Benim milletimle, partimle paylaşacağım bir düşünce, bir teklifim varsa bunun yolları bellidir. Kimsenin racon kesmesine de ihtiyacım yoktur. Eğer racon kesilecekse bu raconu bizzat kendim keserim bu da böyle biline.” sözleri hem “Kast edilen kişiler kim?” sorusunu gündeme getirdi hem de “Cumhurbaşkanı racon keser mi?” itirazlarını.
Valla benim çok hoşuma gitti bu “kendi raconumu kendim keserim tepkisi”. Zira bazı köşe yazarlarının tam olarak yaptığı bu. Kimse üstüne alınmıyor ama hiç şüphem yok Tayyip Bey daha açık ve daha net konuşacaktır.
Yalnız, gerek bazı köşe yazarlarının gerekse bazı Ak Partililerin, Tayyip Bey adına racon kesmesinin ve bunu yaparken de birçok insanın mağdur olmasına, gönüllerinin kırılmasına sebep olmasının en büyük nedenlerinden biri bu kişilerin kestikleri raconun değer bulması ve ödüllendirilmeleridir.
Racon kesme tabirini çok sevmemin nedenlerinden biri de şudur;
Ülkemizde Cumhurbaşkanı adına racon kesen sadece köşe yazarları ve siyasetçiler değil elbette.
Uzun zamandır muhafazakâr kadınlarla hocaları karşı karşıya getiren durum da birilerinin Allah adına racon kesmesinden kaynaklanmıyor mu?
Hayır, burada kıvırma, üstüne alınmama durumu var da orada iş zor…
“Allah Allah hiç duymadım, bir yanlışlık olmasın?” diye sordum. “Yok yok” deyince “Araştıracağım.” dedim.
Bir iki gün sonra Maçkalı Eren Bülbül teröristler tarafından şehit edildi. Ardından adeta olayın azmettiricisi Volkan Konak ilân edildi.
Volkan Konak’ın bahsedilen konuşmasını internetten dinledim ve bir kez daha “algı yönetimi” denilen şeyin aklın önüne nasıl geçtiğine kahrolarak şahit oldum. Konak, 2013 yılında Çözüm Süreci’nde yaptığı açıklamada özetle şöyle söylemiş; “… Bazı siyasi partiler Güneydoğu’ya gidemiyor, bazıları Karedeniz’e. BDP’liler Karadeniz’e gelemeyecekse ülkem bölünmüş demektir, ben bunu kabul etmiyorum. Bu ülkenin seçilmiş insanları Sinop’a gitmeli, Trabzon’a gitmeli, Maçka’da benim evimde de kalmalı.”
Akıl ve mantık çerçevesinde bu sözleri dinleyen hiç kimse “PKK’lı teröristler benim evimde kalabilir. anlamını çıkarmaz, çıkarmamalı. Ancak, Konak’ı siyasi görüşleri veya duruşu nedeniyle hedef göstermek isteyenler istisna.
Benim isyanım iki şeye; Öncelikle bu sözleri teröre destek amacıyla yayan arkadaşlar zerre kadar yarını düşünmüyorlar. Öyle ki bugün sen iktidarsın tamam da yarın muhalefet olduğunda “Çözüm Süreci”ne destek olmuş siyasilerinin ve sanatçılarının aynı muameleye kalacağını neden akıl etmezsin?
İkincisi; bir insanı, hemşerisinin öldürülmesinden sorumlu tutmak, kendi yöresinde vatan haini ilân etmek haksızlıktır, vicdansızlıktır.
Eli silahlı teröristler bizi öldürsün, dili silahlı olanlar da bizi birbirimize düşman etsin. Bu mudur terörle mücadele?
Rodos Konsolosluğu’na özür ve teşekkür…
Sahil Güvenlik yaklaşık 45 dakika sonra, 3 adet kurtarma botu gönderiyor, akabinde helikopterle havadan aranıyor ama Emre yok.
O gün bugündür ailesi ve yetkililer Emre’yi arıyor. Bot bulanamadığı için hayatta kalma ihtimalinin yüksek olduğuna inanan ailesinin tek tesellisi Emre’nin akıntıya kapılarak Yunan adalarına sürüklenmiş olma ihtimali.
