi bir değeri yok, zaten sosyal paylaşımlarından maddiyata değer vermeyen bir kadın olduğu anlaşılıyor, aksini düşünsem göndermem zaten.
Magazinsel bir olay ama içinde sosyolojik olarak o kadar şey barındırıyor ki…
Biz sadece tarihin tekerrür ettiğini zannederiz, hâlbuki dünde yaşanan her şey tarihtir ve olayların tekerrür etmemesi ya da bizim başımıza gelmemesi için bir neden yoktur. Sanırım biz insanoğlunun en büyük hatası “Benim başıma gelmez.” edasıyla hareket etmemiz... Ben şimdiye kadar (buna kendimde dâhilim) “Ey tarih! Ben senin bildiğin insanlardan değilim, tekerrürünü başkasına yap.” deyip sonra da bildiğini okuyan ama dönüp dolaşıp atasının, anasının sözüne gelmemiş insan görmedim.
Dün gazetelerde Asena Atalay’ın boşandığı eşi Caner Erkin’e açtığı dava haberi vardı. Atalay, Erkin’in kötü niyetli olarak üstüne kayıtlı mal varlıklarını kendisinden gizlediğini iddia ederek ihtiyati tedbir konulmasını istemişti. Erkin’in avukatı ise Atalay’ın boşanma protokolünde attığı imzayı öne sürerek davanın reddini talep etti.
Hukuk süreci nasıl neticelenir bilemem ama kandırıldığını iddia eden Asena Atalay’ın, boşanma sürecinden önceki söyleşisini paylaşmak istiyorum.
Caner benim için sadece Çınar’ın babası değil. Benim ailem, abim, babam, sevgilim... Parayla pulla alakamız yok. Mal paylaşımı yapmadık. Ceketimi alıp çıktım. Hayat bize ne getirirse yaşıyoruz. Bunun ucunda ölüm yok sonuçta. Hayata bakış açım diğer insanlardan farklı. İstediklerim, beni mutlu eden şeyler farklı. Yerimde olmak isteyen milyon tane kadın olabilir. Ama bu hayattan beklentilerimi iyi biliyorum, analiz ediyorum. Hiçbir zaman bir dramının içinde değilim, olmadım. Gayet mutlu, mesut bir insanım. Hiçbir sıkıntı yok. Bizim olaylara bakışımız normalden farklı. Herkesin mutlu olduğu şeyler farklıdır. Para ve pulla alakam sıfır. Paranın içinde olup da bunu söylemek evet, çok kolay. Ama benim parayla şimdiye kadar hiç işim olmadı. Bundan sonra da olmaz. Belki de parayla alakam olmadığı için bu kadar manevi duygularımın ağır basmasından dolayı Caner’le birbirimize düşkünlüğümüz var. Dünya malıyla alakam yok. Çıplak geldik, çıplak gideceğiz. Herkes bizden kötü bir ayrılık bekliyor. “Yarın öbür gün Asena televizyon programına çıkıp, Allah bilir neler anlatacak” diye düşünenler de vardır.
İki kafadar bu hafta Anadolu Yakası’nda nereye gitmiş bakacağız.
18 Mayıs günü İstanbul’da dünyanın en büyük sergisi açılıyor. Tam 21 yaşına girecek bu sergide 20.000’e yakın ürün sergilenecek. Haliyle bu kadar ürünün arasından hangilerinin fotoğraflarını koyacağıma karar vermek çok zor ama ben size ilham olsun diye bir giriş fotoğrafı paylaşmak istiyorum.
Bu fotoğraf karesini “Bir araba lastiğini, bir bidonu bu hâle getiren kadınların neler yapabileceği” hakkında bilgi sahibi olmanız açısından koydum.
Mesela sokaklarımız böyle bisikletlerle dolsa güzel olmaz mı? Hatta araçları da böyle süslesek, trafikte beklerken filan kimse sıkılıp kornalara yüklenmez diye düşünüyorum.
İşte, bugünkü kadınlarımız böyle rengârenk; tıpkı onları temsilen konuk edeceğim Fatma Özden’in olduğu gibi… Fatma’yla arkadaşlığımız sanırım 25 yılını doldurdu.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meslek Edindirme Kursları (İSMEK)’nın kurulduğu günden bugüne koordinatörlüğünü yürütüyor. İşiyle özdeşleşmiş nadir insanlardandır. Ayrıca kendisi, tanıdığım en şık kadınlardan biridir. Hem de öyle yüksek rakamlarla giyinmez; çuvalı verin, size abiye yapsın, o derece.