Rodos Konsolosluğu’na durumu iletiyorlar ama hiçbir şekilde geri dönüş alamıyorlar. Rodos Konsolosu Barış Kalkavan’a seslenmek istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir genç kayıp ve siz de Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen orada görev yapıyorsunuz. Ortada bir can söz konusu ve siz sessizsiniz. Merak ediyorum kurumunuzun bundan daha önemli hangi bürokratik işleri var da aileye dönüş yapmıyorsunuz?
Emre’nin ağabeyi Cengiz, en küçük kardeşi için günlerdir sesini duyurmaya çalışıyor. Tek istediği annesine babasına “Emre’den haber var!” diyebilmek. Bunun nasıl bir duygu olduğunu anlamak çok zor olmasa gerek.
Lütfen bir şeyler yapın…
SAVUNMA TAKTİKLERİM
İŞİD’in, Allah adına (!) yaptıkları karşısında “Müslümanlık bu değil, sakın bunların yaptıklarına bakarak hüküm vermeyin.” savunmasını yapma ihtiyacı kadar Cem Küçük’ün, Tayyip Bey adına (!) yaptıkları karşısında da “İnsanlık bu değil, sakın bu adamın hareketlerine bakarak Tayyip Bey hakkında karar vermeyin.” savunması geliştirdim.
Fatih Bey, bana hitaben “Dindarlığın hangi kulvarındasınız, bilmiyorum.” demiş. Açıkçası çalışmadığım yerden sorduğu için cevabım yok. Hiç düşünmedim çünkü. Ayrıca Hürriyet de bana “Dindarlığın neresindensin?” diye sormadı.
Bugün kendisini muhalif olarak addeden, “Ben Hürriyet’in istediği gibi yazarım.” diyen “adı büyük yazarlar” gibi olmadım hiç.
İnanmadığımı yazmadım bugüne kadar, kendimi aykırı hissettiğim anlarda “Ben yazmayabilirim, sorun da yapmam.” dedim ama “Ayşe Hanım gitmeyin, kalın.” dediler.
Bu yüzden Hürriyet’in, Ertuğrul Bey’in ve Vuslat Hanım’ın yeri özeldir benim için.
Dindarlığı bir üstün meziyet olarak görmüyorum, olmamalı da zaten. Sadece bugün o kadar bölündük ki o kadar ocu bucu olduk ki ben Akit’te, Nuray Mert de Cumhuriyet’te yazamıyor, hatta bir kısım gazeteci hiç yazamıyor.
Kendimi bir kulvar seçmek zorunda hissetmedim hiç, serbest takılıyorum Fatih Bey ama ille de bir kulvar sahibi olmam gerekiyorsa bunu her şeyi bilen büyüklerimiz(!) benden önce takdir edecektir, eminim.
Yazınızda bahsettiğiniz dindarların kavgasında haklısınız; itiraf etmek gerekirse takip edemiyorum, bu hususlarda kabiliyetim fazla zayıf. Tavsiyenizi dinleyip oturduğum yerde oturuyorum ama sebebi dımdızlak ortada kalmak değil, ağrısız başıma iş almamak. Kendimi özgür hissettiğim bir köşem var; hani şu deniz kenarında, pembe panjurlu küçük huzurlu bir ev hayali tarzından.
Bu arada beni takip etmediğiniz için kusura bakmıyorum, arada bir göz atsanız da olur ama yazılarım bağımlılık yapabilir, dikkat!
Hayrettin Karaman’ın “Başörtülü sigara” yazısına atıfta bulunarak ve Hayrettin Bey’i savunmayarak (!) kendi deyimiyle “Sadece başını kapatmakla tesettürlü olduğunu sanan bayanlara ‘Bu ne hâldir, nereye gidiyoruz?’ ” diye sordu.
Kendisisin de cafcaflı bir şekilde başını örten, gözlüklerini gözlerine değil de kafalarına takan kadınlar için bir itirafta bulunarak: “… Aslında modern kültürden, modern hayattan ve modern giyim biçiminden hoşlanıyorsunuz, hatta onlara karşı eziklik duyuyorsunuz, en azından imreniyorsunuz da onlara demek istiyorsunuz ki; ‘Benim başörtüsü bağlamama bakmayın. Gördüğünüz gibi, ben başımı farklı bağlıyorum, benim gönlüm aslında sizden yanadır, lütfen beni de modern kabul buyurun.’ mesajını verdiklerini” düşündüğünü yazdı. Hayrettin Bey’in de sözlerini bu anlamda söylediğini ama birilerinin işi iffet ve namus meselesine götürdüğünü de ifade etti ve ekledi; “Evet, şimdi bizim ‘Feminimsi Müslüman’ bayanlarımız kızıyorlar, alınıyorlar diye gerçekten bizim edebimizde, yani İslam edebinde var olan şeyleri söyleyemeyecek miyiz?”
Sanırım Karaman’a itiraz edenlerden olduğum için ben de ‘Femimimsi Müslüman’ bayanlardan oluyorum.
Faruk Bey, Trabzonlu; yani hemşerim. Düşünüyorum da acaba Karadenizli kadınlara “Senin örtün düzgün değil.” dese ne cevabı alırdı, onlara bu şekilde konuşabilir miydi?
Nedense laik kesimin de muhafazakâr kesimin de hedefinde her daim şehirli başörtülü kadınlar var.
Yıllarca karşı mahalle tarafından ‘siyasi simge’ olmakla suçlandık, şimdi ise kendi mahallemizin erkekleri tarafından ‘başörtümüzle birilerine mesaj vermekle’ itham ediliyoruz.
Zaman zaman tekrarlanan bu tartışmalar hepimizi yoruyor ve üzüyor. Anlamaya çalışmak yerine itham etmeyi tercih ediyoruz.
Bundan bir yıl önce sosyal medya fenomeni olmuş başörtülü kadınlarla söyleşi yaptığımda “Sizi tesettüre uymamakla suçluyorlar. Ne düşünüyorsunuz?” diye sormuştum. “O zaman bize tesettürlü demesinler, biz kendimizi ‘ölçülü giyinen kadınlar’ olarak tanımlıyoruz.” cevabını vermişlerdi.
Dün yolcu ettik Eren’i… Maçka Merkez Camii “İyi ki varsın Eren!” demek için toplanan yüzlerce insanla doluydu. Maçka Belediye binası Türk Bayrağı ve “Eren Bülbül, Maçka seni unutmayacak!” pankartı ile kaplanmıştı. Eren’i sadece Maçka değil Türkiye unutmayacak.
Karadeniz’in yeşilliği içinden mavi mavi bakan gözlerini her zaman hatırlayacak Türkiye.
Köyümün yeşiline, kan yakışmıyor…
Eren’im…
Sen “Biri de çıkıp demiyor ki, EREN iyi ki varsın. ” dedin. Kim bilir, bir kişiye miydi mesajın ama milyonlar sana “İyi ki varsın” dedi. Sen nasıl bir sitem ettin ki, tüm Türkiye seni “İyi ki varsın Eren” diye uğurladı.
Nasıl temiz bir yüreğin var ki, ne dilediysen Allah fazlasını verdi sana. Biliyor musun, çok az insana nasip olur böyle bir sevgiyi kazanmak. Bize, sevdiklerimize “İyi ki varsın” demeyi öğrettin. Kendi adıma sana söz veriyorum, varlığından mutlu olduğum insanlara artık “İyi ki varsın” diyeceğim.
Herkesin yüreğini yakarak gittin küçüğüm. Sana “küçüğüm” dediğim için kızacaksın belki ama sen, yüreği büyük, dünya yakışıklısı delikanlımızsın aslında. Kendinden büyüğünün de küçüğünün de saygısını kazanmış şehidimizsin. Sen, askere gidince şehit olmayı istedin, şehitlik sana çok daha erken geldi.
Seni tanıyan, tanımadan seven bir sürü insanla birlikte hüzün gözyaşlarıyla uğurladık. Eminim, baban seni sevinç gözyaşları ve gururla karşılamıştır.
Sanırım Tayyip Bey, il başkanlığı günlerindeki teşkilat yapısını oluşturmaya çalışıyor. Haksız da değil çünkü iyi yaptığı bir işin kötü yapılmasına seyirci kalmak zor. Sanırım teşkilat başkanlarına “Bu iş nasıl yapılır?” uygulamalı olarak öğretiyor.