Karanlıkta Diyalog etkinliğine zamanla Sessizlikte Diyalog eklenir. Ve bugün, Türkiye de dâhil otuz ülkede hizmet veren kocaman bir aile olur.
Karanlıkta Diyalog’u Türkiye’ye getiren Hakan Elbir, 43 yaşında genç bir adam. Kendisini ve iş ortağı Kerem Okumuş’u (altını kalın çizerek) “Sosyal Girişimci” olarak tanımlıyor. “Dünyada olan Sosyal Girişimciliğin, Türkiye’de yasal mevzuatta karşılığı yok maalesef.” diyor ve ekliyor “Ben müzeciyim aslında, uzun yıllar Pera müzesinin yöneticiliğini yaptım. 2013 yılında toplumsal projeler üzerinde çalışıyorduk. Bir gün Kanada’dan bir arkadaşım bana ‘Hakan, senin sosyal meselelerle ilgilendiğini biliyorum. Müzecisin de, ikisinin bir arada olduğu bir proje var.’ dedi. ‘Hadi canım!’ dedim. Nasıl bir şey diye filan sordum bana sadece ‘Hamburg’ a git, kendin deneyimle.’ dedi.
Kerem’le birlikte Hamburg’a gittik, gördük. O kadar etkilendik ki, ‘Biz bunu ülkemizde yapacağız.’ dedik. Karanlıkta Diyalog’un kurucusu Andreas, bize dedi ki; ‘Hakancığım, bu işlerde para yok. Para olsaydı bunu Türkiye’de muhtemelen senden önce yaparlardı. Akıllı bir adama benziyorsun. Bunu bilerek giriyorsun değil mi?’ dedi. ‘Evet’ dedim. ‘Yatırım için çok para lazım. Sen zengin bir adam mısın?’ dedi. ‘Değilim ama para bulmayı biliyorum.’ dedim. ‘Tamam’ dedi ve biz Andreas’la sözleşme imzaladık.
İşin komik tarafı Kerem’le uçakta dönerken kafamızda tek bir soruyla dönüyorduk. Rehber için görme engellileri nereden bulacağız? Para yok, mekân yok ama bize zor gelen kısım görme engelli rehber bulamama kısmı. Hatta, Almanya’dan rehber mi transfer mi etsek diye ciddi ciddi konuşuyoruz. Çünkü o güne kadar ne görme, ne bedensel, ne işitme hiçbir engel gurubundan rehber olabilecek kimse yok.
Neyse biz İstanbul’a geldik, önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi Engelliler Müdürü Bekir Köksal ile görüştük. O bizi Fatih Demircan’a yönlendirdi. Fatih Bey, bize burayı yani Gayrettepe Metrosu’nu gösterdi. Büyükşehir Belediye Başkanı Erişilebilirlik Danışmanı Mimar Müberra Kavak Kara’da çok yardımcı oldu. Bugün buradaysak bu isimlerin sayesindedir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi bizim ev sahibimiz oldu ve hâlen daha bize ev sahipliği yapıyor. Çok da güzel bir ekip kurduk, çoğu arkadaşla halen devam ediyoruz. Görme ve işitme engelli olarak yirmi kişi, engelsiz sekiz çalışanımız var.
Neden Hürriyet yazarlarıyla sınırlı kalmış çözemedim bu arada.
İsmim Ayşe, 40’lı yaşlardayım, mütevazı bir köşem de var ama kendisi daha önce beni “Hürriyet’in ikinci Ayşe’si” ilan ettiği için I. Ayşe’yi yani Ayşe Armanı mı, yoksa II. Ayşe olarak beni mi kast etti, bilemedim. Ama olsun sazanlık yapıp üstüme aldım ve bir yazı hazırladım. Ne de olsa benim için hatırı büyüktür kendisinin.
Baştan uyarayım biraz uzun bir yazı oldu, Monica’da kimmiş Ayşe varken dedim Allah ne verdiyse yazdım.
Her konuda mütevazı olabilirim ama gözlem konusunda iddialıyımdır. Erkek kadın ilişkilerinde de gözlem tecrübelerim iyidir. Yaşayarak değil gözlemleyerek tecrübe sahibi olmamı sağlıklı bulmayabilirsiniz ama inanın çok daha objektifim.