Tayyip Bey dışında birçok il başkanı ile çalıştım ve onun dışında teşkilatlanmayla ilgili, disiplinli ve takipçi bir insan görmedim.
Hiç unutmuyorum, Refah Partisi döneminde her ayın ilk pazar günleri Genel İl Divan Toplantısı olurdu. Erkek teşkilatlarının yanı sıra o zamanki adıyla Hanımlar Komisyonu Başkanı ve Yardımcısı da katılırdı. Tabii o zamanlar bugünkü gibi araba bolluğu yok. Erkek İlçe Başkanı, Kadın İlçe Başkanı’nın ulaşımından sorumluydu.
Bir pazar günü Tayyip Bey yine yoklama alıyorken, -şu anda iyi hatırlayamıyorum- bir ilçe başkanını kaldırdı ve “Neden kadın başkanın divanda yok?” dedi. İlçe başkanı kem küm etti. Tayyip Bey kesin bir kararlılıkla “Şimdi kalk, kadın ilçe başkanını al, yoklama bitene kadar burada ol!” demişti.
İl Divan toplantılarını çok severdim. Teşkilat çalışanları sırayla her ay güncel konularla ilgili konuşmalar hazırlar ve sunardı. Bugünün hatiplerini o günler yetiştirmişti. En sevdiğim konuşmacısı da o dönem Fatih İlçe Başkanı olan Mehmet Ali Şahin’di.
O günün siyasi parti mensubu olmanın sorumluluğu, bugün çoğu partilide yok maalesef. Tayyip Bey’i sevmediği ve Ak Parti’den nefret ettiği hâlde iş veya ihale için parti üyesi olan insanları gördü bu gözler.
Çok yakın bir arkadaşıma Refah Partisi dönemindeyken “Para almadan partide çalışarak neden kendini kullandırıyorsun, zamanına yazık ediyorsun?” diyen yakını, şimdi Ak Parti’de ve kızının kariyeri için siyaset yapıyor.
Ak Parti’ye en büyük zararı, kendi veya çocuğu işe girsin diye Ak Parti teşkilatlarında görev alan insanlar ve bu algıyı doğrulayacak adımlar atan yetkililer vermiştir.
Ülkemizde sadece Mescid-i Aksa’ya gitmek zor değil, ister umre ister hac olsun Kâbe’ye gitmek de zor. Özışık, Kudüs için çıkarılan zorlukları detaylı şekilde kaleme aldığı için tekrar etmeyeceğim.
Yedi yıldır hac kurası bekleyen kardeşime geçen gün bir acenteden telefon geldi, “Gözünüz aydın! Yedeklerden hac kuranız çıktı.” diye. Bizimki havalara uçtu tabii… Ta ki fiyat, kendisine söyleninceye kadar. Hacca gidebilmesi için istenilen para tam 40 bin TL. Asillerden boşalan kontenjan 40 bin TL’likmiş. Uygun olan hac fiyatı ise 12.250 bin TL.
Tabi önce 40 bin TL’yi duyunca, 12 bin TL nispeten daha az gibi görünse de ülkemizdeki insanların gelir düzeyine göre çok yüksek bir rakam.
Yaptığım araştırmalara göre fiyatların yüksek olmasının en büyük nedeni uçak biletleri…
Ülkemizde hizmet veren havayolu şirketleri dünyanın her bölgesine hizmet götürmekle ve bunu da uygun fiyata yapmakla övünen bir kurum neden kutsal mekânlar için bu kadar yüksek fiyat uyguluyor? Neden Türk Hava Yolları, ana taşıyıcı olarak fiyatları aşağıya çekmiyor?
Dünyanın en pahalı umresini bizim insanımız yapıyor maalesef.
Bana enteresan gelen bir başka durum da şudur; özellikle turizm acenteleri (istisnalar olsa da çoğunluk bu şekildedir) Avrupa’ya götürdüğü yolcuyla Umre’ye götürdüğü yolcuya farklı davranıyor.
Çoğu umrecinin veya hacıların duyduğu bir tavsiye vardır; “Burası kutsal mekân, aksilikler imtihandır (!)”. Bu gibi gerekçelerle organizasyon aksaklıklarına kılıf uyduruyor olmaları da bir başka sorundur.