Bu hafta köşemi bir tasarımcıya ayırdım. Uzun bir söyleşi olduğu için bir konu alabildim ve Pozitif ayrımcılık yapıp bir erkek tasarımcı olan Şafak Çak’a yer verdim.
Nedenine gelince, 2008 yılında “İslami Burjuva”nın aşırı lükse düşkün olduğunu ifade eden söyleşi vermişti Çak. Swarovski taşların perdelerde ve parkelerde kullanıldığını, yatak odalarındaki palmiyeleri, şatafatlı mimberleri vs. anlattığı söyleşinden sonra küçük çapta bir kıyamet kopmuştu.
Benim merak ettiğim husus aradan geçen uzun yıllar sonrası “İslami Burjuva”nın lükse olan düşkünlüğünde değişim olup olmadığıydı.
Bizi ofisine davet etti ve sorularımızı cevapladı. İslami Burjuva’nın Mimarı olarak lanse edilen Şafak Bey, tasarımcı olduğunu ve bugünlere nasıl geldiğini anlattı. Bakalım hikayesini sevecek misiniz?
Ayrıca; İki Kafadar bu hafta modern çağda yaşayıp eski kafada olanlar için güzel bir yazı hazırladı. Göz atmanızı öneririm.
…………………..
Önce merak ettiğim bir şey sorarak başlamak istiyorum; Tasarımı yaptığınız evlerin kapısını kapatıp arkanızı dönüp gitmek zor gelmiyor mu?
Benim şöyle bir kuralım var. Müşteri ile anlaştıktan an sonra 3 boyutları çizip bitiriyoruz. İşin en heyecanlı kısmı bu, müşteri “Benim hayallerimdeki ev işte bu!” diyor. Ondan sonra biz kapının anahtarını değiştiriyoruz ve 3 ay veya 6 ay neyse bu süre boyunca müşteriye bu evi hiç göstermiyoruz. Bilirsiniz bizde müşteri sürekli merak eder, ne oldu diye. Biz eve gelmelerine izin vermiyoruz. Çünkü evin çizimi bittikten sonra bunun geri dönüşü pek yok. Kurallar ve disiplinler başta konulmadığı zaman acaba onu öyle mi yapsaydık oluyor. Çevreden duyulan sözler etkiliyor, “Acaba şöyle mi yapsaydık?” diyorlar.
Eski siyasetçi olmam sebebiyle Belediye Başkanı’nı ve üst düzey görevlileri tanırım. Seviyeli bir ilişkimiz var yalnız öyle zırt pırt isteklerde bulunan biri değilim.
Bizim semt pazarımız var, kadınlar olarak şikayetçi olduğumuz bir pazardır. Havasız, otoparksız vs. Belediye Başkanımızın eşi Melahat Hanım’la bir iki defa bu mevzuyu konuştum, “Haklısın Ayşe.” dedi. Madem haklıyım ben bu konuya el atayım, dedim.
Başkan Yardımcısı İsmail Gemici’yi aradım. “İsmail ağabey, seninle küsüm ama bu semt pazarı açılalı kaç yıl oldu hiçbir iyileşme olmadı. Kaleme alacağım, sonra sitem etmeyin.” dedim.
“Ayşe, tamam yaz da biz o kadar şeyler yapıyoruz onları niye yazmıyorsun?” diye karşı sitemde bulundu.
“Ben onları da yazarım ama siz bu pazarı düzenleyecek misiniz?” dedim. “İhalesini yaptık bile, yakında çok güzel bir Pazar olacak.” dedi.
Karşılıklı sitem ve pazarlıklardan sonra bir gün misafirleri olma konusunda anlaştık. Sanat ve kültür adına yaptıkları çalışmaları gördüm, bu çalışmaları yaptıkları atölyeleri ziyaret ettim. Tabii bu arada İsmet Bey’le de barıştık.
Önce Türk İslam Sanatları sergisine gittik. 80’e yakın eserin sergilendiği nezih bir mekân yapmışlar. Belediye bünyesinde açılan merkezin atölye ve galeri ayağı var. Eğitim gören ve belli bir seviyeye gelen öğrencilerin eserleri sergileniyor. Hüsnü-Hat, Tezhip, Çini, Minyatür ve Ebru temel branşları.